Dizi-film platformlarının Türkiye’deki kısa geçmişi
Abonelikli isteğe bağlı video servislerine mercek tuttuğumuz dosyamızın ilk yazısında dizi-film platformlarının geçmişine kısa bir bakış attık.
Fotoğraf: Pixabay
Hazırlayanlar: Duygu Ayber Gültekin, Okan Başal, Onur Kavak, İsmail Gökhan Bayram, Olgun Dursun
Netflix, Amazon Prime, Hulu, Apple TV, puhutv, BluTV, Turkcell TV Plus gibi çevrimiçi içerik servislerinin adlarını son dönemde sıkça duyar olduk. IMDB ve YouTube da bu alanda önemli adımlar atmaya başladı. Genellikle belli bir aylık ücret karşılığı hizmet sunan ve geniş kitlelere ulaşan bu servisler, medyanın ve eğlence sektörünün önde gelen aktörleri arasına girdi. Dosyamızda, abonelikli isteğe bağlı video servislerinin izleyici alışkanlıklarına, televizyona, sinemaya ve festivallere etkilerini masaya yatırdık. İlk yazımızda, filmlerin beyaz perdeden evlerimizin salonlarına, dizilerin korsan CD’ci raflarından internet adreslerine yolculuğunu ele aldık.
Olgun DURSUN
Pazar günleri TRT’de western ya da spagetti western filmlerin oynamaya başladığı günlerden beri, evde oturup dizi-film izleme alışkanlığımız var. Elbette yöntemleri yıldan yıla değişti, gelişti. Almanya’dan gelenlerin bir ihtimal yanında getirdiği, televizyonun altında tozlanan VHS oynatıcılar 2000’lerin başlarında yerini yavaş yavaş VCD oynatıcılara bırakırken, müzik kasetleri satan işportacılar da tezgahlarını CD’lerle dolduruyordu. Ana haber bültenlerinin favorisi olan “korsan CD” operasyonları hız kesmeden devam etse de baskınların hızı film CD’lerinin çoğalma hızına bir türlü erişemiyordu. Yalnızca işportacılarda değil, her semtte en az birkaç tanesine rastlanılacak dükkanlarda da “korsan CD-DVD” satışı vardı.
2000’lerin başında Internet bugünkü kadar yaygın değildi Türkiye’de de dünyada da. Bireysel kullanıcılara sunulan hız ise bırakın video izlemeyi, şöyle büyükçe boyutlu bir resmi açmaya bile fazlasıyla nazlanan bir yavaşlıktaydı. Takriben 2005 yılından sonra Türkiye’de Internet kullanımı katlanarak arttı. Aynı dönemde torrent ile dizi-film indirme furyasının da başladığını söylemek mümkün.
Daha önceleri CD-DVD ile belirlenen ortamda diziler çoğunlukla yer bulamazken, torrent kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber yabancı dizi izleme alışkanlığı da yayıldı. Bu dönemin en sembolik dizileri Lost ile Prison Break. Televizyonda aynı saatte yayımlanan dizilerden birini seçmek gerekirdi ya, bu dizilerin izleyicileri de “ya o ya bu” gibi bir karşılaştırmayla, “Lost mu Prison Break mi?” tartışmasına giriyorlardı forumlarda. Yeni bölüm çıktıkça torrent ile indirmeye koyulanlar, yine de bu dizilerin izleyicileri arasında çoğunluğu oluşturamıyordu. Torrent ile uğraşamayan, zorlanan pek çok insan, ya yine soluğu CD-DVD satıcılarında alıyor, ya da “bir arkadaşının” indirmesini bekliyordu. VCD oynatıcıların apartmana yayın yapması gibi, 15 inç tüplü ekranların başına toplanıp Lost izlerken “Jack mi Sawyer mı” tartışmasına giriyordu insanlar. Sene olsa olsa 2007-2008 idi.
BU SIRADA DÜNYA
Korsan CD-DVD işlerinin Türkiye’deki kadar “rahat” işleyemediği Avrupa ülkeleri ile Amerika’da nispeten farklı bir hikaye söz konusuydu. “Korsan CD” çalışmama gibi bir riski her zaman taşıdığı için, daha garanti görünen bir yöntem olarak, yasal olarak CD-DVD kiralama yolu izleniyordu buralarda. Örneğin Amerika’da bu işi yapan Blockbuster, Netflix gibi şirketler ciddi hacimde işler yürütüyordu. 1997’de kurulan Netflix, birkaç sene sonra film başı kiralama ücreti yerine aylık abonelik sistemine geçti. Kiralanan DVD’ler yüzünden aboneler gecikme cezası da kargo ücreti de ödemiyordu. Gerçi pek kâr da edilmiyordu.
2000’lerin ortasında, bir nevi uydu alıcı yardımıyla filmleri yayabilecekleri bir servis planlasalar da YouTube’un tuttuğunu görünce, elde olanın dışında bir donanım gerektirmeden, Internet üzerinden yayın yapmaya odaklanan Netflix, 2007’de bu yola girdi.
2010 YILINA DOĞRU TÜRKİYE’DE ATMOSFER
Abonelik ücretli dizi-film platformları bilinmeyen bir kavramdı 2010’a gelinirken. Fakat torrentten indirdiği filmleri bir siteye koyup, sitenin her yanına reklam koyup, reklam gelirleriyle “Voleyi vurabileceğini” anlayan çok sayıda girişimci ruh sayesinde, hangi dizi, hangi film izlenmek isteniyorsa Google’a “dizi izle” yazarak tarayıcılar üzerinden ulaşma imkanı doğdu.
Bu reklam vahası sitelerin başına sık sık iş açılıyordu. Ama aynı “korsan CD operasyonları” gibi, kapanan her site yerine beş tanesi daha açıldığı için sonu gelemiyordu. Akıllı telefonlar da yayılınca, kimi yerli dizi yapımcıları kendi dizilerini ya yayıncı kanalın sitesine ya da YouTube’a yükleyerek “Madem izleyecekler, bari reklam geliri bizim olsun” dedi.
REKLAM YETMEZ, ABONELİK GEREK
Fakat yalnızca reklam geliriyle yetinilecek değildi elbette. Birkaç sene içinde abonelik yoluyla işleyen pek çok platform açıldı. 2010 yılında aslında bir nevi “kablo TV” olan Tivibu, 2012 yılında Turkcell TV+, 2016 yılında D-Smart’a bağlı BluTV ile Doğuş Holdinge bağlı puhutv kuruldu. Neredeyse bir kırılma noktası olarak görebileceğimiz 2016’nın asıl büyük olayı ise, dokuz sene önce internet yayıncılığına başlayıp ortalığı kasıp kavuran Netflix’in Türkiye’ye gelmesidir.
Netflix Türkiye’ye ilk geldiğinde öteki ülkelerde yayımladıklarıyla kıyaslanamayacak kadar az içerik sunduğu için beklenen heyecanı yaratmadı. Fakat Türkiye’deki yayıncılık tekellerin “Meydanı boş bırakmama” refleksiyle BluTV ile puhutv adımlarını atmalarını beraberinde getirdi. Yalnızca yapılmış filmlerin, dizilerin telifini alıp yayımlamak değil, aynı zamanda kendi yapımlarını ortaya çıkarmak bakımından da bir yarışa girildi Netflix ile.
Bugün BluTV ile puhutv kullanıcılarının üçte biri, aynı zamanda Netflix abonesi. Bu tercih büyük oranda Netflix’in özgün yapımlarından kaynaklanıyor. Uluslararası bir yayıncı olmanın getirdiği avantajları sonuna kadar kullanan Netflix, Türkiye’de de kendi yapımlarını üretmeye ‘Hakan: Muhafız’ ile başladı, devamını getirmeye niyetleniyor. Saadettin
Teksoy’lu Stranger Things reklamı, mahalle temalı Bright reklamı, Galata, Taksim, Kapalıçarşı dolaylarında, vapurda maskelilerin gezdiği La Casa de Papel reklamı gibi işlerle “Biz burada kalıcıyız” diyor adeta.
Peki, “Aylık 30 lira verin, sizi reklamlardan, zamanlaması kaymış kötü çevrilmiş alt yazılardan, düşük kaliteli görüntüden kurtaralım, hatta üzerine bir de internet paketi verelim” diyen şirketler arasındaki rekabet nasıl sonuçlanacak? Abonelik sistemiyle çalışan bu platformlar bizim film-dizi izleme alışkanlıklarımızı nasıl şekillendirecek? Televizyon izlenmez mi artık? Sinemadaki dağıtım tekellerinin koltuğu sarsılır mı? Yerine gelen şey daha özgür bir dağıtım mı olur, yoksa sadece bir başka tekel mi devralır işi? Bizim mahalledeki korsan CD’ci daha kaç yıl açık kalır? Bunlar, bahsettiğimiz servislerin kısa bir geçmişini sunduktan sonra cevaplanmayı bekleyen soruların bazıları.
RAKAMLAR NE SÖYLÜYOR?
Sandwine’ın ekim 2018 tarihli küresel ınternet olgu raporuna göre indirme yönündeki internet trafiğinin yüzde 58’ini çeşitli video servisleri oluşturuyor. Netflix tüm internet trafiği içinde yüzde 15’lik payı ile başı çekiyor. Netflix’in internet trafiği içindeki payı ABD’de yüzde 19’lara kadar çıkıyor. Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’yı içeren EMEA bölgesinin internet trafiğinde ise Youtube yüzde 16.1 ile ilk sırayı alırken Netflix yüzde 12.99 ile ikinci sırada.
- Netflix kullanıcıları 2017’de günde 140 milyon saat video izledi
- ABD’de ücretli kablo TV servislerinden vazgeçenlerin oranı yüzde 25’i aştı
- eMarketer verilerine göre dünya genelinde abonelikli isteğe bağlı video servislerini kullananların sayısı 765 milyonu aştı
- 2017’de yeni içerikler için Hulu2.5 milyar dolar, Amazon 4.5 milyar dolar, Netflix ise yaklaşık 6 milyar dolar harcadı
- Ortalama Netflix kullanıcısı yılda 160 saat reklam izlemekten kurtuluyor
- Netflix kullanıcılarının üçte ikisi hesaplarını başkalarıyla paylaşıyor
Statista’nın verilerine göre Türkiye’de abonelikli isteğe bağlı video servislerini kullananların sayısı 8.7 milyon. Bu sayının 2021’de 10 milyona ulaşması bekleniyor. Bu servisleri en yoğun kullanan yaş gurubu 25-34 yaş aralığı ve kullanıcıların yüzde 63.3’ünü erkekler oluşturuyor.