Anlayış, kitlesel göçten daha büyük sorun
Çatışma mağdurları her fırsatı bir tutunma arayışına dönüştürmek istemekte, yerleşik ise yeni gelenlere karşı daha da üstün konuma geçme arayışında.
Fotoğraf: İnanç Yıldız
Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü-GİGM’nin resmi rakamlarıyla şubat 2019 itibariyle Türkiye’de sadece “geçici koruma” kapsamındaki Suriyeli sayısı 3 milyon 644 bini geçmiş bulunuyor. Güney illeri 2 milyondan fazla sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Şehirlerin sosyodemografik yapısını değiştirecek büyüklükte bir göç 5 yılda yaşanmış bulunuyor.
Resmi mevzuatta da gerçekte de bu “kitlesel bir göç”. Ama göçün kitleselliğinden daha büyük sorun anlayışta yatıyor. Gerek sığınmacı göçünde gerek ekonomik göçte temel sorunun başında eşitsiz ve hiyerarşik bir ilişkinin kurulması en önemli güçlüğü oluşturuyor.
YERLEŞİKLİK VE SIĞINMACILIK İKİ FARKLI İNSANLIK DURUMU MU?
Yerleşik, göçmen, sığınmacı veya “geçici koruma” kapsamındaki kimse insan oluşu ve insanlığı açısından, yaşam ihtiyaçları ve onurları bakımından birbirinden başka bir realite olmadığı halde birbiriyle ilişkileri, duygu ve uyarlanmaları aynı tarzda işlememektedir, dahası eş değer kabul edilmemektedir. Daha en baştan “sığınmacı”, hane sahibi yerleşiğe bağlı ve bağımlı, ona itaat ve kulluk eder, sürekli müteşekkirliğini ifade etmek durumunda biri konumunda kabul ediliyor.
Sığınmacı hep problem veya problemli, alıcı hep iyilik eder, hayır sahibi kabul ediliyor. Sığınmacı ne yaparsa yapsın hane sahibinden daha iyi olamayacak bir konumda kabul ediliyor.
‘GEÇİCİ’ NEDİR? ‘KORUMA’ NEDİR? ‘GEÇİCİ KORUMA’ NE ANLAMA GELİYOR?
Eşitsiz ve hiyerarşik ilişki resmi tanımlamadan ikili ilişkilere kadar her aşamada kuruluyor ve perçinleniyor. Suriyeli tüm sığınmacılar “geçici koruma” kapsamında kabul ediliyor. Seçilen sözcükler, reva görülen ilişkiyi işaret ediyor. “Geçici” ve “koruma” kapsamı altındaki insanlar. Bağımlılar, sınırlılar, asli değiller, süreliler, ikinciller… hangi sıfat seçilirse seçilsin, yasal tanımlama onların eşit olmadıklarını, olamayacakları, olmamaları gerektiği üzerine kurulu bulunuyor. “Geçici koruma” konumunu sığınmacıların alın yazısı olarak insanlık tarihine kazıyoruz.
Daha da paradoksal olanı ve ağır olanı; hem eşit olamayacaklarını kimliklerine kazıyor hem de uyum sağlayamadıklarından sürekli şikayetçi oluyoruz.
UYMASI GEREKEN VE SONUÇLARLA YÜZLEŞMESİ GEREKEN SADECE SIĞINMACI
Uyarlanma, uyarlama, entegrasyon veya asimilasyon süreci;
- Bilişsel (Dil, etrafı tanıma),
- Normatif (Mevzuat, gelenek görenek yapış tarzlarını öğrenme ve içselleştirme),
- Sosyal (Yerleşikler ve sığınmacılar arasında ahbaplık, arkadaşlıkların oluşması),
- Yapısal (Ortak iş ve örgütlünme),
- Siyasal, ereksel, kader birliği,
- Özdeşimsel (Gelecek beklentileri, özdeşleşlik kurma ve kimliksel dönüşüm) gibi bazı süreçlerle ifade etmektedir.
Bu uyarlanma ve uyarlamalar;
- Uyma (Mevcut şartlara adapte olma),
- Marjinalite, kenarda kalma, dışlanma,
- Entegrasyon, bütünleşme, üyelenme, kimlik ve kültürüyle kabul edilme,
- Asimilasyon (Kimlik ve kültürünü kaybederek üyelenme) gibi bazı sonuçlar doğurmaktadır. Dikkat edilirse, enteg-rasyonun altı düzeyi de “sığınmacıdan” beklenmektedir. Sonuçları da sığınmacıya fatura edilmekte; yerleşik olanın uyması, marjinalitesi, entegrasyonu veya asimilasyonundan söz edilmemektedir; tüm bunların imlediği yine sığınmacılardır.
Sığınmacının ana işlevi, görevi, misyonu, vizyonu “uyarlanmak” da yerleşiğe ne düşmektedir?
Yerleşiğin temel vizyon ve misyonu ayrımı sürdürmek ve derinleştirmek midir?
SORUN SIĞINMACININ UYUM ARAYIŞINDA DEĞİL UYUMSUZLUĞUN YERLEŞİĞİN ÇIKARINA GELMESİNDE
Çatışma mağdurları çok daha ağır barınma, geçim, eğitim ve yaşam koşulları ile karşı karşıya bulunmakta ve her fırsatı bir tutunma arayışına dönüştürmek istemektedir. Yerleşik ise tersten mevcut alan ve konumunu sürdürmek, dahası yeni gelenlere karşı daha da üstün konuma geçme arayışına girmektedir. Yerleşikler; üstünlüklerini korumak için göçmen veya sığınmacıların uyum yapmasını, uyarlanmasını arzu etmemekte; özellikle aradaki farkı korumaya çalışmaktadır.
Ne yazık ki; yerleşiğin efendiliği için geleni kullanması, dışta, kenarda tutması, onları araçsallaştırması, ayrım yapması, dışlaması, ezmesi ana mekanizmaları oluşturmaktadır.
Yani sığınmacının uyum yapmasına en çok da yerleşik olan karşı çıkmaktadır. Sığınmacı-yerleşik ilişkisi, bir tür merkez-çevre ilişkisi gibi eşitsiz ve hiyerarşik bir ilişkiden oluşmakta; yapısal bir çelişki barındırmaktadır.
Maalesef bu çelişki de çözümü kolaylaştırmamakta, aksine daha da zorlaştırmaktadır. Yerleşik olan, egemen olan çelişkiyi kendi avantajına kullanabildiği ve faturanın hemen tamamını da sığınmacıya kesebildiği için çözüme de yanaşmamaktadır.