Depo ve liman işçileri: Değişsin istiyorsan çaba göstereceksin
Depo ve liman işçileriyle ekonomik kriz ve yerel seçimleri konuştuk.
Fotoğraf: Pixabay
Muzaffer ÖZTÜRK
Sinan CEVİZ
İstanbul
Beş yıl önce 20 liraya dolan pazar filesinin bugün 100 liraya ancak yarısını doldurabildiklerini söyleyen depo ve liman işçileri, “Krizi iliklerimize kadar hissediyoruz” diyor. Geçen süre, dağın tepesinden yuvarlanan azgın bir çığ gibi işçilerin az çok kurallı çalışma koşullarını ve görece yüksek ücretlerini yerle yeksan etmiş.
Liman işçileri de depo işçileri de bugün asgari ücret alıyor. Bir dönem aldıkları ücret nedeniyle ‘ayrıcalıklı’ sayılan işçiler, bugün boş gezen akrabalarına bile limanda işe girmeyi tavsiye etmiyor. Zira eskiden dolar ve markla çalışan liman işçisi, bugün çay markası alamaz durumda. “10 yıl önce 1300 lira ücret alıyorduk. Düşün 10 yıl sonra 2 bin lira yani asgari ücret alıyoruz” diyorlar. Depo işçileri için de durum farklı değil. 10 yıllık bir işçiyle yeni işçinin aldığı ücret arasındaki fark, sadece 75 lira.
DANAYA GİRİLİRDİ ŞİMDİ BALIĞA GİRİYORUZ!
Geçim sıkıntısı nedeniyle ek iş yapmak, fazla mesaiye kalmak yaşamlarının olağan faaliyeti haline gelmiş. Bir depo işçisi bir seferinde işten eve 16 gün sonra döndüğünü söylüyor: “Beni yine bırakmayacaklardı da artık insanlıktan çıkmıştım. Eve gittiğimde çocuğum beni tanımayacak, kim bu adam diye soracak dedim de öyle gidebildim. İster hasta ol, ister ölür ol kalıyorsun mesaiye...”
Patronların, özellikle de depo patronlarının, işçileri “hizaya” sokma yöntemlerinin başında fazla mesaiye kalmayı yasaklamak geliyor. Çünkü fazla mesai, eşinle çocuğunla görüşememek anlamına gelse de ev geçimini sağlamanın tek yolu.
Ambarlı Limanının yanında bulunan balık halinden kasayla ucuza balık alıp paylaşmak gibi yöntemlere de başvuruyor işçiler. Bir depo işçisi espriyle “Eskiden danaya girilirdi şimdi balığa giriyoruz” diyor. Örnekler çoğalıyor ve hep aynı söze bağlanıyor: “Ne yapacaksın işte, yaşamaya çalışıyoruz!”
Gelecek umutlu mu peki? İstisnasız tüm işçiler “Hayır” diyor. Asgari ücret zammı daha almadan eridi, büyük limanların patronları ise şimdiden “Zam beklemeyin” demeye başlamış.
Peki, krizle birlikte daha da ağırlaşan geçim derdi seçimlere yansıyacak mı? Bu sorunun yanıtını almak için doğru yerdeyiz. Zira görüştüklerimiz arasında Türk, Kürt, Alevi, Sünni, AKP’li, CHP’li, EMEP’li, HDP’li... farklı bölgelerden, farklı mezheplerden, farklı siyasi görüşlerden işçiler var. Çoğu Liman-İş örgütlenmesinde görev almış, ileri çıkmış işçiler. Bu yüzden ayrım yapmaksızın bir çok işçiyle iyi ilişkileri olan, bir araya gelen, konuşan tartışan işçiler; dolayısıyla gözlemleri önemli.
‘AKP’LİLER ARASINDA SANDIĞA GİTMEME EĞİLİMİ VAR’
Parmağında ay yıldızlı yüzük taşıyan genç bir depo işçisi alıyor ilk sözü. Yıllarca MHP’ye oy vermiş ama son dönem AKP’ye desteği nedeniyle oy vermeyi kesmiş. “AKP’ye destek verdiği sürece de oy vermeyeceğim” diyor. İşyerindeki AKP’li işçiler arasında küfürlü konuşup oy vermeyeceğini söyleyenlerin sayısının artığını anlatıyor. “Peki, kime oy verecekler?” sorusuna ise “Alternatif yok diyorlar, bu nedenle de sandığa gitmeyeceklerini söylüyorlar” yanıtını veriyor.
Diğer depo işçileri ile liman işçilerinin işyerleri ve mahallelerinden aktardıkları da onu destekliyor. “Tepki hiçbir seçimde olmadığı kadar fazla. Geçen seçimde de benzer şeyler söyleniyordu ama hiç bu kadar kararlı dile getirilmiyordu. Silkelememiz gerekir diyenler var...”
Menzil tarikatına destek verdiğini söyleyen bir işçi de “Menzilci olup da Ak Parti’ye oy vermeyecek işçi de çok. Ben onlardan biriyim” diyor. Tarikat liderlerinden biri gelip oy verme çağrısı yapsa bile “kesinlikle AKP’ye oy vermeyeceğini” söylüyor ve ekliyor, “Vermeyecek çok sayıda da kişi tanıyorum.”
OPERASYON U DÖNÜŞÜ YAPTIRABİLİR Mİ?
AKP ve MHP’nin “yerel seçimi ülkenin beka sorunu” ilan eden açıklamalarını hatırlatıyoruz. MHP’li işçi “Beka sorunundan çok patates soğana ve asgari ücrete odaklanmış durumda işçiler. Artık kimsenin sokağa çıkıp, milliyetçi gösterilere katılacak hali yok” diye konuşuyor. Bu durumun seçim gününe kadar sürüp sürmeyeceğine ilişkin sorumuza ise kimse kesin bir şekilde “Devam eder” diye yanıt veremiyor. Suriye’de bir operasyon, milliyetçiliğin kışkırtılabileceği herhangi bir olayın pek çok kişiye “U dönüşü yaptırabileceğini” söylüyor işçiler. Bir işçi, MHP’li bir tanıdığının “Biliyoruz bu operasyonları seçim için, oy için yapıyorlar ama yapılınca da taraf olmak zorunda kalıyoruz” sözlerini aktarıyor. Ancak yine de olası bir operasyonun, geçmiş seçimlere göre daha az etkili olacağını düşünüyorlar.
BİRLİK OLMAK GEREKİR AMA...
İşçiler durumlarının sadece seçim sonuçlarıyla, AKP’nin “silkelenmesiyle”, hatta iktidarı kaybetmesiyle düzelmeyeceğinin farkında:
Nasıl düzelir?
- Birlik olmak gerekir.
İşçiler nasıl birlik olur?
- Borcu düşerse... O zaman cesaretlenir, işten atılma korkusu azalır.
Borç kendiliğinden düşer mi? Aksine rakamlar borçlanmanın artığını gösteriyor...
- Düşmez!
O zaman nasıl birlik olunacak?
- İnsanlar çırpınıyor, birileri de bakıp onlar çırpınıyor biz de çırpınmalıyız demeli.
Tamam da ama diğerleri katılmadan senin sorunun da çözülmüyor, onlar da kendiliğinden katılmıyor...
- Evet
Peki, ne yapılması gerekir?
- Birlik olmak gerekir...
Peki, işçiler nasıl birlik olur?..
İŞÇİ ÖNCE KENDİNE GÜVENMELİ
Sohbet hep ‘Nasıl?’ sorusunda takılıyor. Bunun nedeni bilmezlik değil, en azından herkes için değil; yaşanmış tecrübelerin acımasızlığı da var. Ücretin ödenmesi gibi temel bir hak için imza toplandığında “ele başlarının” ispiyon edilmesi, patron karşılarına çıktığında tabiri caizse zurnanın zırt dediği yerde “Ben memnunum kardeşim, kim ne yaparsa yapsın” diyenler olması, sendikalaşan arkadaşın satılması, başarısız örgütlenme girişimleri, en ufak bir hak arayışında polisinden hakimine valisine devleti karşılarında görmeleri ve “bir ay çalışmazsak iki ay aç gezeriz” korkusu...
“Herkes değişim istiyor ama kimse birbirine güvenmiyor” diye söze giriyor Emek Partili liman işçisi, “Önce kendine güvenecek işçi. Kendine güvenmeyen yanındaki işçiye de güvenemez. Kardeşim zaten 2 bin liraya çalışıyoruz. Atılsak ne olacak? Bu paraya zaten iş buluruz. Ama bunu göze almazsak her şey daha da kötüye gider.” Örgütlenme deneyimi olan bir depo işçisi de şunları söylüyor: “İnsanlar birbirine yayacak; 3 kişi 13 kişi olacak, 13 kişi 23 kişi olacak... İşçiler birleşirse zaten iktidarı da alır. Her şey emektir, zamandır. Olana herkes katılır, önemli olan olurken yer almak.”
ACISIZ VE ZAHMETSİZ... BÖYLE BİR DÜNYA YOK!
İşçiler arasındaki genel algı kabaca “siyasetin oy vermek, siyaset yapmanın da genel başkanların oy toplaması” olduğu yönünde. “Mesela ücretlerin yükseltilmesini istemek, gelir dağılımında adalet talep etmek için mücadele siyaset değil mi?” sorusunu yöneltiyoruz. Çoğunun yanıtı “Hayır” oluyor.
Emek Partili işçi buna itiraz ederek; kendi talepleri için birleşmesinin ve mücadele etmesinin işçinin kendi siyaseti, asıl yapması gereken siyaset olduğunu söylüyor. Oy verme üzerine kurulu siyaset algısıyla hareket ettikleri için, en kitlesel kesimi oluşturmalarına rağmen birlik olamayan işçilerin karar alma süreçlerine katılamadığını, taleplerinin hiçbir yerde dikkate alınmadığını belirterek, şöyle diyor: “Esenyurt mesela. En fazla işçiler yaşıyor ama kimse işçiye ne istiyorsun diye sormuyor. Bizim, işçiler olarak anlayışımıza uygun bir yerel yönetim için mücadele etmemiz gerekiyor. Bu işe de ufaktan başlayabiliriz. Hiç değil muhtarlık için, kendi aramızdan bir aday çıkarabiliriz.”
Başka bir işçi, “Biz daha kendi işimiz, ücretimiz için bir araya gelemiyoruz” diye yakınıyor, “Sendikaya üye olan bir işçi var mesela bana diyor ki ne zaman yetki alınacak alınmayacaksa ben istifa edeceğim. Sanki benim bir çıkarım var. Kardeşim sen kendin için üye olmadın mı… Bekliyor ki yetki alınacak, ama kendisi karışmayacak her şey düzelecek...”
Bir başkası da “Acısız ve zahmetsiz olsun istiyorlar. Böyle bir dünya yok” diye kızıyor ve zahmetsiz elde edilenle yetinme duygusu arasındaki bağı şöyle anlatıyor: “Bir işçi var, AKP’li, ekonomik sıkıntılardan dolayı sövüp sayıyordu. Ama asgari ücrete yapılan zam sonrası ‘Bak Tayyip baba ne yaptı’ demeye başladı. Bir kilo peynir 10 liradan 30 liraya çıkmış. Yapılan zam yetiyor mu, yetmiyor. Patronlar daha çoğunu verebilir güçte mi, evet. Ama bu fazlaymış gibi geliyor ona, çünkü daha fazlası için hiçbir şey yapmadı...”
Başka bir işçinin sözleri de bu “zahmetsiz elde etme” isteği ile AKP’li işçilerin sıkça dile getirdiği “alternatif göremiyoruz” sözü arasındaki paralelliğe işaret ediyor: “Alternatif yok diyor, çünkü öteki zahmetli. Uğraşmak, çalışmak, bedel ödemeyi göze almak gerekiyor. Göze almayınca da bu duruma düşüyorsun. Değişecekse çaba göstereceksin başka yolu yok.”
GENÇLER İKTİDARA DESTEĞİNİ KESİYOR
İşçilerin dikkat çektiği bir diğer nokta, AKP’ye desteğini çekenlerin çoğunlukla gençler olduğu. Geçmişte AKP’ye oy veren, hatta üyesi olmuş genç işçiler, kendilerini iktidar partisinden uzaklaştıran nedenleri şöyle anlatıyor:
- “Köyle burası çok farklı. Köyde su bedava, kendin ekiyorsun, ektiğini yiyorsun. Sonra da bundan iyisi mi var diyorsun. Ama kente gelince durum değişti. İki çocuğum var. Hak etmediğin fatura geliyor, çalışma koşulları ağır, ücretler düşük. Dört yıl önce AKP’liydim, artık değilim.”
- “Üyeliğim ve desteğim 2009’a kadar sürdü. Ama kayırma olayı arttı, eğitimde fırsat eşitliği dediler, her yanda kolejler açılırken fakirlerin hiçbir şeyi kalmadı. Ayrımcılık yapıldığını da gördüm. Bunların arkasının geleceğini gördüğüm için de koptum.”
- “Yönetenler vatan kelimesini ağızlarından düşürmüyor ama toprak mı kaldı. Köprüler senin değil, yol senin değil, Telekom fabrikalar özelleştirildi artık bizim değil. Diğer fabrikalarda yapılan üretim de senin değil hep yabancı sermaye...”