Gönül “çalan” belediyecilik
AKP’nin 11 maddelik “gönül belediyeciliği” manifestosunu masaya yatırıyoruz.
Fotoğraf: DHA
Seçim öncesinde her kentten ayrı ayrı sesler yükseliyor. Seçimin atmosferi ile birlikte sadece kazanma kaygısı güden açıklamalar, manifestolar, sözler her geçen gün daha da artıyor. Tüm belediye başkan adayları kentlerde sorunlu giden birçok şeyin farkında gibi davransa da, kentlerin bu hale gelmesinde en büyük etken de kendileri ve onayladıkları sermaye politikalarında gizli. Peki ortaya saçılan manifestolar kentlerin derdine deva olabilir mi, bu zamana kadar neden olamadı sorularının cevabı için AKP’nin 11 maddelik “gönül belediyeciliği” manifestosunu masaya yatırıyoruz.
"İstismara açık parsel bazlı plan değişikliklerine kesinlikle geçit vermeyeceğiz. Şehir planlarını ve imar uygulamalarını şeffaf bir şekilde hazırlayacağız."
Kentin sokaklarında yürürken kafanızı kaldırdığınızda 2-3 katlı binaların ortasında yükselen dev gibi konutları veya otelleri son 16 yılda daha fazla görmekte olduğumuz gerçeği bizlere kentlerde imar yasasının ve şehir planlarının kolaylıkla yok sayılabilen kağıt parçaları haline geldiğini gösteriyor. Türkiye’de her zaman imar yasaları belirli kişiler veya kurumların ilişkilerine göre kullanılabilen, yeri geldiğinde sadece bir söz ile değiştirilebilen ve her gelen belediye başkanının “Bu bizim kentimizin gelişmesine engel.” diyerek değiştirdiği; halkın da “Kendi evimin değerini nasıl artırırım?” ümidiyle değişmesini beklediği yasalar oldu.
Kentlerimizde dinlenebilecek, nefes alabilecek bir tek noktaya bile hasret kalmamız, vatandaşa imar ve şehir planlarını sadece rant ve değer artışı gibi gösteren ve bu şekilde çalışan rant odaklı belediyeciliğin bizi getirdiği noktadır. Şimdi bu belediyecilik anlayışı tüm kentleri yeniden yönetmek için aday olduğunu her fırsatta dile getiriyor, yanlışları düzelteceğini haykırıyor. 96 yıldır Türkiye’de her seçimde yinelenen ama her seferinde de pişmanlık ile andığımız uygulamaları hayata geçirmek, halkın en son ihtiyaç duyduğu şey haline gelmiş durumdayken, kentlerin emekten, doğadan yana ve talandan uzak yönetilmesi halka sunulacak asıl belediyeciliktir.
"AK Partili olmayan belediyelerde de altyapı eksiklerinin tamamlanması çalışmalarını yakından takip edeceğiz. Toplu taşıma projelerini hızlandırıp yaygınlaştırarak, şehirlerde yaşayan insanlarımızı trafikte boğulmaktan kurtaracağız."
İBB’nin atanmış başkanı Mevlüt Uysal’ın da dediği gibi metro projelerinde AKP’nin en çok oy aldığı ilçelerin önceliğe alınması meselesi ile birlikte AKP ve onun elinde bulunan belediyelere ayrılan bütçe konusu ile vatandaşa hizmet arasındaki ayrım iyici netleşmiş oldu. “Bize oy vermeyene metro yok.” düşüncesi sadece ulaşımda değil, altyapıda ve tüm kent hizmetlerinde başta kamu yararını yerle bir eden bir belediyecilik anlayışıdır.
AKP, 16 yıldır iktidarda olamadığı, belediyesini alamadığı şehirlerin kaynaklarını olabildiğine kısmanın, halkı bu yolla “cezalandırma”nın yollarını aramaktadır. Böylesi bir vaadin geçerli olmasına neden olan koşulları kendi eliyle yaratan AKP döneminde metroya ayrılan bütçeler bu gerçeği gözler önüne sermektedir. 2019’da İstanbul metrolarına 3.2 milyar, Ankara’ya 1 milyar lira bütçe ayrılırken İzmir’e 30 bin lira ayrıldığını not ederek devam edelim.
"Bugüne kadar elde ettiğimiz tecrübelerin ışığında, bina bazlı kentsel dönüşümden ziyade alan bazlı kentsel dönüşümü teşvik edeceğiz..."
2012 yılında meclise büyük bir değişiklik adı altında getirilen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü adı verilen kanun ile lügatımıza girdi kentsel dönüşüm. Kentlerimizde 2012’den bugüne elde edilen kentsel dönüşüm tecrübesi nedir peki? Sulukule, Fikirtepe, Altındağ ve daha onlarca örnek ile birlikte incelediğimizde AKP bizlere 16 senedir kentsel dönüşümün nasıl yapılmayacağını gözler önüne seriyor. Kentsel dönüşüm, aslı itibari ile kentin fiziksel olarak sorunlu sayılabilecek, kentsel donatıların ve fonksiyonların yetersizliğinin hissedildiği alanlarda hem fiziksel hem de sosyal bir iyileştirme amacıyla yapılan uygulamaların bütünü olarak ele alınabilir. Türkiye’de yasa itibari ile uygulanan kentsel dönüşüm ise kentin arazi değeri açısından değerli fakat yapı kalitesi olarak değersiz olan noktalarının acil bir şekilde yenilenerek, arazi değeri ile birlikte konut değerinin de arttığı fakat kentin geneline yeni bir fayda sunulmadığı bir uygulamalar silsilesi haline gelmiş durumda.
"Belediye hizmetlerine erişimden, ulaşımın, enerjinin, binaların ve cihazların yönetimine kadar insanlarımızın günlük hayatını kolaylaştıracak tüm akıllı şehir uygulamalarını destekleyeceğiz."
Akıllı şehir konsepti aslında gelişen teknolojinin genişletmiş olduğu uygulama alanlarının kentin işleyişine entegre edilmesi ile birlikte tartışılmakta olan bir konu. Belediyeleri ortalama 20 senedir yürütmekte olan bir iktidar zihniyetinin teknoloji ile birlikte geliştireceğini söylediği ulaşım hizmetlerinin gelişimi ise bu söyleme tamamen ters bir noktaya düşüyor. Trafik sorununun kronik hale geldiği şehirlerde halen çözüm olarak geliştirilmekte olan sistemlerin enerji bağımlılığını artıcı bir şekilde, hayatımızı kolaylaştırmaktan çok daha çok vakit kaybına neden olan projeler olması; kentteki bina stoğunun tamamen kontrol dışı, plansız gelişmesine müsaade eden bir anlayış kentlerin her noktasında hayatını sürdürüyor. Bu anlayışın teknolojiden kentlere çıkardığı pay; göstermelik kent bültenleri, internet siteleri ve reklam panolarını doldurabilir ama geldiğimiz noktada teknoloji 8 katlı çöken bir binanın enkazını dahi 3 günde yerden kaldıramayacak noktada tıkanıp kalmaktadır.
"Tabiat kaynaklarının sonsuz olmadığının bilinciyle, şehirlerimizi yeşil alanlarıyla güzelleştirirken, kitlesel tüketimden kaynaklanan atıkların da çevreyi kirletmesine engel olacağız."
Şehrin duvarlarına yeşil çimenler asmak, kentsel merkez içerisinde tek bir yeşil alan bırakmadan yapılaşmak, şehrin kırsal alanlarında bulunan yeşil dokuyu tahrip edip geliştiğimizi savunmak ve buna karşı çıkanlara da hain demek ile saygı kelimeleri arasında bir bağlantı kurmak epey zor. Nasıl ki poşet kullanımını yasaklamak ile çevreye duyarlı bir hükümet olmak imkansız ise atıkları dönüştüreceğiz demekle de belediyecilik anlamında pek elle tutulur bir iş yapmış olmuyorsunuz. Hâlâ nehirlere atıkların döküldüğü, atıkların çıkardığı kokulardan insanların zehirlendiği ve bunun denetiminin yapılmadığı koşullarda sadece afişler ile kentin atık yönetimi yapılamaz. Kentin ve kentin yeşile olan ihtiyacı da zaten var olan yeşil alanların adını “Millet Bahçesi” olarak değiştirmekle maalesef karşılanmıyor. Kesilen ağaçların, yapılan inşaatlardan kaynaklanan ısınmanın, doğal yaşama verilen zararın telafisi “ağaç diktik” savunması ile yapılıyorsa burada doğa niteliğine bakılmadan telafi edilebilen bir nesne haline gelmiş durumdadır. Bunun en doğal sebebi de kentlerin rant haricinde her şeyin feda edilebileceği alanlar olarak görülmesidir.
"Özellikle toplumun temeli olarak gördüğümüz aile kurumunu güçlendirecek çalışmaları önceliklerimizin başına alacağız. İnsana hizmet üreten belediyecilik yapacak, şehirleri imar ederken nesilleri ihmal etmeyeceğiz."
Kentin paydaşları için üretilen hizmetleri, sosyal yaşantımız ile ilişkilendirmek oldukça mümkün. Bir kentte evden çıktığımızda sürekli olarak gördüğümüz şey betonun ve inşaatın devamlılığı, sosyal alanların yetersizliği ve bu sosyal alanlar için düşünülen şeylerin hep aynı tip çocuk parkları, yeşil olmayan yeşil alancıklar olması ise o kentin bize sunabileceği sosyal hizmetler az çok bellidir. Aklımıza böyle şehirleri sokan ve sosyal hizmet geliştirmeyi sadece erzak yardımı olarak değerlendiren bir belediyecilik anlayışı ise vicdan rahatlatmaktan öteye gitmiyor. Aile kurumunu güçlendirmenin yolunu millet kıraathanesi açmak, kadınları sosyal hayattan iyice dışlamak, çocuklara vakit geçirebilecekleri tek bir alan bırakmamak ile bulan bir anlayış hafta sonu AVM’lere gitmekten başka bir çözüm bulamadığından butik sosyal alancıklar yaratmaya çalışıyor AVM’lerin içerisinde. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir imar ancak kamu yararını en ön planda tutarak uygulanabilir, merkezi bütçeden sadece kendine mensup belediyelere bütçe aktarılan ve kenti sadece bir proje alanı olarak gören bir zihniyet bunu başaramaz.
"Bilhassa, insanların hayatlarını doğrudan ilgilendirecek büyük projelerde, bu istişare yöntemini mutlaka kullanacağız."
3. Havalimanı, 3. Köprü, Çanakkale Köprüsü, İzmir Tünel Geçiş Projesi. Bu projeler iktidarın yapmakla övündüğü ve her fırsatta “mega” olarak adlandırdığı projelerden sadece birkaç tanesi. Bu proje alanlarında ve bu kentlerde yaşayan insanlardan kaç tanesi planlı ve programlı olarak bu projelerin yapılacağı ile ilgili bilgilendirildi, bu projelerin doğaya ve kamuya etkileri kaç kişi tarafından biliniyordu. Yap-işlet-devret metodunu kamuya hizmet adı altında sunmak ve asla bilinmeyen sözleşme detayları ile geçsek de geçmesek de parasını ödediğimiz yatırımları yapmak AKP’nin belediyecilik karnesinin en başına yazılacak şeylerden biri. Kentlerin ranta açılmasına ön ayak olan bu projeler, aynı zamanda kamu yararına tamamen aykırı durumda bulunuyor. Bugüne kadar yapılacak projelerde halkı bilgilendirmeyen, halktan gelen itirazlara rağmen “projeler”ini dayatan, halk sağlığı ve iş güvenliğini kenara atan, şehrin yapılmış planlarına uymayan bu şehircilik yöntemi istişareyi değil kentlerde kârlı olan budur, bu yapılacaktır demir yumruğunu sembolize ediyor. AKP’nin kentin her alanında halk katılımına yönelik atmış olduğu adımlar da bunu destekler niteliktedir. Halkla birlikte yönetim dedikleri şey yönetimin dediklerini uygulamak, karşı çıkanların ise her türlü cezalandırılmasından başka bir şey değildir.