Yönetmen ve Oyuncu Hakkı Kuş: Aklın ve estetiğin peşinden gitmeliyiz
Eskişehir Şehir Tiyatrolarının başarılı oyuncusu Hakkı Kuş ile tiyatro yolculuğu, oyunları, tiyatronun bugünü ve geleceği üzerine konuştuk.
Oyuncu Hakkı Kuş | Fotoğraf: Sui Generis Tiyatro
Cemre ŞAHİN
Eskişehir
Eskişehirliler, Hakkı Kuş’u oynadığı-yönettiği oyunlarıyla, yıllardır tiyatroya verdiği emekle ve aldığı ödüllerle tanıyor. Eskişehir Şehir Tiyatrolarının başarılı oyuncusu Kuş geçen yıl “39 Basamak” oyunundaki rolüyle 2018 Direklerarası Seyirci Ödülleri’nde “En İyi Erkek Oyuncu” seçildi. Bu vesileyle Hakkı Kuş’la yaşamının ayrılmaz bir parçası olan tiyatroya dair bir keyifli sohbet gerçekleştirdik. Kuş bizlere, tiyatro yolculuğuna, rol aldığı-yönettiği oyunlara, tiyatronun bugününü ve geleceğine dair düşüncelerini paylaştı. Yaptığı sanatı halk ve seyirci için yaptığını ifade eden Kuş, “Aklın ve estetiğin peşinden gitmemiz gerekiyor” dedi.
Bildiğim kadarıyla; tiyatroyla çok küçük yaşlarda Diyarbakır’da tanıştınız ve hayatınızı tiyatro üzerine kurmaya karar verdiniz. Tiyatroya yönelmenizi sağlayan etkenleri ve süreci anlatır mısınız?
Evet, ailem Mardin kökenli, ben Diyarbakır doğumluyum. Tiyatro merakım ortaokulda başladı ama tabii orada, o dönemde benim çevremde tiyatroya giden ya da izleyebileceğim bir tiyatro yoktu. Devlet tiyatrosu yeniydi ve bulunduğum yere uzaktı. Tiyatro belli bir alışılmışlık ister ya; tiyatro kültürü yoktu benim çevremde. Ortaokulda kendim yazmaya başladım, arkadaşlarımla birlikte bir ekip kurup hem yönettim, hem oynadım. Lisede de devam ettim ve lise son sınıfta Anadolu Tiyatro adında bir özel tiyatronun kursiyer aldıklarını duyunca o gruba katıldım. Gişeyle başlayıp kondüvitliğe, ışıkçılığa, reji asistanlığına kadar görevler aldım. Daha sonra yönetmenimiz, aynı zamanda hocam Onur Cebe, Murathan Mungan’ın “Taziye” adlı oyununda başrollerden biri olan “Hêja”yı bana verdi. Murathan Mungan’ın oyunuyla yarı profesyonel bir yaşama başlamak benim için müthişti.
Peki bu süreçte çevrenizden aldığınız destek nasıldı?
Ailem ilk zamanlar tabii yabancı bir şeyle karşılaştığı için, nereye gidecek bu iş, hobi olarak mı devam edecek, üniversite kazanılıp çoğu kişinin yaptığı gibi yanında bir de tiyatro mu yapılacak, yoksa meslek olarak mı seçilecek, bunu algılamaya çalıştı. Meslek olarak seçilirse nereye gider gibi şeyleri sordular ama benim ailem çok ilginç bir şekilde (genelin aksine) buna karşı çıkmadı. Yakın çevrede bu böyle karşılanmasa da çekirdek ailem; başarabileceğimi düşünüyorsam eğer devam etmem gerektiğini söyledi.
Biraz ödül aldığınız “39 Basamak” oyunundan bahsedelim. Bir Anadolu polisiyesi şeklinde kurgulanmış; kılıktan kılığa giren oyuncular, müzik, ışık-gölge, koreografi yani kısacası tüm bileşenleriyle baş döndürücü bir oyundu. Neler söylemek istersiniz?
39 Basamak aslında John Buchan’ın bir romanı. Bir polisiye gerilim ve daha önce Alfred Hitchcock tarafından da çekilip kült bir film haline gelmiş. Aslında bir polisiye gerilim ama daha sonra komediye çevrilmesi düşünülmüş ve 4 oyuncu tarafından oynanan bir komedi haline gelmiş. Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de birkaç kere sahnelenen bir metin olduğundan biz de bu metni aynı şekilde sahneye koymayalım diye düşündük. Biraz değiştirelim, farklı bir şey olsun dedik ve oyunu Anadolu’ya taşıdık. İstanbul’dan başlatıp Eskişehir’e, Konya’ya ve Adana’ya kadar uzanan bir tren hikayesine dönüştürdük ve tabii ki tipler de Anadolu’dan tipler oldu. Benim oynadığım rol de anlık kılıktan kılığa girilmesi gereken bir rol. Hızlı, yaklaşık 2 saat süren, seyircinin de o hıza ayak uydurduğu ve dinamik bir şekilde izlediği, an an interaktif olabilen bir oyun.
Şehir Tiyatroları dışında oyuncu, yönetmen, yazar hatta eğitimci olarak birçok alanda işler yapıyorsunuz. Bu konuda Sui Generis sanırım sizinle birlikte anılması gereken önemli işlerinizden biri oldu. Sui Generis’i anlatır mısınız?
Sui Generis bu yıl 10. sezonuna giriyor, ben de bu ekiple birlikte 9. sezonuma giriyorum. Anadolu Üniversitesinin bir üniversite tiyatrosu ve sanırım profesyonel bir sanat yönetmeni olan Türkiye’nin tek üniversite tiyatrosu. İlk yıl öğrenciler tarafından kurulmuş, kendi aralarında yaptıkları bir oyunla açılış yapmış. 1 yılın sonunda da benimle tanıştılar ve o sezon için beraber bir şey yapar mıyız diye konuştuğumuz durum, sonra başlayıp 9 yıldır devam eden bir beraberliğe dönüştü. Umarım ki daha iyi yerlere gelecek ve meslek hayatım boyunca da onlarla birlikte bir şeyler yapacağım. Bu sene yaklaşık 5 oyunla 10. yılını kutlayacağız; bunların ikisi çocuk oyunu olacak. Sui Generis, Türkiye’de önemli üniversite tiyatroları arasına girmeye başladı. Festivallerden, bölgelerden turne teklifleri alan, yurt içinde birçok festival veya jüriden ödüller alan, sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiren bir tiyatro ve tiyatro camiası tarafından da tanınan bir ekip haline geldi. Herhalde 5 yıl içinde Türkiye’nin önemli üniversite tiyatroları arasında ismi sayılacak.
Tiyatroya yıllarca emek verdiniz, farklı şehirlerde birçok başarılı işe imzanı attınız. Bu süreçte edindiğiniz tecrübelerle değerlendirdiğinizde Türkiye’de tiyatronun ulaşması gereken noktaya erişimin nasıl sağlanabileceğini düşünüyorsunuz?
Benim hayal ettiğim nokta bütün köylerde çocukların tiyatroya ulaşabilmesi. 81 ilin hepsinin merkezinde, köylerinde bile tiyatrosu olsun isterim. Aslında sanatçılar olarak öyle bir gücümüz var ama devletin ekonomik yapısı ve bütçe tercihleri, sanata - kültüre bakışı bu yönde değil, bunu çok gerekli görmüyor. Bu noktaya şöyle ulaşılabilir; sanatçıyı masaya oturtup o sanatçıyla bunu tartışabilmelisin, konuşabilmelisin. Bunu sadece iktidar değil muhalefet de yapmalı. Çünkü bu ülkede muhalefet de bunun farkında değil ki sanatın, kültürün, edebiyatın nerede olduğunu bilmiyor, onu nasıl savunacağını bilmiyor. Bunu devletle ya da siyasilerle yapamayacağımıza göre sanatçılar, bizler yapacağız. Biz, tiyatronun olmadığı şehirlere, ilçelere, köylere gideceğiz. Eğitimler, tanışmalar, buluşmalar, gösteriler yapacağız ki yoluna devam etsin, yoksa çok zor. Bu ülkeden bu anlamda umutlu değilim.
Tiyatro hikayenizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Başka neler söylemek istersiniz?
Tiyatro özelinde, kültür sanat etkinlikleri belli bir kitleyle yürüyor. Karşımızda bir kitle olmadığı zaman biz bir şeyler üretemeyiz çünkü bunu kendimiz için yapmıyoruz. Hiçbir sanatçı -hele bu çağda- sadece kendi için bir şey yapmaz. Benim sanat anlayışım da, politik anlayışım da bu; ben yaptığım şeyi halk için, seyirci için yaparım. Onda bir karşılığı olsun diye yaparım. Benim gibi düşünen de birçok sanatçı vardır. Buna karşılık vermesi gerekiyor seyircinin, okuyucunun, izleyicinin. Tabii insanlara yaşadığı şartlar içerisinde, hadi her şeyi boş ver, gel tiyatro izle, sinemaya git, bir sergiye katıl, bir imza gününe git, demek de çok zor ama bunu hayatının bir köşesinde bulundurmak, bir boşlukta oraya yönlenmek gibi bir şey yapılabilir diye düşünüyorum. Zor bir durum, zor bir süreç yaşıyoruz. Ama biz yine de sanatla, edebiyatla, bilimle çıkacağız buradan.
TİYATROYLA İÇ İÇE BİR YAŞAM
Sizden dinleyelim: Hakkı Kuş kimdir?
Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunuyum. Konservatuvarı ilk denememde kazandım, böylece erken girmiş oldum. Orada Cüneyt Gökçer, Bozkurt Kuruç, Cihan Ünal, Ergün Uçucu, Münir Canar, Ecder Akışık, Neslihan Ekmekçioğlu gibi tiyatro tarihinde önemli yerlere sahip ustalarla çalıştım ve iyi bir eğitim aldım. Bunun yanı sıra Genco Erkal, Haldun Dormen gibi ustaların yanında çıraklık yapmak da bana çok şey kattı. Türkiye’de eğitim her alanda olduğu gibi tiyatroda da belirli okulların dışında çok iyi durumda değil. Hacettepe iyi okulların başında geliyordu. Okuldan üstün başarı ile mezun oldum. Eskişehir Şehir Tiyatrolarının açtığı sınava girdim ve kazandım, 15 yıldır burada çalışıyorum.
SANATÇININ DEĞER GÖRMEDİĞİ BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ
Türkiye’de tiyatronun bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tiyatro bence rejisörler açısından iyi bir yere gidiyor ama genel anlamda kalite olarak çok iyi bir yerde olduğumuzu söyleyemem. Çok fazla ekip var ama sahnede çok az sayıda iyi eser var. Bunda eğitimin rolü var tabii. İyi eğitim almak, eğitimini kendin veya birlikte olduğun ekiple devam ettirebilmek önemli. Biz bunu biraz es geçiyoruz ülke olarak. O yüzden çok parlak bir yerde değiliz ama bence genç beyinler bunu devralıp başka bir yere götürecekler.
Öte yandan içinde bulunduğumuz coğrafya, sistem, siyasi iklim buna çok uygun değil. Sanatçının desteklenmediği, değer görmediği bir ülkede yaşıyoruz. Ama yine de aklın ve estetiğin peşinden gitmemiz gerekiyor.