30 Eylül 2012 12:00

Neşet Ertaş: Ezilenlerin sesi

Neşet Ertaş’la hem yaşıt hem de hemşeri idik. Yeniyetme çağlarında  Çağırkan köyünde ve Kel Hüseyin’in Oda’nın önünde bir düğün için zenne (kadın) giyisileri içinde köçek oynadığı günü bugün gibi anımsıyorum. Kışın karında buzunda dışarıda davul zurna ç

Neşet Ertaş: Ezilenlerin sesi
Paylaş
Hasan Kıyafet

Bugün Kırşehir’lilerin hemşehri olarak kıvandığı Neşet Ertaş Alevi inanç kökenli birisidir. Bir lakap gibi algılanan Abdal’llığı da buradan gelir. Bilindiği gibi Abdallık Alevi inancında bir mertebe, rütbedir. Hakka kendinden geçercesine yakın durduğuna inanan insanlara bu ad verilir. Neşet Abdallık, çalgıcılık ve daha önemlisi yoksulluk sıfatı ile çifte horlanmış ve ezilmiştir. Ama şimdi peşinden methiyeler düzen etkili ve yetkililerimiz, onun bu yanlarını görmezden gelerek “Bozkırın ozanı, Anadolu’nun tezenesi gibi “ çafcaflı “sözler ediyorlar. Oysa onun asıl özelliği olan “Ezilenlerin Çığlığı” gerçeğini hiç söylemiyorlar. Evet Neşet Ertaş tartışmasız, yoksulların emekçilerin ezilenlerin güçlü bir çığlığı idi. Ayrıca yurdunu yuvasını terk edip Almanya’lara falan gidişi de ekmek sorunu içindi kuşkusuz. Bir sanatçı dilini anlamadığı bir ülkeye gönlüyle gider ve gönlünce sanat yapabilir mi?
Neşet 1938 de Çiçekdağı’nda doğdu. Küçük yaşta annesini kaybettikten sonra yine kendisi gibi ünlü ozanımız babası Muharrem Ertaş’ın peşinde o köy senin bu köy benim Anadolu bozkırında düğün, nişan dolaşıp durdu. Yani sabit bir mekanı olmadı. Her yoksul çocuğu gibi çok çekti ve çocukluğu kuru tarlada bir kovanotu gibi kavrulup geçti. Belki bu nedenle o çocukluğunu pek anlatmak istememiş, yani çocukluğuna dönmek istememiştir. Çocukluktan gençliğe geçişte zorunlu yaptığı köçeklik serüveni de güzel değildir. O parmağındaki çarpanaları (zil) üzerindeki zenne giyisilerini boşuna çıkarıp atmamıştır.…
Her neyse zaman yürüdü devran döndü fakat bu gün yitirdiğimiz Neşet Ertaş kolay Neşet Ertaş olmadı. Her değerli insan gibi yaşarken değerini pek bilmediğimiz Neşet’in değerini öldükten sonra bilmeye başladık gibime gelir. Duyduk ki Devlet Töreni yapılacakmış. Belki babası Muharrem Ertaş’ınki gibi heykelini de dikeriz. Süleyman Demirel’in elinden Devlet Sanatçısı madalyasını almayacak kadar dik durmasını bilen hemşerime şimdi devlet tören yapıyor. Hani o güzel halk deyişinde olduğu üzre insanın:  “… Dar günümde ağlaman yar / Daha ağlamasın öldükten sonra…” diyesi geliyor.
Yıl 1976 idi. Kaman yöresinin Abdal’larıyla ilgili bir röportaj yapmıştım ve Vatan Gazetesi’nde yayınlanmıştı. Orada bir röportaja sığmayacak kadar çok sorunlarının olduğunu görmüştüm. Onca sıkıntının yoksulluğun arasında kendilerine özgü Bektaşi fıkralarını da eksik etmiyorlardı. Musa adındaki zurnacı arkadaşa Neşet’in bir yardımı oluyor mu size demiştim de şu yanıtı almıştım: “Kurban olduğum olmaz mı oluyor elbette. Yakışıklı bir fotoğrafını verdi, bak karşı duvarda asılı duruyor. Daha ne yardım etsin…”
Her şeye karşın bütün Abdallar Neşet’le övünmenin ötesinde onun başı için yemin bile ediyorlardı. Örneğin birisi bir konuda doğruluğunu kanıtlamak için:”Yalanım varsa Neşet Ağam çarpsın” gibi…
Hadi sevgili hemşerim yattığın yer ışık seli ve de bütün ezilenlerin başı sağ olsun…

ÖNCEKİ HABER

Kiralık işçiler yine topun ağzında

SONRAKİ HABER

Tecavüz davası sanığına verilen destek geri çekilsin!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa