Şehir hastanesi inşaatı işçisi yazdı: Kölelik, ölüm kaderimiz değil
Başakşehir Şehir Hastanesi inşaatından bir işçi: 'Düşük ücretle, aç karınla, şantiyede ıslanarak çalışmayacağız' demedikçe köleliği kaderimiz yaparız
İstanbul İkitelli Şehir Hastanesi inşaatı
Fotoğraf: Dev Yapı İş / Twitter
Başakşehir Şehir Hastanesi inşaatından bir işçi
İstanbul
İki çeşit kader vardır; biri alın yazısı kader: Kimi Kürt, kimi Hristiyan, kimi Hindu, kimi yoksul, kimi zengin vb. Diğeri ise ergenlik çağına girdikten sonra neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendi belirlediğin kaderindir.
Yoksul bir aile çocuğu olarak dünyaya geldik ama zengin ve hakkımızı sömürenlere köle olmak için onlara armağan olarak gelmedik. Ama biz çalışanlar yani yoksul kesim; zenginleri tanrılaştırdık ve onlar da bize köle gibi davrandılar.
Ne gariptir; bütün lüks binaları işçiler yapar ama hiçbiri o binalarda oturamaz. Arabalar yapar ama o arabalara binemez. Bütün silahları da işçiler yapar, hakkını isteyince o silah bizlere karşı tutulur. Bizim ürettiklerimizi satsınlar diye yoksulları birbirimize düşmanlaştırıp, patronları hedef almamızı istemezler. Bütün ilaç fabrikalarında da işçiler çalışır, ama ilacı alırken de parayla satın alır. Hiçbir hastalığı yok etmezler böylece o ilacın pazarlanıp yine işçilerin almasını sağlarlar.
Biz işçiler kendimize köle gözüyle bakmayalım. “Kölelik, ölüm, gözyaşı bizim kaderimiz değildir” demedikçe, “İnsanca eşit bir şekilde yaşayacağız” demedikçe, “Düşük ücretle, aç karınla, şantiyede ıslanarak çalışmayacağız” demedikçe köleliği kaderimiz yaparız.
Zenginler bizim gibi, gurbete giden aile gibi düşünemez. Gurbete giden biri için aç mı tok mu, hasta mı öldü mü diye düşünülür. Eve döner gurbetten işçi çocukları için ama onların bizden istedikleri hayatı nasıl vereceğiz? Onları nasıl giydireceğimizi düşünürken zenginlerin böyle bir kaygısı yok.
Bütün çalışan işçiler olmazsa patronlar yok olur. Size bir örnek vereyim; Başakşehir Şehir Hastanesinde ilk işe başladığımda az ve kurtlu yemek yerdik, maaşımız iki üç ayda bir verilirdi, yemekhaneye gidip oradan işe gidene kadar ıslanıp hastalanırdık.
İşe çıkmazsak çıkışımız verilirdi. İŞKUR’la işe alınanların primleri yatmazdı. İzne giderken çıkışımız verilirdi. Say say bitmiyor. İki saat iş bırakma eylemine gittik, basın görüntüler geçti az da olsa bizi dikkate alıp yemekhanenin yerini değiştirdiler. Yemek firmasını değiştirdiler. Demek ki hak istenince alınıyormuş. Bu kölelik koşulları bizi yönetenlerin işi; biz onlara muhtaç olalım, hep muhtaç olalım diyedir. Ses çıkartırsak işsizlikle terbiye eder gibi açlıktan ölmemizi istiyorlar.
Ama kölelik kader değil, bunu bize dayatan iktidardır. Biz işçiler birleşirsek, bizi köle görenler korkarlar. Onlar inşaatın soğuğunda nasıl çalışılır, asgari ücret ile nasıl geçinilir bilmezler. Çünkü onlar bizim yaşadığımız hayatı yaşamıyorlar. Onların hiç hakları gasbedilmemiş ki bizim nasıl yaşadığımızı anlasınlar.
Asgari ücretle çalışıyoruz o zaten yetmiyor bunu üç ayda bir veriyor çalıştığımız firma. Bizim gibi yoksul olup gurbete çıksalardı alın terinin karşılığını almadan evlerine dönselerdi, hasta hasta soğukta çalışsalardı bizi anlarlardı. Ama biz “provokatörüz”, “teröristiz” hakkımızı aradığımızda.
Ülkeyi yönetenler; yönetebilseydi, kriz olmasaydı, aç olmasaydı kimse. Patronlar “Biz yüz işçi çıkarırsak bin işçi aynı gün alırız” diyemezdi. Bizi yöneten iktidar ve patronlar, her kim bizi sömürmeye devam ederse hakkımızı almak için daha çok mücadele edeceğiz. Sonuçları ne olursa olsun...