Mermi, varlık-yokluk ve gelecek kaygısı
Söylemlerin çeşitliliği veya değişmesi siyasal konjonktüre bağlı olarak da değişti ama mayası hep aynı kaldı.
Fotoğraf: Akın Çeliktaş/DHA
Mesut BAYLAV
Adana
"Ne diyorlar; domates, patlıcan, patates, sivri biber... Düşünün bir merminin fiyatı nedir, düşünün.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 8 Şubat’ta Sivas mitinginde yaptığı bu çıkış, söylendiği günden itibaren gündemdeki tartışılan ve konuşulan başlıklardan biri olma halini koruyor. Söylemin birçok açıdan ele alınıp değerlendirilebilecek boyutunun olduğu aşikâr.
Ekonomideki gidişatın tabiri caizse freni boşalmış bir otobüs halini almaya başlamasından itibaren -hükümetin geçici olarak freni sertleştirme hamlelerine ve bunların gerçeğin üzerini örtememesine rağmen- hükümet yetkilileri oluşan tepkileri göğsünde yumuşatmaya ve yeniden oyun kurmaya yönelik birçok söylem geliştirdi. Söylemlerin çeşitliliği veya değişmesi siyasal konjonktüre bağlı olarak da değişti ama mayası hep aynı kaldı. Hükümet gidişata dair ve gelinen süreçlerde herhangi bir sorumluluk kabul etmeyerek geliştirmeye çalıştığı taktikleri, dönem dönem halkta bir karşılık bulurken dönem dönem de kuru ve ikna edici olmaktan uzak etkiler halini aldı. İkna yolu tıkanmaya başladığı süreçlerde hep başvurulmak için bir yanda tutulan savaş söylemleri ve pratik adımlar atma tehditleri daha yüksek ses ile çıkmaya başladı.
ÖRTBAS EDİLEN SORUMLULUKLAR
Burjuva iktidarlar için savaş, özellikle halkı ikna etmekte zorlandıkları dönemlerde kullanmak için ellerinin altında her zaman tutmak istedikleri bir kozdur. AKP hükümeti de iktidara geldiğinden bu yana elindeki bu kozu her dönem kullandı ve kullanmaya da devam ediyor. İktidarın özellikle her seçim arifesinde ülkenin gündemini içeride ya da dışarıda bir savaş atmosferine sokması ya da var olan atmosferi daha da karartmaya yönelik hamlelerde bulunması, halk kitlelerini kendi politikaları etrafında yeniden yedekleme amacından başka bir amaç gütmüyor. Yaşadığımız sürecin özgün yanlarından biri, hükümet savaş söylemleri ile bir yandan seçim sürecinden kan kaybetmeden çıkmayı hedeflerken bir yandan da ekonomideki gün geçtikçe daha da derinleşen krizin etkilerini ve gidişata dair kendi sorumluluğunu örtbas etmeye çalışıyor.
İçerisinden geçtiğimiz süreci özetlersek; ülke yaklaşan 31 Mart yerel seçimlerine ekonomik kriz ortamında ve “Fırat’ın doğusuna ve Menbiç’e askeri müdahale” ihtimalinin sürekli tetikte tutulduğu bir ortamda ilerliyor. İşçilerin, emekçilerin, gençlerin yaşam koşullarının ağırlaştığı, halkın tanzim satış noktalarında sebze-meyve kuyruklarına girdiği, işsizlik rakamlarının her geçen gün arttığı, on kişilik işe 12 bin kişinin başvurduğu, halkın savaş politikaları ile gözünün bağlanmaya çalışıldığı ve bunlara paralel olarak var olan çelişkilerin daha da gün yüzüne çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Ve bu çelişkilerin daha görünür ve hissedilir olma durumu iktidarı tedirgin ederken, kullandığı söylemlere de yansımalarını sürdürüyor.
VARLIK MI KUYRUĞU?
Buralardan yola çıkarak Erdoğan’ın “mermi” çıkışına bir geri dönüş yapabiliriz. Erdoğan, ekonomik krizin yansımaları ile savaş gündemini birleştiren “özlü” bir söz söyledi. Bu sesleniş ile özellikle son aylarda iyice artan sebze fiyatlarına dair muhalefet cephesinden gelen eleştirilere yanıt verdiği söylenebilir. Bu doğrudur. Fakat görünenin gerçekliği ile görünmeyenin hissedilirliği arasında kopmaz bir bağ vardır. Görünenin ardında Erdoğan halkın tamamına bir mesaj verme niyetindedir ki özellikle de kendi tabanına. Çünkü AKP’nin uzun zamandır kendisine oy vermeyenlerden ziyade kendi tabanını koruma güdüsü ile hareket ettiği aşikardır. İşçilere, emekçilere “Zamlardan şikayet etmeyin, daha iyi bir yaşam talep etmeyin, ülke dört bir yandan saldırı altında” mesajını verirken - ki bu mesajı uzun zamandır veriyor- , gençlere de “Verdiğimiz 30 lira burs-kredi zammı ile yetinmeyi bileceksiniz, siz gençler ülke için şehit olmayı da bileceksiniz” iletisini yolluyor. Erdoğan ve hükümet, mesajı vermek ile onu almanın zorunluluğu arasındaki damardan çalıyor söylediklerini. Bu damar bir “beka”nın üzerinden ilerleyen ve tek adamın fikrinde somutlanan bir çizgi izliyor. “Ben varsam siz varsınız yoksam siz de yoksunuz” miti etrafından şekillenen beka yolunun bir namlunun ucundaki mermide ve onun fiyatında buluşması tesadüf değil. Halkın cebinden aldığını ona mermi olarak geri veren iktidarın, en iyi bildiğinin mermi fiyatları olması da ve bu bildiğini herkesin de bilerek tek sırada beklemesini istemesi de iktidarın “gelecek kaygısı” olsa gerek. Bu kaygı yine Erdoğan’ın tanzim noktalarına ilişkin son günlerde yaptığı “varlık kuyruğu” söyleminde somutlaşıyor. Ne demişti Erdoğan? “Şimdiki kuyruk yokluk kuyruğu değil, bereket kuyruğu, varlık kuyruğu.”
Kuşkusuz Erdoğan ve hükümeti halkın yokluk içerisinden hareketle o uzun kuyrukları oluşturduğunu biliyor. Ama var olanı kaybetmemek istemenin kaygısı ona bu cümleleri kurduruyor. Birbiri ile zıt iki kaygı sürekli çatışma ve savaş –kimi zaman üstü örtülü de olsa – halindedir. Varlık çürümeye devam ederken biz o gelişen, büyüyen yokluk –ama var olanı isteme- kaygısının yolunu açmaya bakalım.