21 Şubat 2019 00:30

21 Şubat Dünya Anadili Günü: Anadilinde eğitim neden önemli?

Eğitim Sen Genel Eğitim Sekreteri Özgür Bozdoğan, anadilinin çocuklar için önemini ve Türkiye'deki eğitim politikalarını değerlendirdi.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Cihan ÇELİK
İstanbul

Dünya Anadili Gününde milyonlarca çocuk anadilini kullanamadığı ve anadilinde eğitim göremediği için zorluk yaşıyor. Uluslararası sözleşmelerde anadilinde eğitim bir hak olarak tanınmasına rağmen Türkiye’de başta Kürtçe olmak üzere, Lazca, Arapça, Çerkezce gibi anadillerde eğitim fiilen yasak. Çözüm süreci döneminde yıllardır yürütülen mücadeleler sonucunda adımlar atılsa da sürecin sona ermesini geri adımlar takip etti. Kürtçe eğitim veren okullar, kreş ve gündüz bakımevleri kapatıldı. Buralarda uygulanan çok dilli evrensel eğitim modelinin yerine Türkçe tek dilli bir müfredat dayatıldı. Kürtçenin öğretilmesi ve bu dille ilgili araştırmalar yapılmasını hedefleyen pek çok dernek ve enstitü mühürlendi.

Anadilinin önemini, anadili dışında farklı bir dil dayatılan çocukların bundan nasıl etkilendiğini, Türkiye’de dil üzerindeki baskıları ve iktidarın nasıl bir eğitim politikası izlediğini Eğitim Sen Genel Eğitim Sekreteri Özgür Bozdoğan ile konuştuk.

“ANADİLİNDE EĞİTİM EVRENSEL BİR İLKE”

Dünya Anadili günü neden önemli? Çocuğun hayatında anadili ne ifade ediyor?

“Dilin, çocuğun kendi gelişimi, kendini ifade etme, zihinsel becerilerini geliştirme, kendi dışındaki dünyayı anlama açısından önemi, anadilin çocuğun kendisini ifade etme ve kavramları anlamlandırma açısından kritik olan pozisyonuna dikkat çekmek gerekiyor. Dil kurucu işlevi olan bir unsur ve bireyler dış dünyayı dil aracılığıyla algılıyorlar, kendilerini keşfediyorlar, yeteneklerini açığa çıkarıyorlar. Doğal olarak anadilinde eğitim tartışmasının kendisi basit bir şekilde eğitimin hangi dilde verileceğinin ötesinde; bir bireyin kendisini nasıl gerçekleştireceği ve hangi araçlarla gerçekleştireceği ile birlikte bir tartışma. Bu yüzden de kritik bir tartışma. Öğrencilerin örgün eğitim içerisinde kendi anadillerinde eğitim almalarına karşın kendi anadili olmayan ikinci bir dil ya da yabancı dil olarak kabul edebilecek dillerde eğitim almaları çok ciddi sıkıntılar yaratıyor. Bu nedenle dünya genelinde eğitim emekçileri anadilinde eğitimi evrensel bir ilke olarak savunuyor. 21 Şubat Birleşmiş Milletler tarafından UNESCO’nun tavsiyesi ile Dünya Anadili Günü olarak kabul edilen bir gün ve bugün özellikle açığa çıkarılmak istenen şey de anadilinde eğitim alma şansı olmayan çocukların burada yaşamış oldukları sıkıntılara dikkat çekmek ve burada bir farkındalık yaratmak.

“ÇOCUĞUN DİLSEL, BİLİŞSEL VE PSİKOLOJİK GELİŞİMİNDE SORUNLAR YARATIYOR”

Nedir bu sıkıntılar? Anadilinde eğitim alamayan çocuklar neler yaşıyor?

Birincisi dili, ifade aracı ve dışarıdaki dünya ile ilişki kurma aracı olarak değerlendirdiğimizde, bireyin dışındaki dünyayı dil ve sözcükler aracılığıyla anlamlandırdığını düşündüğümüzde kendi anadilinde eğitim alamayan bir öğrencinin bireysel gelişimi konusunda sıkıntı yaşayacağı kesindir. İkincisi bu bireysel gelişim konusunda dilsel ve bilişsel gelişime paralel olarak psikolojik açıdan yine sıkıntılar yaşayacağı ortada. Özellikle bireyin gelişim dönemlerine bakıldığında (bilhassa ergenlik dönemi) bu sorunlar katlanarak artar. Üçüncüsü bunlarla birlikte düşünüldüğünde birey, akademik olarak edinmesi gereken becerileri kendi yaş dönemine ve gelişim dönemine uygun olarak edinme güçlüğü yaşayacaktır. Dördüncüsü de bunun pratik sonuçları olacak. Anadilinde eğitim almış öğrenci ile almamış olan öğrenci bir sınava girdiğinde eşitsizlikler ortaya çıkacak. Dolayısıyla çocuğun gelecek yaşamına dair de eşitsizlik üretilecek. Yani buradaki eşitlik bağlamını ve bireysel fark bağlamını iyi görmek gerekiyor. Hem bireyin hakları açısından sorunlar yaratacak hem de eşitlik açısından sorunlar yaratacak.

“KAĞIT ÜZERİNDE ŞEKLİ DÜZENLEME SORUNU ORTADAN KALDIRMAZ”

Türkiye’de ilkokul ve ortaokullarda haftada iki ders saati “yaşayan dil ve lehçeler” adı altında seçmeli ders uygulaması var. Seçmeli anadilinde eğitim okullarda uygulanıyor mu?

Burada bir ayrım yapmak gerekir. Şekli olanla pratik olan. Yani “aslolan hayattır” dediğimizde kastettiğimiz tam da bu. Şekli bir düzenleme var. Kağıt üzerinde o şekli düzenleme sorunu ortadan kaldırılmış gibi görünüyor. Ama pratik olarak öğrencilerin o dersleri seçme şansı yok. Öğretmen sayısı, altyapı, fiziki donanım bütün bunlarla değerlendirdiğimizde esasında Türkiye’nin pek çok ilinde o derslerin seçilme koşulları ve o derslerin açılma koşulları yok. Seçmeli dersler yönetmeliğine göre bir dersin açılabilmesi için en az 10 öğrencinin o dersi seçmesi gerekiyor. Diyelim ki 10 öğrenci o dersi seçti. Yine burada okul yönetimlerine bırakılan bir inisiyatif var. O inisiyatif de şöyle gelişiyor; okul yönetiminin okulun fiziki şartları ve öğretmen durumuna bakarak dersleri açıp açmamak gibi bir şansı var. Okul yönetimine tanınan böyle bir hareket alanı var. Doğal olarak biz bunu çok ağır bir şekilde eleştiriyoruz. Çünkü bu sadece yaşayan diller ve lehçeler dersleri ile ilgili değil, öğrencilerin çoğunlukla dini dersleri, dini içerikli dersleri seçmelerine dönük yapılan yönlendirmenin bir aracı haline geliyor. Dün seçmeli dersler ile ilgili süreç ortaöğretim kurumları için bitti. Pek çok lisede özellikle Anadolu Lisesi, Fen Lisesi ve Sosyal Bilimler Liselerinde yani akademik eğitim veren liselerde okul idareleri ile öğrenciler ve veliler karşı karşıya gelmek durumunda kaldı. Bunun nedeni de öğrencilerin özgürce seçim yapmalarına karşı okul yönetimlerinin baskıcı tutumlarını sürdürmesiydi.

Seçmeli derslerle ilgili Türkiye’nin bazı kentlerinde örneğin Diyarbakır, Mardin, Urfa’da bu dersler çok sınırlı da olsa şeçilebilirken batı illerinde, İç Anadolu’da Karadeniz’de öğrenciler istese dahi bu dersleri seçme şansına çok fazla sahip değil bahsettiğim kısıtlamalar nedeniyle. Doğal olarak yine başa dönüyoruz. Buradaki yaklaşım değişmediği sürece aynı sorun varlığını sürdürüyor.

“ANADİLİNDE EĞİTİM TEMEL BİR HAKTIR”

Savaş ve göçle birlikte Türkiye’de yaşayan mülteci çocuklar bu konuda neler yaşıyor?

Anadilinde eğitim, Türkiye’de yaşayan anadilleri farklı olan yurttaşlar açısından zaten bir problemdi. Suriyeli öğrencilerin ve Ortadoğu’dan çok sayıda farklı göçmenin Türkiye’ye gelmesiyle beraber daha büyük bir problem haline geldi. Tartışma eğitimin dilinin ne olacağından, eğitimin nasıl verileceği meselesine döndü. Şöyle bir sınıf ortamını düşünebiliyor musunuz; Sınıfın içerisinde bir öğretmen var Türkçe konuşuyor, dersi anlatıyor. Yanında bir tercüman öğretmen var ve bu anlatılan dersi Arapçaya çeviriyor. Bu öğrencilerin diğer öğrencilerle benzer eğitsel başarıları ya da kazanımları elde etmesi hedefleniyor. Bu pratik olarak mümkün değil, pedagojik de değil, bilimsel de değil. O nedenle bu meselenin kendisini evrensel bir hak olarak, kamusal bir hizmet olarak tanımlamak gerekir. Doğal olarak eğitim bir haksa, eğitimin nitelikli bir şekilde eşit, ulaşılabilir olması bunu takip eden haktır. Anadilinde eğitim de zaten bu bağlamda bir temel hak olarak karşımıza geliyor.

Suriyeli göçmen çocukların sayısı neredeyse 1 milyona yakın. Okul çağında olanların 670 bine yakını okullara devam ediyor görünüyor. Ancak bunların büyük bir çoğunluğu çocuk işçi kapsamında olduğu için kayıtları okullarda olmasına rağmen öğrenimlerine devam edemiyor. Ve dil bu anlamda temel bir mesele. Bunun çözümü açısından pek çok pratik önlem alınmaya çalışıldığına dair MEB’in kimi açıklamaları oluyor. Ancak burada temel yapısal bir karar almadan, yapısal bir çözüm olmadan sayıları 1 milyona yakın olan mülteci çocukların eğitimleri ile ilgili mesele önümüzdeki dönemlerde farklı sosyolojik sıkıntılar yaratma potansiyelini de barındırıyor.

Anadilinde eğitim ayrıştırır mı?

Bu, anadilinde eğitimi nasıl yapılandırdığınızla ilgilidir. Dünyanın farklı farklı ülkelerinde anadillerinde eğitim alan ama ortak olarak da farklı dilde iletişim kurabilen pek çok örnek mevcut. Örneğin Hindistan. Ayrıştırıcı olarak kurgulamazsanız eğitimi, herhangi bir sorun olacağını sanmıyorum.

“PİYASANIN GEREKSİNİMLERİ KARŞILANMAK İSTENİYOR”

Türkiye’de nasıl bir eğitim ve gençlik hedefleniyor?

Eğitimin ne amaca dönük olarak verildiği, kimler aracılığıyla verildiği, nerede verildiği ile ilgili çok temel bir dönüşüm süreci içerisindeyiz. Özellikle yeni Milli Eğitim Bakanı “Yüzde 50-60’a yakın bir kesimin meslek liselerine devam etmesine dönük projeksiyonumuz var” diyor. “Dünya’nın iş garantili en büyük meslek lisesi hamlesini yapacağız” diyor. Yine geçtiğimiz hafta yapmış olduğu bir açıklamada “Ekonomiyi istihdamla ilişkilendirmeyen bir eğitimin hiçbir karşılığı yoktur” diyor. Doğal olarak yeni MEB yönetimi bize göre, piyasayla birebir eşitlenmiş, piyasanın gereksinimlerini karşılayacak pozisyonda ve aşırı derecede sınıfsaldır. Bir eğitim yaklaşımı ortaya koyuyor, yaklaşımın özü şu: “Emekçilerin, yoksul halkın çocuklarının çok da ciddi bir eğitim almalarına gerek yok. Bunları biz kısa sürede piyasanın gereksinimlerini karşılayacak hale getiririz.”

“EĞİTİM, İKTİSADİ VE POLİTİK DEVAMLILIK ADINA ARAÇ OLARAK KULLANILIYOR”

Bir taraftan istihdamın, iş gücü piyasalarının gereksinimleri karşılanmak isteniyor. Öbür taraftan ideolojik taşıyıcı özelliğinden kaynaklı siyasal iktidarın politik olarak kendisini devam ettirmesinin aracı olarak kurgulanıyor. Eğitim bunun alt başlığı olarak kurgulanıyor.

Bugün baktığınızda imam hatip okullarının sayısının bu kadar artması, meslek lisesine devam eden öğrencilerin sayısının bu kadar artılmaya çalışılması böyle bir hedefin izdüşümü olarak okunması gerekiyor. Cumhur İttifakı ile ilişkilendirdiğinizde özellikle meslek lisesine devam eden öğrencilerin o ittifakın politik kitle tabanı oluşturacağına dair bir öngörü bir varsayım olduğunu söyleyebiliriz. Ancak eğitimin buradan çıkması gerekiyor. Kamusal bir hizmet olabilmesi için burada süreklilik olması, düzenli olması gerekiyor. Bu hizmetin toplumsal kamusal fayda üretmesi gerekiyor. Ancak bugün durum böyle değil. Toplumun bir kesimi için fayda üretiliyor. Buna kamusal hizmet dememiz mümkün değil.

Bir paradigma değişikliği gerekiyor. Düşünce biçimi değişikliği gerekiyor ki ancak bu şekilde bu sorunların en azından çözümünü sağlıklı bir biçimde tartışmaya başlayalım. 2023 Vizyon Belgesi temel bir belge olarak önümüzde duruyor. Ama bu sorunlar, sorun olarak kabul edilmediği için, bir çözüm bakış açısı da yok Bunun anlamı da bu sorunları sorun olarak devam edeceği olarak değerlendirilebilir.

ANADİLİ GÜNÜ TARİHÇESİ

Anadil Günü’nün tarihi, 1952 yılında Pakistan’da Urdu dilinin Bangladeş halkının da resmi dili olduğunu deklare etmesine tepki olarak ortaya çıkan, Bengal Dil Hareketi eylemleri ve bu eylemlerin şiddetle bastırılmasına dayanıyor. 21 Şubat 1952’de Bangladeş’in başkenti Dakka’da, Bengal Dil Hareketi üyesi çok sayıda öğrencinin Bengal alfabesiyle yazabilme ve Pakistan’ın Bengal dilini de resmi dil olarak tanıması talebiyle yaptıkları eylemler sırasında öldürüldü. O günden bu yana Bangladeş'te Dil Hareket Günü olarak anılıyor. 17 Kasım 1999’da ise UNESCO, 21 Şubat’ı Uluslararası Anadil Günü ilan etti ve 2000 yılında ilk kez dünyada kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla “Dünya Anadili Günü” kutlanmaya başlandı.

TÜRKİYE’DE 18 DİL TEHLİKE ALTINDA

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’ya göre dünyada toplam 6 bin dil var. Ancak bugün bu dillerin neredeyse yarısı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. UNESCO'nun “Tehlike Altındaki Diller Atlası”na göre, Türkiye'de tehlike altında olan 18 dil; Kapadokya Yunancası, Gagavuzca, Zazaca, Hertevince, Hemşince, Ladino, Abhazca, Ermenice, Abazaca, Adığece, Kabardey Şivesi, Mlahso batı Süryanice, Pontus Yunancası, Romanca, Süryanice, Turoyo, Ubıhça ve Lazca oldu. 

ÖNCEKİ HABER

Süleyman Soylu, tacizci polisi savundu

SONRAKİ HABER

2018 gazeteciler için böyle geçti: Hapis, sansür, işsizlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa