Meslek liseliler VS. Suriyeli gençler
Aynı mahallede yaşayan, aynı yoksullukla boğuşan gençlerin sorunlarının kaynağında, birbirlerini görmesinde bir gariplik olduğunu seziyorlar.
Tarık KAYA
İstanbul/İkitelli
Haber yapmak niyetinde değiliz, Suriyeli arkadaşlarımızla oturup çay içeceğiz. Ama bir taraftan da hem Suride’de hem de Türkiye’de Suriyelilerin yaşadıkları yerlerde yeni bilgiler alır mıyız diye arkadaşlara Suriyelilerin durumlarını soruyoruz. Mahallede, merdiven altı atölyelerde, sayada ya da ayakkabı yapının diğer alanlarında çalışan yüzlerce Suriyeli’nin öyküsüne benziyor öyküleri. Suriye’de çok az akrabalarının kaldığını, sağlıklı haber alamadığını söylüyor biri, diğeri Halep’in ise artık dönülemeyecek durumda olduğunu, burada herkesin iyi kötü bir hayat kurduğunu, yeniden başlamanın çok zor olacağını söylüyor. Biz mahallede Suriyelilere dönük fiili bir saldırının olup olmadığını sorduğumuzda ise dünden bugüne önemli değişiklikler olmadığını söylüyorlar. Biz fiili bir saldırıya dönüşmeyen güçlü bir tepkiyi her gün birçok insandan duyduğumuzu dile getirirken Suriyeli gençleri tanımayan ama mahalleden ortak arkadaşlarımız olan bir grup genç de masaya gelip sohbete katılıyor.
“PEKİ YA SURİYE’DEN KAÇANLAR?”
Arkadaşlarımız Halep göçmeni Türkmen oldukları için, “Suriyeliyiz” demezlerse anlamayabilirsiniz. Ülkücü gençler de anlamıyorlar. Bir hoş beşten sonra, “Nasıl görüyorsunuz ülkenin durumunu?” dediğimizde, ilk cümleleri “Abi Suriyeliler batırdı ülkeyi” oluyor. Biz Suriyeli gençlere bakıp gülüyoruz. Ama onların kızgın bakışlarını görünce, sert bir giriş yapmasını engellemek için, işsizliğin kaynağını, saya eylemlerini, şirketlere ne kadar pay kaldığını uzun uzadıya anlatıyoruz. Biraz kafalarına yatıyor ama sıkça tekrarlanan, Suriyelilere karşı slogan haline gelmiş bir soru soruyorlar “Suriyeliler ülkelerinde savaşmıyorlar, Mehmetçik orada ölüyor, kendi vatanlarından kaçanlara biz niye sahip çıkalım?” Bu bir soru değil aslında, mahallede Suriyeli olmayan herkesin ortaklaştığı bir fikir. Biz bu soruya hazırlıklıyız, çünkü her gün biri söylüyor bunu mahallede. Ama bir dinleyelim diyoruz.
BİR TARAFTA IŞİD, BİR TARAFTA DEVLET TERÖRÜ
AKP’ye kızıyorlar, kendilerini ise “Biz ülkücüyüz” diye tarif ediyorlar. Ama iş ülke kaynaklarının yağmalanmasına, fabrikaların kapatılmasına, uygulanan kotalara vs geldiğinde, canları sıkılıyor. Şundan ki kesin bilgilere sahip değiller, tam inanmadıklarını da anlıyoruz söylediklerimize. İhtiyatla yaklaşıyorlar. İktidardakilerin kendi milletine neden zarar vermek istedikleri kafalarına yatmıyor. Ama hâkim olmadıkları için itiraz da edemiyorlar. Suriyeli gençler neden Suriye’de kalmadıklarını açıklıyorlar bir fırsatını bulup; “Bir tarafta IŞİD gibi örgütler ve öbür tarafta devlet zulmü, biz kimin tarafında savaşa katılalım? Savaş bize geldiğinde biz ne olduğunu, kim hangi tarafta anlayamadık ki, kim işgal ederse onun tarafına geçiyor millet hayatta kalmak için. Bir gücümüz yok, sizin gibi.”
“YA SURİYELİLERİN KARIŞTIĞI TACİZLER”
Ve sonunda AB müzakereleri gibi devam eden bu konuşmaların hiç şaşmaz üçüncü başlığı da açılıyor. “Hırsızlık artı mahallede kavga, yaralama haberlerini her gün okuyoruz, taciz olaylarına vs. bir sürü Suriyeli karışıyor.” Üçüncü rauntta ülkedeki şiddet ve taciz olaylarından örnekler veriyoruz. Tek tek olayların halklara mal edilemeyeceği konusunda daha hızlı anlaşıyoruz. Medyanın tek tek yaşanan bu olayları halka mal etmekteki özel tutumu onların da dikkatini çekmiş. Böyle haberleri sıkça görüyorlarmış.
“BU NE SEÇİMLERİ?”
Sohbet güzel bir yerde tatlıya bağlanıyor. Aynı mahallede yaşayan, aynı yoksullukla boğuşan gençlerin sorunlarının kaynağında, birbirlerini görmesinde bir gariplik olduğunu seziyorlar. Sezsinler diye biraz uğraşıyoruz tabi. Biz o arada ülkücü gençlerden birine seçimler hakkında ne düşünüyorsun dediğimizde. “Abi ya bu ne seçimleri bize bi anlatın.” diyorlar. Yerel seçimler dediğimizde de “Yani nasıl oluyor, neye göre oy veriliyor, yerel seçimler nasıl oluyor?” diye bize geri soruyorlar. Seçim en azından bu gençlerin gündemine henüz girmemiş. AKP’den de emin değiller. Bize yansıyan eğilim, sorgulamaya, tartışmaya açıklar ama pozisyonlarını hemen değiştirmeye de niyetli değiller. Kesin kanıtlara, kendi başlarına gelmiş deneyimlere ihtiyaçları var hâlâ. Başka bir gün yeniden buluşmak için ayrılırken “Bunları yeniden konuşmalıyız.” diyorlar. Vedalaşıyoruz.