1973 Şili darbesi: Neoliberal laboratuvarın “mucize”si
ABD, Şili darbesiyle ülkeyi neoliberal bir laboratuvara dönüştürdü. Politik ve ekonomik şiddetin el ele yürüdüğü bu reçete Türkiye’ye de uygulandı.
11 Eylül 1973'te Şili Başkanlık Sarayı'nın bombalanması | Fotoğraf: Biblioteca del Congresa Nacional/Wikimedia Commonsc(CC BY 3.0 cl)
Mithat Fabian SÖZMEN
“Çoğunluğun baskıyla susturulması ve ayrıcalıklı azınlığa ‘ekonomik özgürlük’ sağlanması bir paranın iki yüzüdür.”
Şili’nin darbeyle devrilen lideri Salvador Allende’nin en güvendiği isimlerden Orlando Letelier’in Ağustos 1976’da The Nation’a yazdığı makaleden.
Tarihte bir ekonomiste ait en utanmaz terimlerden biri 1980’lerde ortaya çıktı: “Şili mucizesi.” Milton Friedman’a ait bu “mucize” tanımı ile neyin kastedildiğine ve gerçeğin ne olduğuna bakmak için öncelikle Şili’nin 1973 darbesine uzanan hikayesini anlatalım.
19. YÜZYIL: PASİFİK SAVAŞI
19. yüzyılda önce guano sonra güherçilenin (potasyum nitrat) besleyici gücünün İngiliz bilim insanlarınca keşfedilmesi sonrası Latin Amerika’nın Pasifik Okyanusu kıyılarının kıymeti daha da arttı. İngilizlerin gözü buradaydı ve önce Peru sonra Bolivya’nın Antofagasta vilayeti ve Şili, güherçile üretimi ve ticaretinin merkezi oldu. Zamanla güherçile ticaretinden hak ettiği payı alamadığını düşünen Bolivya kendi sınırları içerisindeki güherçile kaynaklarını vergilendirdi ve bu, Şili ile ilişkilerin gerginleşmesine neden oldu. 1879’da Pasifik Savaşı patlak verdi ki bu savaşın başka -ve daha doğru- bir adı da Güherçile Savaşı’ydı. Bolivya ve Peru'nun Şili’ye karşı ittifak yaptığı savaşta Şili önemli bir zafer elde etti ve Bolivya’nın Antofagasta ve Puna de Atacama bölgeleri ile Peru’nun Tarrapaca bölgesini ele geçirdi. Şili, hem kendi dar topraklarını genişletmiş hem güherçile üretimindeki rolünü artırmış hem de Bolivya’nın denizle bağını kesmişti. Ancak daha da önemlisi 20. yüzyılda değeri anlaşılacak olan bakır madenlerini topraklarına katmış olmasıydı.
20. YÜZYILIN BAŞINDA SİYASİ ATMOSFER
19. yüzyılın sonundaki bu gelişmeler ve tüm bu olan bitenin asıl kazananı İngiliz emperyalizmiyle olan ilişkileri, 20. yüzyılın başında Şili’ye ekonomik olarak daha güçlü bir yapı sağlamış, kısmi müreffeh koşullar ve endüstri, işçi sınıfıyla birlikte küçük bir orta sınıfın da oluşmasına olanak vermişti.
Büyük zenginliklerin yanında devasa bir eşitsizliği de barındıran bu yapı 1920’lerin başında sol eğilimli, popülist, sosyalist hatta komünist siyasi partilerin ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. 1920’de popülist programıyla Arturo Alessandri’nin seçilmesini sağlayan bu politik atmosfer, 1924’te darbeyle sonlandı. 1932’de kısa süreli bir “Şili Sosyalist Cumhuriyeti” deneyimi dahi yaşansa da bu tarih artık 20 yıllık sosyal demokrat iktidarın başlangıcıydı.
“BAKIRIN EFENDİLERİ, ŞİLİ’NİN EFENDİLERİ”
1930’larda Şili de ABD’den yayılan ekonomik krizin etkisi altındaydı. Ekonomide artık esas belirleyen ülkenin zengin bakır madenleriydi ve bu madenlerin çoğu ABD’li tekellere aitti.
1970’te Salvador Allende’nin öncülüğünde çok sayıda sol grubu bünyesinde toplayan Halk Birliği koalisyonu seçimi kazanana kadar bakır tekelleri Şili’nin üzerinden 4 milyar dolar kazanç sağladı. Buna karşılık Şili’ye yaptıkları yatırım 800 milyon doları aşmıyordu ve bu ekonomik dengesizlik, Eduardo Galeano’nun deyimiyle “Bakırın efendileri”ni “Şili’nin efendileri” yapıyordu. 1945’ten sonra bakır üretimi yüzde 50 oranında artarken işçi sayısı ise üçte bir oranında azalmıştı. Bakır üretimini elinde bulunduran Anaconda Bakır Madenciliği Şirketi ve Kennecott Bakır Madenciliği Şirketi, Şilili işçilerin ucuz işgücünden sonuna kadar yararlanıyordu. 1964’te aynı şirketin Şili’de çalışan işçilerinin ücreti, ABD’dekilerin 8’de 1’iydi.
HALK BİRLİĞİNİN KAMULAŞTIRMALAR SÜRECİ
Ancak Halk Birliğinin seçim zaferi sonrası bu saltanat sona ermeye başladı. Allende’nin deyişiyle bakır, ABD’nin güdümündeki sağcı-gerici grupların kamulaştırma politikasına karşı yürüttüğü dezenformasyona dayalı propagandaya rağmen “Pançosuyla mahmuzlarını geçirdiği gibi Şilili oldu.”
Allende hükümeti döneminde Şili’de eşitsizliğe karşı atılan adımlar, kamulaştırmalar ve genel olarak demokratikleşme hamleleri, tarihte bu ülkenin görmediği seviyelerdeydi. Ancak 1970’lere gelene kadar Guatemala, Bolivya, Brezilya, Dominik Cumhuriyeti gibi Latin Amerika’daki bir dizi ülkede başarılı darbeler gerçekleştirmiş olan ABD, emperyalist çıkarlarının altını oyan bu ilerlemelere karşı sessiz kalmayacaktı.
ABD DARBESİ
Allende iktidarının ilk gününden itibaren Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger ve CIA’in elinde 3 başlı bir harekat planı vardı:
- Halk Birliği hükümetinin düşmanlarını milyonlarca dolarla beslemek
- Şili ordusunu darbeye hazırlamak
- Allende hükümetinin halk için kazanımlarını(başta kamulaştırmalar olmak üzere) tersine çevirecek agresif bir ekonomik politika izlemek.
11 Eylül 1973’te Salvador Allende hükümeti, Şili Başkanlık Sarayı’nı bombalamaya kadar varan askeri darbe süreciyle yıkıldı. Allende’nin intihar ettiği iddia edildi ve Şili’de kanlı Diktatör Pinochet yönetimine geçildi. Ancak kimileri için bu dönem “Şili Mucizesi”nin başlangıcıydı!
CHICAGO ÇOCUKLARI VE “ŞİLİ MUCİZESİ”
Prof. Milton Friedman’ın, 1957-1970 arasında Chicago Üniversitesinde okuttuğu isimlerin, 1973 darbesi sonrası Şili ekonomisinde yarattıkları dönüşümü “Şili Mucizesi” terimiyle literatüre sokan Friedman’a göre “Mucize”, uygulanan ekonomik programın başarısından öte bir askeri cuntanın bu programın hayata geçirilmesine izin veriyor olmasıydı. Öyle ki “Ekonomik programla birlikte Şili hızla yeniden demokratik düzenin tesisine doğru ilerliyordu!” Friedman’ın “Mucize”sinde “askeri cunta” kağıt üzerinde 1980’de sona erdi ve General Augusto Pinochet bir anayasa değişikliğiyle 8 yıl daha devlet başkanlığı yapabildi. 1988’deki plebisitte ise Pinochet’nin iktidarını 8 yıl daha uzatması halk tarafından reddedildi ve Friedman’ın “Mucize”si tamamına erdi! 1990’da “olağan” demokratik düzene dönülmüştü tabii artık Şili’de “demokratik” denebilecek bir şey kaldıysa!
“MUCİZE”Yİ MÜMKÜN KILAN BASKI VE TERÖRDÜ
Friedman’ın “Mucize” süreci boyunca 3 bin 200 kişi öldürülmüş, on binlerce kişi tutuklanmış, siyasi protesto ve muhalefet tümden yasaklanmış, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne dair her şey çöpe atılmış, 200 bini aşkın insan sürgüne zorlanmıştı!
Ancak ekonomide olan bitenler de en az bu trajediler kadar çarpıcıydı.
Allende’nin ABD Büyükelçiliği, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı yapan “yoldaşı” Orlando Letelier’in, Şili’de yaşandığı iddia edilen “ekonomik başarı”ya dair Ağustos 1976’da The Nation’da yazdığı “Şili’deki Chicago çocukları: Ekonomik özgürlüğün berbat bilançosu” makalesi büyük ses getirmişti. Letelier, dünyanın Şili’deki antidemokratik uygulamalara tepki gösterirken “Chicago çocukları”nın acımasız ekonomik metotlarına karşı sessiz kaldığını söylüyordu. Özelleştirme, sendikasızlaştırma, temel tüketim maddeleri üzerindeki fiyat kontrolünün kaldırılması gibi uygulamalar, sadece Allende taraftarlarını, devrimcileri değil tüm emekçi halkı hedef alıyordu.
Ancak Letelier’in makalesinin en önemli noktası bu iki politikanın yani ekonomik uygulamalarla siyasi baskının birbirinden bağımsız olmadığını ortaya koymasıydı. Letelier, milyonlarca emekçinin çıkarlarına ters serbest piyasa dönüşümünü hayata geçirmeyi mümkün kılan şeyin cuntanın sistematik baskı ve terör politikası olduğunu söylüyordu: “Çoğunluğun baskıyla susturulması ve ayrıcalıklı azınlığa ‘ekonomik özgürlük’ sağlanması bir paranın iki yüzüdür.”
FRIEDMAN’IN “ŞOK TEDAVİ”Sİ
Letelier, ekonomi politikalarının merkezindeki “Chicago çocukları”nın hocaları Milton Friedman tarafından yönlendirildiğini söylüyordu. Pinochet ile de bizzat görüşmüş olan Friedman’ın bu dönemde kullandığı “Şok tedavi” kavramı, profesörün iddiasının aksine sadece “teknik bir tavsiye” değildi. Friedman da pekala, “ekonomik şiddeti hayata geçirebilmenin tek yolunun politik şiddet” olduğunu biliyordu. Naomi Klein, 3 yıl önce Letelier’in The Nation’daki yazısını kendi “Şok Doktrini” kavramıyla birleştirerek anımsattığı makalesinde Eduardo Galeano’nun tüm bu süreci “Bu eşitsizliğin devamı, elektro şok darbeleri olmaksızın nasıl sağlanabilir?” sözleriyle özetlediğini belirtti.
Letelier makaleden 1 ay sonra, 21 Eylül’de ABD’de suikastla öldürüldü. Suikastın arkasında kimlerin olduğunu tahmin etmek zor değildi! FBI araştırması, Letelier’in arabasına yerleştirilen bombanın Pinochet’nin gizli polisi için çalışan ABD’li Michael Townley’nin işi olduğunu ortaya çıkardı.
“MUCİZE” TÜRKİYE’YE DE İHRAÇ EDİLDİ
Şili, 1973’teki kanlı darbeyle neoliberalizm için bir laboratuvara dönüştürülmüştü. Bunun arkasında yaşananları “Mucize” diye tanımlayacak kadar pervasızlaşan Milton Friedman ve öğrencilerinin ötesinde ABD emperyalizminin, tekellerin çıkarları vardı. Nasıl ki “Guatemala modeli”yle başlayan darbeler süreci kısa sürede Latin Amerika’nın tüm ilerici, antiemperyalist hükümetlerine karşı uygulamaya konulduysa, “Şili mucizesi” de tüm dünyaya ihraç edilecekti. Neoliberalizmin aralarında Türkiye’nin de olduğu çok sayıda ülkede ama darbeyle ama başka yollarla hakim kılınmasını sağlayan bu oldu.
Yazıda yararlanılan kaynaklar:
- Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın kesik damarları
- Orlando Letelier, The ‘Chicago Boys’ in Chile: Economic Freedom’s Awful Toll
- Naomi Klein, 40 years ago this Chilean warned us about the Shock Doctrine. Then he was assassinated