"Kartal’da yaşanan İstanbul’un ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor"
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Akif Atlar ile kent sorunlarını ve nasıl bir yerel yönetim anlayışının uygulanması gerektiğini konuştuk.
Fotoğraf: Pixabay
Eylem NAZLIER
İstanbul
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesi TMMOB Şehir Plancıları Odası (ŞPO) İstanbul Şube Başkanı Akif Burak Atlar ile yerel yönetimlerin işlevini, İstanbul’un kent sorunlarını ve nasıl bir yönetim anlayışının uygulanması gerektiğini konuştuk. Katılımcı yönetim pratiğinden uzak, merkezi bir yönetim anlayışının gölgesinde yaşadığımızı söyleyen Atlar, meslek odaları olarak önerilerinin dikkate alınmadığını eleştiri yaptıklarında ise baskılarla karşılaştıklarını söyledi. Kartal’da yaşanan facianın İstanbul’un olası bir afet ya da deprem karşısında ne kadar çaresiz olduğunu gözler önüne serdiğini ifade eden Atlar, yeni faciaların önlenmesi için imar barışı uygulamasının derhal geri çekilmesi gerektiği söyledi. Ulaşımda İstanbul’un yıllardır sınıfta kaldığını belirten Atlar, kent içi ulaşım sorununun çözümünün entegre bir toplu ulaşımda, raylı sistemde olduğunu belirtti.
VAAT DEĞİL TEKNİK HAZIRLIK GEREKLİ
İstanbul’da partiler ve adaylar sahaya indi, kampanyalar başladı. İktidarından muhalefetine kentin gerçek sorunlarına değinen ve somut çözüm önerisi sunan var mı sizce?
Neyse ki İstanbul’da yaşayanlar olarak mart ayı gelmeden adayları tanıma fırsatımız oldu bizim de... Şaka bir yana, her yerel seçim döneminde kamuoyunda dile getirilen adayların geç belirlenmesine yönelik eleştirilerin önemli bir karşılığı var. Büyükşehir ya da ilçe yönetimi fark etmez, adaylık meselesi ciddi bir ekip kurgusunu ve uzun vadeli bir yerel yönetim programını gerektirir. Aday adayları aylar öncesinden kampanya yürütmeye başlıyor elbette ama siyasetin bu kampanyalardan bağımsız iç dengeleri bu kampanya programlarının önüne geçiyor. Seçime iki ay kala belirlenen adayların ayakları yere basan bir yerel yönetim programı sunmak için fazla bir zamanı kalmıyor haliyle. Kent sorunlarına çözüm önerebilmek için, sorunları doğru tahlil etmek lazım. Şimdi her aday hedefini umut dolu cümlelerle, güzel kelimelerle ifade edecektir bu süreçte, ancak hangi vaat ne ölçüde teknik bir hazırlık içeriyor, buna bakmak lazım.
"İMAR BARIŞI UYGULAMASI GERİ ÇEKİLMELİ"
İstanbul’daki konutların yüzde 60’ının risk altında olduğu söyleniyor. İmar affını ve Kartal’da yıkılan binayı düşündüğümüzde; seçime giderken İstanbul ne durumda?
Kartal’da yaşadığımız facia İstanbul’un olası bir afet karşısında ne kadar çaresiz olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. İstanbul, kaçak yapı stokuna bakıldığında oldukça kırılgan bir noktada. İhmaller bir yana, bu ihmalleri görmemeyi tercih eden bir denetimsizlik kültürü kurumlarımıza işlemiş durumda ne yazık ki. 1999 depreminin üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen hâlâ imar barışı gibi popülist uygulamalarla kaçak yapılar teşvik ediliyor, toplumun can ve mal güvenliği siyasi hesaplarla riske atılıyor. Afet başlığı altında siyasi iktidarın söylemleri ve icraatları birbiriyle örtüşmüyor. İmar barışıyla birlikte yapı ruhsatlarında mühendis imzalarının bulunma zorunluluğunun kaldırıldığını da hatırlatmak lazım. Sağlıklı ve dayanıklı yerleşimler için planlı ve denetimli bir kentleşme gerektiği çok açık. Ancak keyfi ve popülist imar uygulamaları bu tür facialara davetiye çıkarıyor. Yeni facialar yaşanmadan imar barışı uygulaması geri çekilmeli, yapı kayıt belgeleri askıya alınmalıdır.
"İSTANBUL DEPREME HAZIR DEĞİL"
Deprem riski bu kent için her an geçerli. Depreme hazır mıyız? Arama kurtarmadan, yaralıların tedavisine ve deprem toplanma alanlarına kadar ne durumda İstanbul?
Körfez depreminden sonra İstanbul’da “Afet Önleme-Azaltma Temel Planı” ve “İstanbul Deprem Master Planı” gibi bilimsel çalışmalar yapıldı, ancak 2012’de yürürlüğe giren Afet Yasası, kamuoyunda büyük beklentiler uyandırmasına rağmen bu bilimsel çalışmaları dikkate almadan, proje odaklı bir uygulama sürecini beraberinde getirdi. Riskli binaların tespit edilerek yenilenmesi süreci de vatandaşların ve müteahhitlerin inisiyatifine bırakıldı. Afete karşı dayanıklı binaları ve kent dokusunu inşa etmek ne kadar doğru bir eylem ise bu dönüşüm sürecini piyasa dinamiklerine teslim etmek o kadar yanlış. İstanbul’un depreme hazır olduğunu söylemek, İstanbul’a yalan söylemek olur. Kartal Yeşilyurt Apartmanı faciasının ardından gözlemlediklerimiz hazırlıksızlığımızı da gözler önüne serdi.
"TOPLU ULAŞIMDA SINIFTA KALDI"
İstanbul’un en büyük sorunlarından biri ulaşım. Ana muhalefetin adayı da çözüm için başka bir metrobüs hattı öneriyor örneğin. İstanbul’da herkesin şikayet ettiği ulaşım sorunu nasıl çözülür?
İstanbul’un ulaşım sorunu, yıllardır kara yolu odaklı parçacıl yatırımlara öncelik veren, bütüncül bir planlamaya dayanmayan projeci yerel yönetim yaklaşımının bir sonucudur. Üçüncü köprüyü ve Avrasya Tüneli’ni bu yaklaşımın en popüler ürünleri olarak gösterebiliriz. Sadece bu iki proje Boğaz geçişlerinde tercih edilmediği gibi, yüklenicilere verilen geçiş garantileri nedeniyle sadece İstanbulluya değil, tüm ülkeye külfet oluyor. Çözümü Marmaray gibi toplu ulaşım projelerinde aramak lazım. Raylı sistemin İstanbul kent içi ulaşımındaki oranı 2019 itibarıyla hâlâ yüzde 20’nin altında. Karşılaştıracak bir durum bile yok ama en azından fikir versin diye söyleyelim, Tokyo’da bu oran İBB’nin açıkladığı verilere göre yüzde 60’ın üzerinde. Beş yıl önce 400 kilometre toplam raylı sistem vaadiyle göreve gelen mevcut İBB yönetimi, bunu 200 kilometreye bile taşıyamadı. Toplu ulaşımda İstanbul yıllardır sınıfta kalıyor. Kent içi ulaşım yoğunluğunun çözümü entegre, konforlu ve ucuz bir toplu ulaşım sisteminde. Bu cümleyi de Şehir Plancıları Odası olarak herhalde yüzlerce kez söylemişizdir.
BÜTÜNCÜL VE UZUN VADELİ PLAN YOK
Peki bir kent nasıl yönetilmeli?
2018’de yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı kararnameleri sonrasında yerel yönetimlerin yeniden tartışılması gerekiyor. Yerel otoritenin oldukça zayıfladığı, merkezi otoriter yönetim sisteminin yasal zemin kazandığı bir süreçte yerel seçimlere gidiyoruz. Dolayısıyla kent yönetimini ülkenin siyasal ikliminden bağımsız konuşamayız. İdeali konuşacak olursak, kent yönetiminin kapsayıcı ve katılımcı olması gerektiğini söyleyebiliriz. Kente dair sözü olan herkesin eşit düzeyde temsilini sağlamaktır ideal olan. Katılımcı yerel yönetim sözünü kimse dilinden düşürmeyecektir önümüzdeki kırk gün boyunca. Ancak katılımcı yönetim pratiklerinden oldukça uzak bir merkezi yönetim anlayışının gölgesinde yaşıyoruz. Bundan on yıl önce Oda olarak bir plan çalışması hakkında Büyükşehir belediyesiyle kolaylıkla bir araya gelip mekansal kararlar hakkında tartışabiliyor, çekincelerimizi dile getirebiliyorduk. Şimdi böyle bir araya gelme hali mümkün değil ne yazık ki. Tüm ülkeye tesir eden kutuplaştırıcı siyaset ikliminden meslek odaları olarak bizler de payımızı aldık. Bilimsel ve teknik gerekçelerle itirazlarımızı dile getiriyoruz, eleştirilerimiz tartışılmıyor ama eleştiri yönelttiğimiz için bizlere çok ciddi baskılar uygulanıyor. Tüm sorunların temel kaynağı, bütüncül ve uzun vadeli bir mekansal ve stratejik plan yaklaşımının bulunmaması.