1848 Devrimi bir dünya devrimidir

Yazar Aydın Çubukçu, 171 yıl önce bugünlerde Fransa’dan başlayan 1848 Devrimleri’ni Evrensel’e anlattı.

25 Şubat 2019 05:50
Son Güncellenme Tarihi: 25 Şubat 2019 06:22
Paylaş

Zeliş IRMAK
Orhan DİL

19. yüzyılın ortaları... Avrupa’da Sanayi Devrimi büyük ölçüde tamamlanmış, burjuvazi zenginleşirken, işçi sınıfı daha fazla sömürülmeye başlamış, daha fazla yoksullaşmıştı. İşçiler günde 13-15 saat çalışıyor, sağlıksız zor koşullarda yaşamaya devam ediyorlardı. İşçi sınıfının bu sömürüye dur demekten başka şansı yoktu. İşçi sınıfı giderek bilinçlendi; şalterleri indirdi, grevler yaptı, sendikalar kurdu, sokaklara çıktı; gücünün birliğinde olduğunu öğrendi.

1848 Şubatının sonlarında Fransa’da kısa zamanda 1848 Devrimleri olarak anılmaya başlanacak ve tüm Avrupa’yı saracak eylemler dizisi patlak verdi. 1789 ve 1830 devrimlerinin yanı sıra işçi sınıfının irili ufaklı eylemlerinden, tecrübelerinden öğrenerek ancak bu kez geçmiştekinden daha güçlü bir şekilde katıldığı 1848 Devrimleri’nin çok önemli sonuçları oldu. Karl Marx ve Friedrich Engels’in “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti” diye başladığı ve “Dünyanın tüm proleterleri birleşin” diye bitirdiği Komünist Manifesto’nun aynı günlerde yazılmış olması elbette bir tesadüften ibaret değildi. Marx ve Engels, işçi sınıfının ilk siyasal programını yazarken işçiler de güçlerini derin sularda test etmeye girişiyordu.

Yazar Aydın Çubukçu 1848 Devrimleri’ne giden yolu, devrimlerin gelişme süreçlerini ve işçi sınıfı mücadelesinde sahip olduğu önemli rolü Evrensel’e anlattı.

Aydın Çubukçu 1848 Devrimleri’ni şu sorular çerçevesinde ele aldı:

  • 1848 Devrimleri’nin arka planı nasıldı? O dönemde Avrupa’nın durumu, sınıf-güç ilişkileri için neler söylenebilir?
  • Hareket neden Fransa’dan başladı, Fransa’nın özgünlüğü neydi?
  • Devrimler, Avrupa’da nerelere yayıldı, bu kadar yayılabilmesinin nedenleri için neler söylenebilir?
  • Hareketin Fransa’daki ve diğer ülkelerdeki genel sonuçları, kazanımları nelerdi?
  • İşçi sınıfının hareketteki yeri ve 1848’den çıkardığı dersler nelerdi?
  • 1848 Devrimleri Karl Marx ve Friedrich Engels’in düşünsel yaşamını nasıl etkiledi?

“1848 DEVRİMİ, İŞÇİ SINIFI HAREKETİ AÇISINDAN ÖNEMLİ DERSLER İÇERİR”

1848 Devrimi, tarihteki büyük devrimler arasında pek adı geçmeyen bir olaydır. Örneğin büyük Fransız Devrimi ya da Sovyet Devrimi gibi tarihte devrim denilince akla gelen olaylardan biri değildir. Fakat etkisi ve kapsamı bakımından düşündüğümüzde bugün için de önemini koruyan, içinden çıkardığı siyasal biçimler ve mücadele biçimleri bakımından konuşulmaya değer bir devrimdir. Özellikle de işçi sınıfı hareketi açısından son derece önemli dersler içeren tarihsel bir olaydır.

“SİYASAL KÖKLERİ 1789 FRANSIZ DEVRİMİ’NDEDİR”

1848 Devrimi aslında yalnızca gerçekleştiği 1848 yılına ait bir devrim değildir. Kökleri büyük Fransız Devrimi’ne kadar gider. 1830’da Fransa’da gerçekleşen başka bir devrimle ilişkisi vardır. Sonrasındaysa etkileri Avrupa’nın şekillenmesinde görülen büyük bir devrim olarak anılmayı hak etmiştir. 1848 Devrimi’nin siyasal ve ekonomik iki temel kökünden söz edebiliriz. Siyasal kökleri için 1789 Fransız Devrimi’ne bakılmalıdır. 1789 Devrimi burjuvazinin kendisini insanlığın bütün taleplerini dile getiren sınıf olarak ortaya koyduğu ve bunu özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganıyla dile getirdiği, temel hak ve hürriyetlerin gerçekleşmesi uğruna kralın kafasını kestiği büyük bir devrimdir. Yalnızca yaşanan olayların büyüklüğünden dolayı değil, ileri sürdüğü idealler bakımından da insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Derin izler bırakmıştır. Ama vaat ettiği özgürlük, eşitlik ve kardeşliği bütün insanlar için gerçekleştirememiştir. Çünkü büyük Fransız Devrimi burjuva devrimiydi ve vadettiği şeyler esas olarak burjuvazi için geçerliydi. Eşitlik denilince burjuvazinin kendi içindeki eşitliği kast ediliyordu. Kardeşlik ve özgürlükten yine burjuvazinin sınıf çıkarlarını gözeten kavramlar anlaşılıyordu. Geniş halk yığınları bu kavramlar hakkında kendisine vaat edilenleri pek yaşayamadı. Özellikle kitle gücü olarak 1789 Devrimi’ne katılmış olan işçi sınıfına eşitlik ne kardeşlik ne de özgürlük kavramlarından pay alabildi. Bu bir umut kırıklığıdır. Devrimin vaatleriyle yaşanan hayat arasındaki çelişki önemli bir siyasal talep ortaya çıkarmıştır. Bu da devrimin tekrarlanması, devrimin sürdürülmesidir. Oysa burjuvazi cumhuriyetin dahi fazlaca hak ve özgürlükler sağladığı görüşündedir ve bunları geri almak için bunlarla kazanılmış olan toplumsal çıkarları kendi lehine kullanabilmek için restorasyon denemelerine girişmiştir. 1789 Devrimi’nin getirdiği hak ve özgürlükleri belli bir çerçeveye sıkıştırmaya çalışmıştır. Fakat diğer önemli kök dediğimiz şey, bu sıkıştırma eylemiyle karşılaştırıldığında sınıf çıkarları bakımından yeni bir görünümle ortaya çıkar. O diğer kök, Sanayi Devrimi’dir.

“SANAYİ DEVRİMİ’NİN ARDINDAN GELEN MAKİNELEŞMENİN SAĞLADIĞI İMKANLAR İŞÇİ SINIFININ HAYAT ŞARTLARINA YANSIMAMIŞTIR”

Sanayi Devrimi bilim ve teknolojinin sunduğu yeni imkanların üretime uygulanması anlamına gelir. Ve bir yandan kapitalizmin gelişmesinde son derece önemli bir adım teşkil ederken diğer yandan da sınıflar arasındaki uçurumu derinleştirmiş, özellikle işçi emekçi yığınlarının yoksullaşmasına, daha fazla sömürülmesine, daha fazla acı çekmesine yol açmıştır. Makineleşme kuşkusuz üretimi son derece geliştirmiştir. Fakat bunun sağladığı imkanlar işçi sınıfının kendi hayat şartlarına yansımamıştır. Hem Fransız Devrimi’nin vadettiği özgürlük, eşitlik, kardeşlik çağrısı hem de Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı üretimde aşırı zenginleşme, üretimin getirdiği imkanlarla ortaya çıkmış olan aşırı zenginlik bir arada düşünüldüğünde toplumsal çalkantıların yeni devrimlerle sonuçlanması ihtimalinin güçlendiğini kendiliğinden anlayabiliriz. Sanayi Devrimi yalnızca sanayide bir devrim olarak değil aynı zamanda toplumsal ilişkilerde de son derece keskin yeni değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Buna aynı zaman aralığında Fransa’daki tarım krizi de eklenince, kırsal alandaki hayatın dayanılmaz hale geldiğini görüyoruz ve bu başkente ya da büyük sanayinin toplandığı merkezlere doğru bir göçün, bir yığılmanın, bir halk akınının başlamasına neden olmuştur.

“1830 DEVRİMİ İŞÇİLER AÇISINDAN KAYBEDİLMİŞ, BURJUVAZİ AÇISINDAN KAZANILMIŞ BİR DEVRİMDİ”

1830 Devrimi diye anılan olaylar, bir yandan burjuvazinin bir kesiminin krallığı ihya etmek, devrimi cumhuriyetten geriye doğru döndürme çabalarıyla cumhuriyeti savunanlar arasında bir kavga olarak ortaya çıkmıştır. Ama bu kavgada işçi sınıfı cumhuriyetçilerden yana ağırlığını koymuştur. 1830’un işçi sınıfı açısından şöyle bir önemi var: 1789’da işçi sınıfı devrimde sadece kitle gücü olarak yer almıştı ve kendi taleplerini kendi siyasal gücünü ortaya koyabilecek imkanlardan yoksundu. Bu yüzden burjuvazinin bir eklentisi olarak hareket etmiştir. Onu desteklemiştir, onun devrimini kendi devrimi olarak kabul etmiştir. 1830’lara gelindiğindeyse işçi sınıfı artık kendi taleplerini dile getirebilecek, kendisini bir toplumsal güç olarak ortaya koyabilecek örgütlenmeler yaratmaya başlamıştır. Özellikle Lyon dokumacılarının ayaklanması işçi sınıfının eskisi gibi burjuvazinin eklentisi halinde hareket edebileceğine dair beklentilerinin o kadar yerinde olmadığını göstermiştir. İşçi sınıfı artık kendi talepleriyle hareket ediyordu. Bu talepler burjuvazinin temel çıkarlarıyla çelişen taleplerdi. Yalnızca ekonomik bakımdan değil siyasal bakımdan da yönetime katılmak, yönetimi bürokratik aygıtlardan temizleyerek doğrudan yönetim haline getirmek gibi talepler de ileri sürüyorlardı. Fakat 1830 Devrimi aslında cumhuriyetçilerin zaferiyle sonuçlanmış olmasına rağmen işçi sınıfının yenilgisiyle sonuçlandı. Ayaklanmaya devam eden işçiler kaba kuvvetle bastırıldı. Binlerce işçi sürgün edildi, hapsedildi, tutuklandı, öldürüldü. 1830 Devrimi işçiler açısından kaybedilmiş ama burjuvazi açısından kazanılmış bir devrimdi. Marx bu devrimle özellikle banka sermayesinin egemen hale geldiğini ve diğer burjuva kesimlerini kendi egemenliği altında birleştirdiğini söylemiştir. Bu cumhuriyetçilerin kazandığı parlamenter rejimin güçlendiği bir devrimdi ama yine işçiler bu işte kaybeden tarafı oluşturdu.

“1848 AYNI ZAMANDA KOMÜNİST MANİFESTONUN YAZILDIĞI YIL”

1848’e gelindiğinde durum oldukça farklıydı. Yine bir rejim tartışma sıvardı. Burjuvazi kendi içinde bölünmüşçe farklı siyasal eğilimler ekseninde birbiriyle çatışmaya girmişti. İşçi sınıfı yine bu durumda cumhuriyeti savunmak ve daha da ileri götürmek için kendisinde bir imkan gördü ve devrime güçlü bir biçimde katıldı. Fark şurada: 1830’dakine göre işçi sınıfı hem sayısal olarak hem de bilinç bakımından oldukça farklı bir yerdeydi. 1848 aynı zamanda Komünist Manifesto’nun yazıldığı tarih. 1848 Devrimi patlamadan hemen önce Marx ve Engels bir işçi birliğinin talebi üzerine Komünist Manifesto’yu yani işçilerin komünist partisinin bildirgesini yazmıştı. 1848 Devrimi’nin öncekiler bakımından, işçi sınıfı açısından neden daha farklı olduğunu salt bu örneğe bakarak söyleyebiliriz. Ellerinde bir manifesto vardır. Buna bir talep doğurmuşlardır. Sosyalist ve komünist fikirler işçiler arasında epeyce yaygın bir biçimde egemen hale gelmiştir. Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor diye başlayan manifesto bu durumu açıklar. Komünist hayalet, komünizm artık işçiler arasında gerçek bir özlem, gerçekleştirilmesi gereken bir hayalden öte kazanılması gereken siyasal bir mevzi olarak tanımlanmaktadır. Öyle ki işçi örgütleri arasında yalnızca çeşitli türden ütopik sosyalistler, anarşistler, farklı siyasal sosyalist eğilimler olmanın ötesinde artık Marx ve Engels tarafından tanımlanan bir komünizmin taraftarları da ortaya çıkmaya başlamıştır. 1848 Devrimi’ni önceki devrimlerden ayıran en önemli özellik budur. Ve neden büyük bir şiddetle, kanla bastırıldığını açıklayan özelliklerden birisidir bu. Burjuvazi kendi arasında o kadar büyük bir şiddete başvurmaz. Yani kurşuna dizilenler, evleri, işyerleri tahrip edilip yağmalananlar… Önceki devrimlerde burjuvalar birbirlerine böyle şeyler yapmamışlardır. Ama işçiler söz konusu olduğunda 1848 Devrimi’nin büyük bir şiddetle ve kanla bastırılması gündeme gelmiştir. 1830 Devrimi’ni başaranlar yani cumhuriyetçi burjuvazinin bir kesimi, 1848 Devrimi’ni bastırmış olan burjuvazidir. Yani 18 yıl önce bir devrimle başarı sağlamış olan burjuvazi, bir sonraki devrimde devrimi kanla bastıran durumda karşımıza çıkmıştır.

“1848 AVRUPA’NIN TÜM SİYASAL MANZARASINI DEĞİŞTİRDİ”

Yalnızca Fransa değil. 1848 Devrimi’ni bir dünya devrimi olarak tanımlamamıza yol açan bazı başka özellikler var. Diğer yanı,Avrupa’da ulusal devletlerin ortaya çıkışı ve parlamenter rejimlerin güç kazanması sürecidir. Marx o dönemi şöyle tasvir ediyordu: Sokaklarda taçlar, tahtlar yuvarlanıyor ama kimse dönüp bakmıyordu. Pek çok monarşi yıkılmış yerlerine parlamenter rejimler kurulmuştur. Monarşiler zayıflamışama cumhuriyetler güçlenmiştir. Diğer yandan o güne kadar kendi birliklerini sağlayamamış kimi uluslar da bu süreç içinde ulusal devletler çerçevesinde birliklerini sağlamıştır. İtalya, Almanya, Macaristan,Çekler, Slovaklar, Balkanlar’da bir dizi ulusal hareketin ortaya çıkışı da 1848 Devrimi’ne denk düşmüştür. Yalnızca Paris’te başlayıp biten bir devrim olarak kalmamış, Avrupa’nın bütün siyasal manzarasını değiştirmiştir. İngiltere’de ise 1848 Çartist hareketle karakterize olmuştur. Çartist hareket çok güçlü ve fakat kendilerini sosyalist olarak ifade etmekten ziyade eşitlikçi bir işçi ideolojisi etrafında birleşmiş olan işçilerin hareketiydi. Bu evrilebilirdi. Marx önemli ölçüde değerli bulmuştur bu hareketi. Çartist harekette İngiltere’de 1848’ler boyunca son derece etkili olmuş, İngiliz sınıf hareketinin çevresini etkilemiştir. Bunun yanı sıra Avusturya, Prusya, İtalya, Fransa, İngiltere gibi belli başlı büyük sanayi devrimini içselleştirmiş ve kendi ekonomisini kapitalizm yolunda geliştirmiş ülkeler dışında, Balkan ülkelerinde de etkileri görülmüştür. Hatta Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nu da kendi içine çeken önemli değişimler yaratmıştır.

“DEVRİMLER DE SAVAŞLAR DA KAPİTALİZMİN ÇELİŞKİSİNDEN DOĞAR”

Devrimler ve savaşlar her zaman birbirlerini kollayarak ilerleyen iki büyük tarihsel gerçekliktir. Aynı topraktan doğarlar. Kapitalizmin çelişkilerinden doğarlar. Kimi zaman devrimler önde gider, Kimi zaman savaş arkasından devrim, devrim arkasından savaş veya birlikte… Bunlar çok sık görülen şeylerdir ve 1848 Devrimi bu bakımdan da savaş devrim ilişkisini önemli ölçüde gözler önüne seren örneklerden birisidir. Büyük dünya karmaşası içinde özellikle burjuvazinin Avrupa çapında kimi kazanımları oldu. İşçi sınıfının bu devrimde de yenilgiye uğraması aslında kaçınılmaz gibiydi. Çünkü son derece kitlesel güce sahipti. Talepleri güçlü ve rejimin temellerine yönelik özellikler taşıyordu. Ama işçi sınıfı örgütsüzdü. İşçi sınıfı siyasal bakımdan önemli ölçüde parçalanmıştı. Daha çok ütopyacı ve anarşist görüşler egemendi işçiler arasında ve kapitalizmin ortadan kalkmasıyla neyin gerçekleşeceği konusunda bir programa da sahip değillerdi. Komünist Manifesto yazılmıştı ama bu son derece dar bir işçi çevresi için anlamlıydı ve henüz işçi sınıfı Marksist dünya görüşüyle tam anlamıyla tanışmış değildi. 1848 devrimci sürecinin Marksizmin gelişmesi bakımından da önemli bir etkisi vardır. Manifestonun yazılışı 1848’e denk gelmiştir ama bu bir tesadüf değildir. 1830’dan başlayıp 18 yıl boyunca Avrupa’da özellikle Fransa merkezli bir işçi hareketinin doğmuş olması, işçiler arasında sosyalist düşüncelerin hızla yayılması Marx’ın kendi sistemini inşa etmesinde son derece önemli belirleyici bir yere sahiptir.

“46,47’LERDE PROLETARYA KAVRAMI, MARX İÇİN DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK SINIF ANLAMINI KAZANDI”

1844’te Marx henüz Hegel felsefesiyle, Feuerbach felsefesi arasında bir eleştiri mekiği dokumaktadır. İkisini de eleştirmekte birine dayanarak ötekini, ötekine dayanarak diğerini eleştiren bir süreçten geçmektedir. Ama git gide de kendi sistemini oluşturmak yolunda ilerlemektedir. 1844 el yazmalarında proletarya kavramı insanlığın bir hali olarak işlenmiştir. Ama 1848’e doğru giderken 46-47’li yıllarda (özellikle 1848 arefesinde) Marx için proletarya kavramı artık dünyayı değiştirecek olan sınıf anlamını kazanır. Yani insanlığın bir durumu, diğer insanlardan farklı insanların oluşturduğu bir yaşam tarzının insanları olmanın ötesinde artık proletarya dünyayı değiştirecek, yeni bir dünya yaratacak sosyalizmi, komünizmi gerçekleştirecek sınıf anlamı kazanmaya başlar. Bu devrimci süreçte edinilmiş olan gözlem ve deneyler Komünist Manifesto’dan daha önemli, belki kalıcı bir felsefenin temellerini ifade etmesi bakımından, daha da kalıcı olan Alman İdeolojisi’nin yazılmasına yol açmıştır. Marx ve Engels Fransız devrimci sürecinin bütün dünyada yarattığı etkiler ve özellikle buna paralel olarak gelişen sınıf hareketinin kapitalizmle olan ilişkileri hakkındaki görüşlerini bu süreç içinde netleştirmiştir. Engels, ‘İngiltere’de işçi sınıfının durumu’ başlıklı kitabıyla gelmiştir. Doğrudan gözlemlere dayanan, neredeyse bir gazeteci gibi çalışarak röportajlar, anketler yaparak o zor koşullar içinde işçilerle birlikte yaşayarak yazılmış bir eserdir ve Marx’ın büyük hayranlığını kazanmıştır. Çünkü işçi sınıfı hakkında daha çok romantik solcu bakış açısıyla yazılmış olan eser, roman varken, ütopyacıların ortaya koyduğu kimi işçi sınıfını anlatan eserler varken, Engels’inki doğrudan doğruya işçi sınıfının hem sefaletini hem de gücünü gösteren bir eserdir. Bu sınıftan yalnızca ezilmişlik, acı çekmek, sefalet değil dünyayı değiştirecek bir güç de çıkabilir, çıkacaktır, görüşünü güçlendiren gözlemlerdir bunlar ve Engels’in kitabı diğerlerinden bu bakımdan ayrılır. Aynı şekilde 40’lı yılların sonlarına doğru Paris’te sınıf hareketiyle son derece iç içe yaşayan Marx da işçi sınıfının devrimci gücü hakkında teorisini temellendirmeye başlamıştır. Marx’tan önce ütopyacı sosyalistler işçi sınıfını kurtarılması gereken bir sosyal tabaka olarak görüyordu. Marx ise doğrudan doğruya o devrimci süreçteki ayaklanmada hem fikirlere hem de eylemli güce bakarak işçi sınıfının kurtuluşunun kendi kollarıyla olacağı, işçi sınıfının kendi kendisini kurtaracağı fikrini geliştirmiştir. Bu diğerlerinden farklıdır. Yani iyi niyetli burjuvaların yahut merhametli insanların kurtaracağı bir sınıf olmasının ötesinde kendisini kurtaracak olan sınıf kendisiyle birlikte bütün insanlığı da kurtaracak olan sınıf anlamını kazanmaya başlamıştır, Böyle bir deneyimden gelerek yani işçi sınıfının o devrimci hareketini tarihin akışıyla ilişkilendirerek masanın başına oturduğu zaman başka bir felsefe, başka bir tarih anlayışı, başka bir politika ortaya çıkmıştır. Bunun adı Alman İdeolojisi olmuştur.

“ALMAN İDEOLOJİSİ’NİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİ, TARİHİ YAPAN EYLEMLİ İNSAN FİKRİDİR”

Alman İdeolojisi basitçe bir felsefi tartışmanın ötesinde bir eserdir. Alman İdeolojisi’nin temel taşlarından birisi, tarihi yapan eylemli insan fikridir. Tarihsel materyalizm, sınıf, tarihin lokomotifi devrimlerdir gibi tezlerini, bu konulardaki görüşlerini anlayabilmek için 1848 Devrimi’ne esaslı bir şekilde bakmak gerekli. Marksizmin doğuşunun zafer çığlığı gibidir 1848 Devrimi. Yenilmiştir işçi sınıfı ama Marksizm gibi büyük bir hazineyi kazanmıştır.

Tarihsel materyalizm konusunda 7-8 tane temel tez sayabiliriz. Ama 1848 Devrimi’nin etkilerini dile getiren tezler olarak ayıklamaya başladığımızda, “Toplumsal yaşamın bütününde üretim ilişkilerinin rolü belirleyicidir” şeklindeki bir tezi, kapitalizmin gelişme düzeyi, sanayi devriminin etkileri, bütün o parlamentarizm, monarşi, cumhuriyet gibi tartışmaların ortaya çıkışı, bütün bunlarla kapitalizmin gelişmesi arasında kurulan bağlar bu tezi beslemektedir. Böyle bir dünyaya bakarak böyle bir tez ileri sürülmüştür. Üretim ilişkileri derken kastettiği şey doğrudan doğruya o günün koşullarında kapitalizmdir. Kapitalizmin gelişme koşulları bütün bu siyasal ideolojik tartışmaları ortaya çıkarmıştır. Başka bir koşulda başka bir dünyada işçi sınıfı mücadelesinin bu boyutlara ulaşmadığı bir ülkede böyle bir tezin ortaya çıkması mümkün değildi. Ya da politik ve ideolojik üst yapı hakkında söylenenler; devlet biçimi, felsefeler, çeşitli siyasal akımlar, sanat akımları vs. “Bütün bunların kaynağı nedir, nereden etkilenir de bunlar değişik biçimler alabilirler, neden değişirler” sorusuna verilen cevap da o üst yapı ve temel arasındaki ilişkiye dair olan tezde çözülmüştür. Devrimci sürece baktığımız zaman bütün bu hengamenin ortasında farklı devlet biçimleri, farklı uluslaşma süreçleri, bunlara ilişkin edebiyat, sanat, resim, felsefe vs. nereden doğduğunu daha iyi anlıyoruz. Böyle bir tezin ortaya çıkması için o hengamenin o ciddi koşulların bu kavganın yaşanması gerekiyor. Sonuç tezi diyebileceğimiz şey, Alman İdeolojisi’nin bütün o tartışmalardan çıkarttığı bütün o tezler yığınından süzülüp ortaya çıkmış olan, sonuç olarak değerlendirebiliriz. Bu da 1848 Devrimleri’nin en önemli derslerinden birisi olarak önümüze çıkar.

“İŞÇİ SINIFI POLİTİK İKTİDARI ELE GEÇİRMELİDİR”

Proletaryanın tarihsel rolünü yerine getirebilmesi için politik iktidarı ele geçirebilmesi gerekir. Politik iktidarın ele geçirilmediği koşullarda proletarya daima başka bir egemen sınıfın eklentisi olarak devrime katılır ve devrim onun için kazanç getirmez. 1830-1848 hatta daha gerideki 1789 devrimlerinde, proletaryanın önemli bir rol oynamasına rağmen yenilmiş olması bu tezin ortaya çıkışında belirleyici bir etken olmuştur.

1848 Devrimi bir dünya devrimidir. Ama bu özelliği dolayısıyla dünyadaki bütün diğer devrimler gibi gerçekleştiği toprakların dışında bütün dünyayı ilgilendiren dersler ortaya çıkarmıştır. Bunlardan en önemlisi Marx’ın çıkarttığı sonuçtur. İşçi sınıfı, kendisini kurtaracak, kendisiyle birlikte bütün insanlığı kurtaracak sınıftır ve bunun için politik iktidarı ele geçirmesi gerekir.

ÖNCEKİ HABER

5 imam hatip ortaokulu öğrenci yetersizliğinden kapatıldı

SONRAKİ HABER

Whose kids are ISIS and Nusra?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa