15 Şubat 2019 12:17

Bir mafya filmi olarak Kefernahum

Ülke genelinde pek çok kişi tarafından izlenen Kefernahum filmini yazdık.

Kefernahum filminden bir sahne

Paylaş

Ezgi Cansız

İstanbul

Bir süredir hep beraber, dünyanın çalkalandığı bir sorundan, mültecilerin içinde yaşadıkları koşullardan konuşuyoruz. Sinema da kendi dilinde mültecilerin hayatlarına eğiliyor. Bunun iyi örneklerinden biri de yansıtıp yansıtmadıklarıyla geçtiğimiz haftada vizyonda olan Kefernahum. Filmin yansıttıklarına dair hali hazırda epeyce yazılıp çizilen şey olduğundan, yansımayanlar için bir kez daha Kefernahum’a bakalım istiyorum.

Mafya örgütlerinin, sokak çetelerinin, uyuşturucu tacirlerinin hayatlarını konu alan sayısız dizi-film izlediğimiz bu günlerde, uyuşturucu tacirleriyle, mafya liderleriyle bağ kurma, nasıl ve neden bu yola başvurduklarını anlama, empati kurma fırsatı buluyoruz. Yüzlerce kişinin ölümünden sorumlu birine ama ona da kader neler yapmış deyip ağlayacak duruma geliyoruz. Birinin çocukluğunu anlatmak nasıl bu hale geldiğini anlamanın, sosyal çevresinin, yaşadığı dünyanın onun hayatı üzerindeki etkisini anlatmanın en kestirme yoludur. Hem kuşatılan dünyayı hem de bu kuşatmadan çıkmak isteyenlerin öyküsünü anlatmak için de Kefernahum, çocuklardan yola çıkıyor. Ama bu sefer büyüyünce mafya olmuş bir çocuğu değil, bir mafya düzeninde hayatta kalmaya çalışan çocukları izliyoruz. Evet, evet bu bir mafya filmi! Kefernahum kendisinin bir mafya filmi olduğunu itiraf etmeyecekse de biz birazdan onun gerçek yüzünü açığa çıkaracağız!

NEDEN ÜLKELERİNDEN AYRILIYOR İNSANLAR?

Kefernahum henüz çekilirken, Türkiye'de Birleşmiş Milletler bürolarını kapatarak yetkilerini göç idaresine bıraktı ve çeşitli gerekçelerle dünyanın birçok yerinden Türkiye'ye gelen/gelmek zorunda kalan insanları tek adam emrindeki göç idaresinin insafına terk etti. Yaşanan durumun korkunçluğunu bir mülteci Evrensel Gazetesi'ndeki röportajında şöyle anlatmıştı, "Bizim ülkemizden ayrılmamızın nedenlerini Türkiye'deki göç idaresine nasıl anlatalım, Türkiye'de aynı nedenlerle binlerce insan tutuklu.” Henüz çekilmemiş bir film olarak ödül alacak bir film konusudur bu. (Okuyanlar arasında yapımcı varsa kaçırmasın.) Mültecilerin hayatına eğilen bu tür filmlerin en sert eleştirisi Birleşmiş Milletlerin çalışma yöntemlerine, yetersizliklerine dairdir. Örneğin çocukların ailelerden alınması, kamplarda bekletilmesi, geri gönderilmesi; ki Kefernahum bu açıdan bile birkaç sahnesi dışında acınası bir korkaklık içindedir. Sorun Birleşmiş Milletlerin nasıl çalıştığı mıdır? Bir mafya filminde sağlık sisteminin eleştirilmesi, vurulanlara ilk yardımın nasıl yapıldığının tartışılması türünden bir gariplik bu. Neden milyonlarca insan ülkelerinden ayrılmak zorunda kalıyor? Neden Suriye, Lübnan savaş uçaklarının, yoksulluğun gölgesindedir?

Nadine Labaki'nin üstten giderek yükselerek verdiği geniş açıda, kamerada savaş meydanı vardır, kazılmış siperler, sığınaklar vardır. Peki, bu savaşı çıkartanlar, karar veren komutanlar nerede yaşamaktadır? Bu kendinden yoksulluğun, bir ütopyadan fırlamış gibi aniden filmlerde ortaya çıkan mültecilerin kaynağı nedir? Bu Suriyeliler ne olmuştur da Antep'e, Urfa'ya, İstanbul'a yerleşmiş, yok pahasına çalışmış, kimliksiz, eşitsiz koşullarda var olmaya razı gelmiştir.

SEHER'İ BİZ ÖLDÜRMEDİK!

Hep birlikte Cumhurbaşkanımızı birkaç hafta önce söylediği şu sözlere kulak verelim. “Sadece bu rakamlar bile insani yardımın bir imkân meselesi değil, bir vicdan meselesi olduğunu göstermeye yeterlidir. Açık ve net söylüyorum, bugün dünyamızda yaşanan birçok sorunun temelinde maddi imkân kıtlığı değil, merhamet ve empati eksikliği vardır. Azgın dalgaların sahile süpürdüğü masum çocuk bedenleri, açlık ve yoksulluk görüntüleri ise bu merhamet eksikliğinin görünen yüzüdür. Onca gelişmişliğe, onca ilerlemeye rağmen birkaç dolarlık sıtma örtülerini ihtiyaç sahiplerine ulaştıramayan, basit aşıları tedarik edemeyen, mülteci botlarını şişleyerek batırmaktan bahseden, Akdeniz’i büyük bir mülteci kabristanına çeviren büyük bir vicdansızlıkla maalesef hepimiz karşı karşıyayız. Görmeyelim mi bunları, anlatmayalım mı?​” İşte bakın burada bir Kefernahum var!

Kim demiş bir mafya filmi, cinayetlerin gerçek sebebi söylenmediğinde mafya filmi olmaz diye! Hadi Birleşmiş Milletlere kızıp Kefernahum'un korosuna katılıp, Seher'i hep birlikte öldürdük, Seher'i bu toplum öldürdü diye ağlayalım! Kimse kusura bakmasın bir olayın toplumsal sonuçlarını göstermekle, bütün toplumu sonuçlarından yükümlü kılmak aynı şey değildir!

Birleşmiş Milletleri oluşturan koca koca tekellerin yönettiği ülkelere bakın, son 15 gündür Venezuela halkının hiçbir demokratik hakkını tanımıyorlar, milyonlarca insanın iradesini yok sayıyorlar, darbe yapmaya kalkıyorlar, mal varlıklarını donduruyorlar. Devlet yöneticileri değil, mafya liderleri gibi tehdit ediyorlar! Onlara iyi bakın, çünkü o fotoğrafın içinde Ortadoğu’da halklar kendi kaderlerini belirlemesin diye, tüm Ortadoğu’da darbeler organize edenler, yerli iş birlikleriyle Lübnan'da, Mısır'da, Ürdün'de iktidara gelenler var. Tekeller neredeyse her ülkede tüm kaynakları yağmalıyor, bir sömürü düzeni kuruyor, ülkeleri paylaşıyor, yeni savaş planları hazırlıyorlar. Fransa'da günlerdir direnen emekçiler şiddetle eziliyor, ABD'de eşitlik isteyenler idamla yargılanıyor, Türkiye hapishaneleri özgürlük ve demokrasi isteyenlerle dolup taşıyor. Milyonların haklarının gaspına, gerçeklerin sansür edilmesine, şiddete, baskıya dayanan iktidarlar, yine milyonlarca emekçiyi kendilerine yedeklemek için insani yardım yapmak zorunda kalıyorlar. Kendi savaşlarından, yağmalarından arta kalan insanları, kendi sistemleri için bir tehlike olmaktan çıkarmak istiyorlar. Ya kendi ülkelerinde ya da Türkiye gibi ülkelerde entegrasyon kampları kuruyorlar.

Demokrasi naraları altında, tekelci-militarist emperyalizm bir mafya düzeni kurmuştur. Yüz binlerin tel örgüleri aştıkları için tutuklandığı, dolaşma özgürlüğünün olmadığı, insanlarının ülkelerine göre sınıflandırıldığı, aylarca demir parmaklıklar arkasında tutulduğu bir mafya düzeni! Biz de bir taraftan, savaş, yoksulluk ve yıkım politikalarını yaratanların, sanki halklar sorumluymuş gibi, kendilerini değil de mültecileri bir sorun olarak tartıştıkları toplantıları izliyoruz. Bizim esas olarak bunu yaratanları tartışmaya ihtiyacımız var.

YARIM KALMIŞ BİR FİLM

Elbette, tartışmamızın bir tarafında mültecilerin yaşadığı acil sorunlar var. Bu yüzden Kefernahum, yalın, gerçekçi, abartısız görüntü diliyle, hikayelerin doğal kesişimiyle etkileyici bir film. Şöyle bir eleştiri bu yazıya da yapılabilir, "Gerçeğin bir bölümünü olduğu gibi göstermek bu filmin amacı, bunu da başarmış. Öbürünü de başka film yapsın." Aynı eleştiriyi yapmak benim de hakkım, hangi film peki gerçeğin öbür tarafını gösterecek? Suriyeli mültecilerin durumuna dikkat çekerken, aynı anda milyonlarca Suriyeliyi savaşla yüz yüze bırakan koşulları es geçerek, mültecilerin hayatlarının iyileştirilmesi mümkün olabilir mi?

Kefernahum yine de mültecilerin sorunlarına dair duyarlılığı arttırabilecek bir film. Ama filmin duyarlılık seviyesi finale yaklaşırken, demir parmaklıklar arkasında moral veren Birleşmiş Milletler görevlilerinin duyarlılığını andırıyor benim için. Çok güçlü bir film, çok derin bir anlam kayması nedeniyle yarım kalmış. Lübnan’da ve neredeyse tüm dünyada kapitalist emperyalizmin, sermaye diktatörlüğünün doğurduğu, günlük hayatın çatışmasını, mafya liderlerini, emir verenleri, çatışmayı çıkartanları göstermeden, çok gerçekçi bir dille, belgesel tadında ele almış. 2019'un izlenmesi gereken filmleri arasında da bence yerini alır.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

CHP Bandırma ilçe yönetimi istifa etti

SONRAKİ HABER

Yarın (16 Şubat) ülke genelinde sağanak veya kar bekleniyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa