01 Ocak 2019 23:13

Şilan Avcı ile 'Başka Bir Hayatta' kitabı üzerine

Öykü ve şiiri harmanlandığı 'Başka Bir Hayatta' kitabını anlatan Şilan Avcı: Aşk dünyanın her yerinde politik bir mesele benim için

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Eylem Ata GÜLEÇ

Şilan Avcı “Başka Bir Hayatta” adını verdiği kitabında öykü ve şiiri aynı potada eritiyor. Kursakta kalan bir sevdanın dününü, bugününü, Ayno ve Roni’nin ölümsüz aşkını anlatıyor. Aşkın mekânı Mardin ve âşıklardan biri gayrimüslim… Hal böyle olunca ayrılık ve acı habis bir ur gibi yayılıyor sevdanın ortasına. Aşıklar başka bir hayata yollanıyorlar. Şilan Avcı ile kitabını, şiire ve öyküye bakışını konuştuk.

Kitapta yer alan özgeçmişinizden anladığım kadarıyla pek çok disiplinle birden ilgileniyorsunuz. Tiyatro, sinema, edebiyat. Dikkatimi çeken bu alanların etrafını şiirle adımlamanız. Her işte biraz şiir olmalı mı?

Olmalı ya da yapmalıyımla hareket etmeseniz de bazen yolunuz kendine has bir düzenle ilerler. Öyle olmaya, öyle akmaya başlar. Trafiğiniz, kazanız, kalabalığınız, buluşmalarınız ve yola dair her şeyiniz, bu düzene aittir artık. Aidiyetsizlik duygusuyla haşır neşir bir insan olsam da şiire ait olduğumu söyleyebilirim. Şiir benim yolum, yordamım. Yaptığım işlere şiir yerleştirdiğimi değil de yaptığım işlere şiirin beni yerleştirdiğini düşünecek kadar, güvenli bir aidiyet yolculuğu benimki. 

Başka Bir Hayatta, öykü kitabı olarak sunulmuş olsa da öykü ve şiirin iç içe yürüdüğü bir metin. Dil ve anlatım biçimi tercihlerinizden biraz söz eder misiniz?

Şiirin; tam da içimdeki şiirin bana sürekli fısıldadığı sözcüklerle gezerim. Kafanızda çiçek dolusu bir sepetle gezdiğinizi düşünün. Suluyorsunuz, güneşe çıkarıyorsunuz, fırtınadan koruyor, kurudukça buduyorsunuz; kelebekler gelip konuyor, arılar, kuşlar…  Kafanız belki didik didik, ama hep açık. Sizi betimleyerek anlatmaya sürükleyen bir şey bu. Görsel hafızanın, sinemasal anlatımın ve hikayeciliğin kafamdaki sepet; çiçeklerin de şiir olduğunu düşündüm şimdi.

Başka Bir Hayatta Ayno’nun, nenesi gibi sevmeden evlenmek zorunda kalan bir kadının hikayesini anlatıyorsunuz. Karakteriniz kırgın, öfkeli ama isyankâr değil. Sevdası uğruna çatışmalara girmiyor. Kabulleniş, bunca kadın mücadelesine rağmen, içimize yer mi etmiş? 

Hikayeyi kurarken, bir yandan karakterlerimi çalışırım. Senaryo yazmanın faydalarından biri bu tabii. Karakterin koşulları, yaşı, eğitimi vb. bazen ona yaptırmak istediğim şeyin önüne geçer. Keyifli bir çatışmadır bu. “Yok bu kadın bunu yapmaz”a döner mesele. “Bu adam hiç bunu der mi?​” Karakter analizine baktığımızda, Ayno memleketini terk ettiğinde, onlu yaşlarının sonunda bir genç kızdır. Koşulları ve kendi yaşanmışlığı gereği; inatçı yanı ve biraz da duygusallığı gereği çatışmaz, susar. Kişiliği ve yaşına uygun bir eylemle karşılık verir. Karşı tarafı cezalandıracak kadar güçlü bir eylemdir bu; başkasıyla evlenir. Yani kabullendiği tek şey, aslında başından beri Roni’nin edilgenliğidir. Tek başına mücadele edecek bir durum yoktur ortada, Ayno için. Hatta genç Ayno’nun en sevdiğim yanı, Roni’nin dünyasına bir yandan saygı duyduğu için susmasıdır. Kızar, küser, cezalandırır, ama onun hayatına zorluk olan kendini memleketinden ayırır, yine biraz da onun için. Düşünüyorum ki bazen başkasının tercihine duyduğunuz saygı ve beraberinde kabulleniş, başka türlü bir mücadele işçiliğidir.

Bu coğrafyada yakıcı ve can alan sorunların arasında en az konuşulan şey belki de aşk. Sizce aşk da mı politik bir meseledir bu topraklarda?

Karşı tarafa istediğinizi yaptırabilmek için uyguladığınız yöntemlerin hepsi politikadır. Yani aşk dünyanın her yerinde ve her şeyden önce politik bir mesele benim için. Soruya diğer yüzünden bakarsam; farklı inanışlar ve kültürlere sahip insanların aşkı bildiği gibi yaşaması hiçbir zaman çok kolay olmamış, hâlâ da değil. Sanırım olmayacak da. Ama neyse ki bunu aşmayı başarmış kahramanlar da var hayatın içinde. Alevi yengeler, Ermeni enişteler, Müslüman babalar, Kürt anneler… Yani bir yandan ölgünce sızlayan kan uyumsuzluğumuz varken, bir yandan da birbirine karışmış kanlarımız keyifle çağlıyor. Ayno ve Roni de bize, tam da “başka bir hayata” kalan, sızlayan aşkları hatırlatıyor.

‘DİL, BURADA BİZZAT İNSANIN KENDİSİDİR’

“Hüznü severdi Ayno. Oldu olası severdi. Daha onlu yaşlarının ilk yarısında, dedesinin kitaplarını kucağına alır, neden bu eski dillere yabancı olduğunu düşünüp hüzünlenirdi. Bunca farklı dile rağmen, neden bu kadar dilsiziz birbirimize, diye düşündü yıllar sonra da. Dilin ve zamanın kuyusunda kayıp insanlarını düşündü.” diyorsunuz kitabınızda. Bir edebiyatçı olarak dille kurduğunuz bağ nedir?

Anadil, resmi dil, yabancı dil… Hepsinin çağrışımları farklı. Biri eskinizi, köklerinizi çağrıştırırken, diğeri size öğretileni, dayatılanı belki ve bir diğeri çağa ayak uyduruşunuzu, belki kitlelere, dünyaya ulaşmanızı çağrıştırıyor. Ben çoğu zaman hangi dilde yazdığımın bir önemi olmadığını düşünürüm. En iyi bildiğim dil bu ve bu dille yazıyorum derim. Herhangi bir dile karşı yerme ya da yüceltme duygusu geliştirmem. Dilin duygusu, benim için ne anlattığımla mühim bir mesele çünkü. Yaşamdaki diğer pek çok duruma karşı geliştirdiğim tutum da bu minvalde gider. Dil muazzamdır, geçmiştir, yaşanmışlık ve tarihtir. Elbette dil, kökün en değerli taşlarından biridir, ama bazen çok keskin ve keskin olduğu kadar zarifçe ayrılır fikriniz. Mesela işaret diliyle sevgilisine şiir okuyan bir kadın düşünün. Ne sesin, ne sözcüklerin, ne köklerin, ne de kuralların bir önemi yoktur. Dil, burada bizzat insanın kendisidir. 

Son olarak yeni çalışma ya da projelerinizden bahsedebilir misiniz?

Yeni romanımla ilgili çalışmaya başladım. Ayrıca üzerinde çalıştığım yeni bir kadın oyunu var. Senaryo alanında da çalışmalarım devam ediyor.

ÖNCEKİ HABER

Süleyman Akyüz: Ortak itirazı gösterme noktasında sıkıntılarımız var

SONRAKİ HABER

BBP seçime kendi adaylarıyla girecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa