Ütopya çarpıtmaları
George Orwell'in bugün bile güncelliğini koruduğu söylenen 1984 romanını inceledik.
Hazan İlik
Yıldız Teknik Üniversitesi
George Orwell’ın distopik –ya da ters ütopik- romanı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, 1949’da yayınlanmış olmasına rağmen “bugün bile güncelliğini koruyan”, “adeta Türkiye’yi anlatan” bir roman olduğu yaygın bir fikir olduğundan, özellikle son birkaç senedir kitapevlerinin en çok okunanlar listelerinde en üst sıralarda yerini koruyor. Belki de sayılamayacak kadar fazla kez incelemesi yapılmış bu kitaba bir kez daha bakalım.
İNANMAK VE İNANMAMAK ARASINDA YALPALANMAK
Roman, tek parti ile yönetilen ve oldukça totaliter bir ülke olan Okyanusya’da yaşayan, Winston Smith adlı bir adamın çevresinde dönüyor. Başkarakterimiz nispeten önemsiz, teknik işlerle uğraşan bir parti üyesidir. Buna rağmen partiden ve uygulamalarından sürekli şüphe duyar fakat bir süre kesin bir yargıya varamaz, partiye inanmak ile inanmamak arasında yalpalanır. Çünkü parti, geçmişi ve hatta bugünü inanılmaz derecede manipüle eder, dün yapılan açıklamalar ertesi gün tersine dönebilir ve bugünkü açıklamayla çelişen tüm yazılı belgeler yok edilir, yeniden düzenlenir ve böylece parti geçmişi sürekli tahakküm altında tutmayı başarır. Böylece partinin ve lideri Büyük Birader’in öngörülerinin şaşmaz ve mutlak doğrular olduğu sanrısı oluşturulur. Örneğin uçakları ve daha birçok şeyi partinin icat ettiği söylenir fakat Winston hayal meyal de olsa parti iktidara gelmeden önce de çocukken uçak gördüğünü hatırlar. Cumhurbaşkanının “Bizden önce burada üniversite var mıydı? Yok!” dediği şehirdeki üniversitenin aslında 1974 yılında kurulmuş olması gibi, bu memlekette yaşayan bizler açısından oldukça tanıdık ibareler barındırdığından kitapla bağ kurması kolaylaşıyor.
“EDİLGEN VE CAHİL PROLETERLER”
Romanın ikinci bölümünde Winston, Julia adında başka bir parti üyesi ile gizli –çünkü parti hiçbir parti üyesinin herhangi bir insani duyguya sahip olmasını istemez, bir robottan farksızdır parti üyeleri- bir ilişki yaşamaya başlar ve artık kafası daha nettir, kesinlikle partiden ve Büyük Birader’den nefret ediyordur, söylenenlerin bir yalanlar yumağı olduğundan emindir. Fakat Winston’un kafasında herhangi bir çözüm yolu yoktur. Proleterlerin hala duyguları olduğunu dolayısıyla onların hala gerçek birer insan olduğunu düşünür. Onlar ayaklandıkları takdirde partinin yıkılacağı fikrine kapılır gibi olsa da en nihayetinde böyle bir çıkış sunmaz. Orwell da Winston da proleterleri hayvan sürülerinden farksız, edilgen ve cahil görürler. “Kendi başlarına bırakıldıklarında, Arjantin ovalarına salıverilmiş sığırlar gibi, doğal buldukları bir yaşam biçimine geri dönmüşler, bir anlamda atalarının yolundan gitmişlerdi.” Aynı şekilde proleterlerden bahsederken kurulan “Başkaldırmadıkça bilinçlenemeyecekler, bilinçlenmedikçe başkaldıramayacaklar” paradoksvari cümlesinden anlaşıldığı üzere proleterlerin devrim yapma, ilerici fikirlere sahip olma gibi becerileri yoktur onlar yalnızca çalışan, kavga eden, kumar oynayan, alkol alan, çocuk yapıp ölen, kalabalık, güçlü ama bilinçsiz ilkel bir kültürün insancıklarıdırlar. Proleterler açısından böyle bir bilinçlenme nasıl mümkün değilse, onların önderliğinde gerçek bir devrim de, ne distopik ne de gerçek bir evrende mümkün değildir mesajını verir burada Orwell.
PARADOKSVARİ CÜMLELER
Açıkça Sovyetler Birliği’ne yazdığı bu kitapta Orwell, tüm “öcü”leştirmeye rağmen partinin iktidarı servet için elinde tuttuğunu söyleyemez, çünkü kamulaştırma vardır. Bunun yerine, Winston Düşünce Polisi tarafından yakalanmış ve işkenceye maruz kalırken, düzenin işleyiş mekanizmalarının farkında, ama aynı zamanda da farkında olmayan –çiftdüşün ilkesi- işkenceci O’Brien’in ağzından “İktidar bir araç değil, bir amaçtır. Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz, diktatörlük kurmak için devrim yapar.” Şeklinde nerden baksanız elinizde kalacak bir cümle kurar Orwell. Çünkü insanlık tarihinde devlet sınıflarla birlikte, bir sınıfın diğer bir sınıf üzerinde baskı kurma aracı olarak ortaya çıkar. Özel olarak iktidar kavramı da devletin sınıf karakterine uygun bir görünümdür sadece. Kapitalizmde bile, burjuvazi kendi maddi çıkarlarını korumak için baskı uygular. Yani ne Türkiye’de ne de Okyanusya’da kimse canı sadece zulmetmek istediği için iktidar olmaz. Bu görüş, aynı zamanda insanı toplumsal değil, bugün de “İnsanın egemenlik güdüsü, iktidar hırsı, insan doğasının kötülüğü” gibi safsatalarla ifade edilen, doğal bir varlık olarak görmenin de bir sonucu elbette.
“KURULAN İLİŞKİ DİSTOPYAYA İLGİYİ ARTIRIR”
Kitaptaki her şey yayınlandığı yılı takip eden yıllarda sosyalizmin dünya halkları üzerinde uyandırdığı tüm itibarını ve sempatisini yok etmek amacıyla başlatılan “Soğuk Savaş” ve antikomünizm propagandası çerçevesinde üretilen tüm kitap, film ve dizilerle ayrıca bir benzerlik gösteriyor. “Soğuk Savaş” dönemi boyunca kapitalist dünyanın sosyalizm fikri ve dünyasına karşı en büyük cephanesi Batı toplumundaki insanların “bireysel özgürlükleri”ni sürekli tehdit algısıyla biçimlendirmek oldu. Sinema da sosyalist toplumların otokratik, bireysel özgürlükleri kısıtlayan, kişilikleri yok eden ve insanları makineye dönüştüren yapılar olduğunu anlatan hikâyeleriyle bu cephaneye malzeme taşımanın bir aracıydı.”* Orwell’ın kendisinin de İngiliz ve Amerikan gizli servisleriyle ilişkide olduğu, hatta onlara tehlikeli eğilimler taşıdığını düşündüğü muhalif aydınların bir listesini sunduğu bilinmekte. Hayvan Çiftliği ve ardından yazdığı 1984 kitabı ile bu kitaplardan yararlanılarak yapılan filmler, Soğuk Savaş'ın kültür alanındaki en büyük operasyonlarından biri olarak Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA)'nın desteğiyle bütün dünyaya dağıtıldı.**
Elbette romanı okuyup gerçekten de Türkiye’nin koşulları ile benzer ilişkiler kurulabilir, zaten birkaç senedir bu kadar çok okunmasının esas sebebi bu elbette. Ve Türkiye’de kapitalist sistem alaşağı edilmediği sürece, baskı ve zorbalığın şiddetlendiği her dönem bu ve benzeri distopyalara ilgi yeniden artacaktır da. Esas olan romandaki öğretilerin aksine, ütopyayı gerçeğe dönüştürmek üzere bir adım atmak!
*Aydemir, Şenay (2019), Yeni E, Bir Stereotip Olarak ‘Doğu Bloku’ İnsanı
** Saunders, Frances Stonor (1999), Parayı Verdi Düdüğü Çaldı: Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı