Faşizme karşı direniş örgütü: Beyaz Gül
76 yıl önce bugün, 22 Şubat 1943’te idam edilen “Beyaz Gül” grubu üyeleri, Hitler faşizmine karşı verilen mücadelenin önemli sembollerinden.
Fotoğraf: Jim Forest/Flickr (CC BY-NC-ND 2.0)
Yücel ÖZDEMİR
Köln
Hitler faşizminin yükseliş döneminde olduğu, İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı yıllarda Münih’te tıp fakültesi öğrencilerinin kurduğu “Weisse Rose” (Beyaz Gül) ve Köln merkezli “Edelweisspiraten” adlı gençlik örgütleri, faşizmin en karanlık döneminde bile direnişin mümkün olduğunu gösteriyor. Her iki grubun üyelerinin illegal sürdürdükleri mücadele açığa çıkınca, göstermelik mahkeme kararlarıyla idam edilmişti.
Ancak, antifaşist gençlerin en karanlık dönemde büyük riskler alarak ortaya koydukları direniş yolu, verdikleri mücadele bugün de antifaşist mücadelede yaşamaya devam ediyor. Münih merkezli olarak tıp fakültesi öğrencilerinin kurduğu Beyaz Gül grubunun 6 üyesi idam edilirken, idam edilenlerin isimleri daha sonra okullara, sokaklara, meydanlara verildi. Almanya genelinde 200’den fazla okula direniş grubunun üyeleri olan Sophie ve Hans Scholl’e atfen “Scholl Kardeşler- Geschwister Scholl” adı verildi.
Grubun bir diğer üyesi Christoph Probst’ın adı ise bu yıl doğumunun 100. yılında orduya ait Sağlık Hizmetleri Enstitüsüne verilecek. İdam edildiğinde iki çocuk babası olan Probst, direniş grubun son bildirisinin taslağını hazırlamıştı.
Almanya’da kışlalara çoğunlukla Hitler faşizmi döneminde generallik yapan ve sonradan “savaş kahramanı” olarak adlandırılan askerlerin isimleri verildi. Oldenburg’daki kışlaya Hitler rejimi döneminde generallik yapan ancak Hitler’e karşı düzenlenen başarısız suikast girişimini örgütleyenlerin arasında yer alan Henning von Treschow’un, Darmstadt’taki kışlaya ise Hitler ordusunda görev yaparken 250 kadar Yahudi köle işçisini kurtardığı ifade edilen Karl Plagge’nin isimi verilmişti.
Bir tek Münih yakınlarında Neuherberg’de orduya ait Sağlık Akademisine “Beyaz Gül”ün kurucularından tıp öğrencisi Hans Scholl’un adı verilmişti. Şimdi grubun bir diğer kahramanı Christoph Probst’un adı 100. doğum günü olan 6 Kasım’da Federal Ordu Sağlık Hizmetleri Enstitüsüne verilecek.
Neues Deutschland gazetesinde yer alan habere göre Sağlık Hizmetleri Enstitüsü yönetici ordu mensupları bu yönde gelen öneriyi kabul ettiler. Son kararın Berlin’deki Federal Savunma Bakanlığı tarafından verilmesi gerekiyor. Ordu içinde sürekli Neonazi gruplarının çıktığı, ırkçı propagandanın yapıldığı dönemde bir antifaşistin isminin orduya ait bir kuruma Probst’yb adının verilmesi elbette önemli. Ancak tek başına yeterli değil. Çünkü Alman ordusu içerisinde var olan ırkçı örgütlenmeler bir kuruma bir antifaşistin adını vermekle geçiştirilmeyecek kadar ciddi.
Bu nedenle Probst ve arkadaşlarının faşizme karşı vermiş olduğu mücadeleye bakıldığında aslında bunun gecikmiş, biraz da yaşanan ırkçı skandallar nedeniyle göz boyamaya yönelik de olduğu söylenebilir.
TIP FAKÜLTESİNDE BAŞLAYAN MÜCADELE
Zira, Probst’ın adının birlikte anıldığı “Beyaz Gül” gurubu Almanya’da antifaşist geleneğin önemli sembolleri arasında yer alıyor. Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesinde tıp okuyan Probst’un yanı sıra Hans Scholl, kız kardeşi Sophie Scholl, Alexander Schmorell, Willi Graf 1942’den itibaren faşizme ve savaşa karşı çıkmaya başlarlar. Daha sonra onlara aynı üniversitede felsefe ve müzik dersleri veren Prof. Kurt Huber de katılır. Böylece direniş grubu 6 kişiye çıkar. Grup üyelerinin sayısının şubat 1943’e kadar 60 kişiye çıktığı tahmin ediliyor.
Grubun başını asıl olarak Hans Scholl ve Alexander Schmorell çekiyordu. Tıp okumak üzere üniversiteye gelen genç erkekler, Hitler faşizmi tarafından daha sonra askeri sağlık hizmetlerinde görev yapmaları için de eğitime dahil edildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Hitler faşizmi bütün tıp öğrencilerini sürekli savaşa göndermek yerine belli aralıklarla cepheye gönderiyordu. Savaşın gerisindeki hastanelerde görev yaptıkları süre boyunca da öğrenimlerine ara vermek zorunda kalıyorlardı.
SAVAŞIN VAHŞETİNİ GÖRDÜLER
Willi Graf mayıs 1941’den itibaren Sırbistan, Polonya ve Sovyet cephelerine gönderildi. Gittiği yerde Alman askerlerinin yaptığı kitlesel katliamları, savaşın vahşetini gördü. Nisan 1942’de Münih’teki üniversiteye geri döndüğünde Hans Scholl ve Alexander Schmorell ile tanıştı. 23 Temmuz 1942’de bu kez tanıştığı yeni arkadaşlarıyla birlikte Doğu Cephesi’nde sağlıkçı olarak gönderildi. Cephe gerisindeki hastanelerde vahşete bizzat tanıklık ettiler. Yaşadıkları hem aralarındaki güven ve dostluğu hem de savaşa karşı öfkelerini pekiştirdi.
Almanların “düşman” ilan ettiği Rusların ileri sürüldüğü gibi kötü insanlar olmadığını bizzat gördüler. Alexander Schmorell’in ailesinin Rusya’dan gelmesi nedeniyle iletişim sorunu da çekmiyor, Ruslarla kolayca anlaşabiliyordu. Bütün bunlar Beyaz Gül grubu üyelerinin düşüncelerinin oluşmasında büyük bir rol oynadı. Döndüklerinde üniversitede yaptıkları gizli okumalarda, kaleme aldıkları ve illegal dağıttıkları bildirilerde savaşa karşı barışı dile getirdiler.
Değişik üniversitelerde felsefe ve müzik dersleri veren, sonradan grubun üyelerinden biri olan Prof. Kurt Huber’in düşünceleri de grup üzerinde etkili oldu. Yazılı kaynaklara göre Huber ilk olarak 17 Haziran 1942’de Beyaz Gül’ün toplantılarına katıldı.
6 BİLDİRİ YAYIMLADILAR
Hitler faşizmine karşı ilk gizli bildiriler haziran ve temmuz 1942’de Alexander Schmorell ve Hans Scholl tarafından kaleme alındı. 100 adet basılan ve imza olarak altına “Weisse Rose” yazılan ilk bildiri postayla çoğunluğu akademisyen olmak üzere, değişik kişilere gönderildi. Bildiri alanların üçte biri polise giderek bilgi verdi. Zira o dönem böyle bir bildiri aldığı halde bildirimde bulunmamak da suçtu. Schmorell, Hans Scholl ve Graf, birlikte 23 Temmuz-30 Eylül tarihleri arasında sağlıkçı olarak Rusya cephesine gönderildi. Dönüşlerinde daha kararlı oldukları görüldü. Aralık 1942’de grubun diğer üyeleri Sophie Scholl, Christoph Probst ve Kurt Huber de aktif olarak çalışmalara katılmaya başladı. Beşinci ve altıncı bildiriler ocak ve şubat 1943’te yaklaşık 6-9 bin adet basıldı ve Münih dışında Güney Almanya ve Avusturya’da da dağıtıldı. Bildirilere savaşın vahşeti anlatılırken, Hitler’in savaşı kazanamayacağı, sadece uzattığı belirtilerek Alman halkına savaşa karşı çıkması çağrısı yapılıyordu. Bu kadar fazla bildiri için gerekli kağıt, zarf ve pul temin etmek büyük bir riskti. Zira savaş yıllarında büyük miktarda kağıt ve zarf almak hemen dikkat çekiyordu.
Nitekim, bunun Beyaz Gül üyelerinin yakalanmasında büyük bir etkisi oldu. Uzun bir süre bildirilerin kimler tarafından yazıldığını tespit edemeyen gestapo, Şubat 1943’te özel bir komisyon kurarak çalışmaları yoğunlaştırdı. 1942-45 yılları arasında Münih Gestapo Müdürlüğü yapan Oswald Schaefer, üniversite duvarlarına yazılan sloganlarla bildirilerin içeriği arasında bağlantıyı kurarak, üniversitedeki istihbarat faaliyetini artırdı.
ÜNİVERSİTE HADEMESİ İHBAR ETTİ
18 Şubat günü saat 11.00 civarında Scholl kardeşler üniversitenin ana amfisinin önüne bildiriler bırakıp, avluda “kuşlama” yaparken hademe Jakob Schmid tarafından fark edildiler. Ve hemen orada gestapo tarafından gözaltına alındılar. Sonra diğer gözaltılar... Öğrenciler ve Prof. Huber üniversiteden atıldı. Hans Scholl, yapılan işkenceler sonucunda bildirileri yazdığını kabul etti. Yakalandığında üzerinde Christoph Probs’un kaleme aldığı yedinci bildirinin taslağı da vardı. Mektubun yazarı olarak Probs, 20 Şubat’ta Insbruck’ta gözaltına alındı. Ortalıktan kaybolan Alexander Schmorell, 24 Şubat günü Münih’te yakalandı. 22 Şubat’ta mahkemeye çıkartılan Scholl kardeşler ve Probs, “vatana ihanet” suçlamasıyla ölüm cezasına çarptırıldılar. Karar aynı gece tutuldukları Stadelheim cezaevinde uygulandı. Yakalanmalarıyla idam edilmeleri arasında sadece dört gün vardı. Bu da “Halk Mahkemesi”ndeki yargılamanın göstermelik olduğunu ortaya koyuyor. 22 yaşındaki Sophie ve 25 yaşındaki Hans Scholl yaptıkları savunmalarda yanlış bir şey yapmadıklarını haykırdılar.
Gözaltına alınan grubun 14 üyesi ise 19 Nisan 1943’te mahkeme karşısına çıkarıldı ve Schmorell, Graff ve Huber hakkında ölüm cezası verildi. Diğer üyeler hapis cezasına çarptırıldı. İdamların durdurulması için yapılan girişimler sonuç vermedi.
İdamlardan sonra Münih Üniversitesi Öğrencileri Hans Leipelt ve Marie-Luise Jahn, altıncı bildiriyi üzerine “... ve her şeye rağmen ruhunuz yaşamaya devam ediyor” yazarak dağıttılar. Onlar da sonradan gözaltına alınıp yargılandılar. Leipelt de 29 Ocak 1945’te Stadelheim cezaevinde idam edildi.
FAŞİZME KARŞI BİTMEYEN KAVGA
İdamlar dünya çapında büyük bir yankı yarattı. Sürgündeki antifaşistler eylemler düzenledi. “Weisse Rosa” üyeleri komünist değildi. Ancak gördükleri ve yaşadıkları faşizme karşı sessiz kalmamak gerektiğini bilince çıkarmıştı. Bu nedenle daha çok hümanist duygu ve düşüncelerle hareket ettiler. Hıristiyanlığın hümanist yönünden etkilendikleri de yazılanlar arasında. Ama onlar için yapılan en önemli tanımlama, genç yaşlarına rağmen medeni cesaretlerini ortaya koyarak faşizme karşı sessiz kalmadan mücadeleyi örgütlemeleri oldu. Bu nedenledir ki idamlarının üzerinden 76 yıl geçmesine rağmen antifaşist mücadelenin kahramanları olarak anılmayı hak ediyorlar. Her yıl olduğu gibi bu yıl da pek çok etkinlikle anılacaklar.
Ve günümüzde Almanya’da yükselen aşırı sağ ve milliyetçiliğe baktığımızda onların bıraktığı mirası güçlendirerek sürdürmenin ne kadar önemli olduğu bir kez daha görülüyor.
Yararlanılan Kaynaklar:
https://www.neues-deutschland.de/artikel/1112473.christoph-probst-ehrung-fuer-mitglied-der-weissen-rose.html