"Grev eşittir babam" diye kodladım
"Bizim evimizden çokça küçük bir kutunun içine girdik. Grev çadırı! Herkes benimle ilgilenmeye, bana sorular sormaya, beni sevmeye başladı."
Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel
Rojda GÜZEL
Uyandım. Annemin huyudur; soğuktan hasta olmayayım diye sımsıkı sarar beni. Bu sefer daha sıkı daha kalın. Güven verir, değer verilen kişilerin elleri. Sorgulamadan, düşünmeden tutarsınız. Tuttum annemin elini, yanında yol aldım. Ağzımı ve burnumu saran atkının altında, nereye gittiğimizi sordum... Annem kulağıma doğru fısıldadı: greve!
Yedi yaşında olan ben aklımın yettiği kadar zihnimi kurcaladım. Herhangi bir karşılığı yoktu bu kelimenin zihnimde. Öyle ya da böyle ben kafamda sorular ile debelenirken, sonunda annemin grev dediği "yere" ulaştık. Burası binaların olduğu, sıradan bir sokaktı belki. Bu sokağı biraz olsun "sıradanlıktan" kurtaran az ileride duran kalabalıktı. Kalabalığın arasında atkı-şapka ikilisinden kurtulup bakabildiğim bir anda insanların toplandığı yere odaklandım. O an ne olduğunu bilmediğim "grev" kelimesi, babamın orada olmasıyla içine çekti beni…
Yaklaşınca ellerini havada yumruk yapıp bağıran onca insan arasında sadece babama bakakaldım. Eli havada, yüzünde daha önce pek rastlamadığım kızgınlık ifadesiyle bağırıyordu. Kızgın oluşunu, "Patronların kafasına vura vura" sözleriyle daha iyi anladım…
Daha önce hiç görmediğim bir giysisi vardı üzerinde "grev sözcüsü" yazan. "Grev eşittir babam" diye kodladım. Bu kalabalığın içinde davul da vardı zurna da. Yaşlılar da vardı gençler de. Herkes halay çekip yarı kızgın yarı coşkulu bağırıyordu. İkinci bir cümleyi kodladım zihnime o an: Hakkımızı alana kadar!
Bir süre sonra herkesin gözbebeği oldum. Bizim evimizden çokça küçük bir kutunun içine girdik. Grev çadırı! Herkes benimle ilgilenmeye, bana sorular sormaya, beni sevmeye başladı. Çocuk olduğum için hep sevilirdim ama bu sefer başkaydı. Annemin küçüklüğümde bıraktığı sıcaklığıyla yeniden bir direnişin yolunu tuttum 22 yaşında! Flormar direnişçilerinin çocuklarına ve bu çocukların anne, babaları için çizdikleri resimleri gördüm. O gün anlam veremediğim sevgiyi yıllar sonra anladım. Arada tek bir fark vardı o zamandan bu zamana… O zaman tüm bunlara anlam veremeyen ben; şimdi yan yana kendini "emekçi, mücadeleci, direnişçi" olarak tanımlayan kadınlar ile aynı anda bilerek bağırmaktaydı. Artık o halayda, o çığlıkta, o alkışta, o yumrukta ben de vardım. Babamın neden kızgın olduğunu da daha iyi anladım. Emeği sömürülen insan nasıl kızmazdı? Yine aynı şekilde emeği sömürülen insan nasıl mücadele etmezdi? Artık zihnime bunları da kodladım… Bir halayın eğlence için değil de, "Buradayız" demek için çekildiğini, hak-hukuk diye bağırmanın önemini, avuç içlerin patlayana kadar alkışlama hissini... Tüm bunların değerini 297 gün boyunca direnen, mücadele eden, işçi sınıfının onurlu insanları olan Flormar direnişçilerinden bir daha öğrendim. Sadece bunları değil; umut edebilmeyi, pes etmemeyi, mücadele etmeyi, güçlü olmayı, farklılıklarla ve renklerle bir olmayı bu gibi birçok şeyi de… Susturularak, karşı çıkması engellenerek, ayıplanarak, dışlanarak, belli kurallara, kalıplara sığdırılarak yetiştirilen çocukların olduğu bir coğrafyadayız maalesef. İşte şimdi bugün de yanımda bir sürü çocuk var. Karşı çıkan, boyun eğmeyen, hak arayan, susmayan, susturulamayan ve diğer tüm insanlara susmamayı öğreten kabuğunu kırmış büyümüş çocuklar… 297 gün boyunca genci ve yaşlısı, kadını ve erkeği ile desteği ve birliği ile süren bu direnişte onurlu bir gelecek için mücadele eden güzel yürekli insanlar ile tanıştım. Bir aile kazandım. İşçi çocuklarının gözlerinin masumluğunu ve tabii ki Flormar'ın değil, direnişin güzelleştirdiğini onca yaşanmışlığın arasında zihnime kodladım.