Metal işçileri: Hazırlık yapmazsak seçim sonrası tufan
Bursa'daki metal işçileri "beka sorunu" söyleminin dikkatleri kriz ve EYT gibi sorunlardan uzak tutmak için gündeme getirildiğini düşünüyor.
Fotoğraf: Onur Yurtsever
Muzaffer ÖZTÜRK
Hakkı TALİ
Bursa
Yerel seçim ve Bursa deyince akla AKP Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın, rakiplerini eleştirirken Türkan Saylan, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Nâzım Hikmet’e yönelik “devlet ve bayrak düşmanı” suçlamasının yarattığı tartışma geliyor. Bu sözlerin üzerine pek çok söz söylenebilir; böyle bir açıklamaya neden ihtiyaç duyulduğu sorusunun yanıtı için işçilerin gündemine bakmak gerekiyor.
Zira 3 milyon kişinin yaşadığı Bursa’da sadece SGK’ye kayıtlı işçi sayısı 700 bin. Bu sayıya kayıt dışı çalışanlar da eklendiğinde, işçilerin ve ailelerinin tutumu seçim sonuçları için belirleyici önemde. Sadece Alinur Aktaş’ın değil Erdoğan ve Bahçeli’nin de dilinden düşürmediği “beka sorunu”nun, dikkatleri kriz ve EYT gibi sorunlardan uzaklaştırmak için gündeme getirildiği düşüncesi işçiler arasında oldukça yaygın. Yani “beka” söyleminin iktidara isteneni verdiği söylenemez. Bursa’da hangi işçiye sorsan, son dönem açıklanan anketleri doğrularcasına, “Herkes tencereye bakıyor” diyor.
BENİM GİBİ BİR EVLADI YOK!
Hükümetten yapılan “kriz yok”, “enflasyon düşüyor” gibi açıklamalara duyulan tepki, bu seçimde oy kullanmayacağını söyleyen AKP’li ve MHP’li işçi sayısını artırıyor. Tanzim kuyrukları ise bu erimeyi durdurmaya yetmiyor.
Kurulduğundan bu yana AKP’nin mahalle ve gençlik teşkilatlarında çalışmış bir Bosch işçisi, çevresindeki arkadaşlarının çoğunluğunun “Diş göstermek gerekir”, “Ders alsınlar bu kez” dediğini söylüyor. Görüştüğümüz işçilerin her sözünde AKP tarafından yıllardır aldatılmış olmaya duyulan öfke var. AKP’den kopan, hatta yerel seçimde CHP’ye oy vereceğini söyleyen bir işçi şöyle bir örnek veriyor: “Bir arkadaşımız vardı, o da başından bu yana AKP’ye çalışmıştı ama Rahip Brunson, kriz ve EYT meselesindeki tutum nedeniyle koptu. AKP’li kayınpederiyle tartıştı, ama vazgeçiremedi. Bunun üzerine ‘Artık benim gibi bir akraban, evladın yok’ deyip çıktı. Hatta eşine bile ‘Ya ben ya AKP’ diye rest çekti.”
Ekonomik sıkıntılarla kendini gösteren bu kopuş, geçmişe dönük bir hesaplaşmayı da beraberinde getiriyor. Zira AKP’den kopuş nedenini önce “kriz ve EYT” ile açıklayıp ardından yargının bağımsızlığının yok olduğunu, gerçekleri yazan gazetecilerin tutuklandığını, kayırmacılık yapıldığını, yolsuzluk yaşandığını, dış politikada söylenenin aksine ABD ve İsrail’le olan ilişkilerin daha da yakınlaştığını söylüyor işçiler. Oysa daha 4-5 ay önce bunları dile getirilmesini şiddetle reddediyorlardı, kavgaya varan tartışmalar yaşanıyordu.
GÖZLER NİSAN’A ÇEVRİLDİ
İşçiler geleceğe de güvenle bakamıyor. Çünkü onlar için tencere, sadece çarşı pazardaki yangın ve alım güçlerinin düşmesi değil, işyerlerinde yaşanan sıkıntıları da içeriyor. Otomotiv sektörünün kalbi sayılan Bursa’da yeni sipariş alan Renault dışında, TOFAŞ ve Bosch dahil ana fabrikalar ve yan sanayi fabrikalarının hemen hepsinde “sıkıntı” var. Aylara vurulduğunda yüzleri bulan beşer onar işçi atmalar, taşeron işçilerin komple kapı önüne konması, ücretli-ücretsiz izinler, kısa çalışma ödeneği uygulamaları fabrikalarda yaşanıyor. “Nisan ayında, yani seçimin ardından durum daha da kötüye gidecek” AKP’li olsun olmasın tüm işçilerin ortak kanısı.
2001 krizinde bir gecede binlerce işçinin işten atıldığı hatırlanırsa işçilerin kaygısı boşa değil. Örneğin 9 bine yakın işçinin çalıştığı TOFAŞ’ın nisan ayıyla birlikte üç vardiyadan iki vardiyaya ineceği söyleniyor. Bunun anlamı bir vardiya işçinin işten atılma potasına girmesi. Ya da Bosch’un mart ayının sonunda duruş yapacağını açıklaması. Ana fabrikaların nezle olması durumunda zatürre olacak yan sanayi fabrikalarında çalışan işçiler için ise bu haberler daha kötü günlerin gelmesi anlamına geliyor.
‘HER ŞEY KÖTÜYE GİDİYORSA’ NE YAPMALI?
İşçilerin bildiği bu gerçeği elbette sendikacılar da biliyor. Başta metal sektöründe örgütlü üç sendika olmak üzere, sendikalarda hakim olan bürokrasi işçileri mücadeleye hazırlamak yerine “Patlaklarınızı (borcunuzu) kapatın”, “Yeni buzdolabı, çamaşır makinesi filan almayın” gibi telkinlerde bulunuyor. Ücretlerdeki erime nedeniyle işçilerin zaten bir şey alacak durumu yok. Ama başta makul gözüken bu önerilerin kendisi de işçileri ayrıca zor durumda bırakıyor. Zira asıl sorun krizin yükünü kimin üstleneceği... İşçi mi, sermaye mi? Sendikal bürokrasinin telkinleri ise sermayeye yarıyor.
Seçimlerde AKP’nin kaybetmesinin ise “diş göstermek” dışında ekonomik durumu iyileştirmeye faydası olmayacağını düşünüyor işçiler. Buna karşın hükümete tepkinin sandığa taşınacağı görülüyor.
Fabrikalarda tepkinin sandıkta gösterilmesinin ötesine geçen bir hareketin olduğu ise en azından şimdilik söylenemez. Gelişmelerin az çok farkında olan, fabrikalarda ileri çıkmış işçiler dahi, “her şeyin daha kötü olacağını” düşündükleri nisan ayına yönelik bir hazırlığı yok. “Patlakların kapatılması”, “erzak depolama” gibi önerilerin ötesine geçen bir tartışma yürütülmüyor. Bu bekleme, bireysel çabalarla kendini koruma eğilimi işçileri hareketsiz bırakmış durumda. Eski işçilerin daha önce verilen mücadelelerin olumsuzluklarını öne çıkarması da bu havayı güçlendiriyor.
BİRLİK OLMAKTAN BAŞKA ÇARE YOK
2015’te yaşanan ‘Metal Fırtına’dan sendikalaşmaya pek çok mücadele içinde bulunmuş Emek Partili bir metal işçisi “bekleme” ve “bireysel çabalarla kurtuluş” eğiliminin tehlikesine işaret ediyor: “Sermaye de sermayenin hükümeti de beklemiyor. Hazırlıklarını yapıyorlar. İşten atmalar, sözleşmelerin düşük zamla bitmesi, resmi enflasyonun bilerek gerçek enflasyonun altında tutulması, nisan ayıyla ilgili fabrikalarda yapılan açıklamalar bunun göstergesi. En önemli yardımcıları da sendikal bürokrasi...”
‘Metal Fırtına’da sağlanan birlik ve verilen mücadelelerin kazanımlarına işaret eden işçi, “Birlik olunduğunda MESS’ten 5 bin liraya yakın ikramiye alındı. Son sözleşme de yüzde 30’larda bittiyse bu sayede oldu. Ama patronların, sendikal bürokrasinin ve sermaye hükümetinin saldırılarına karşı durulamadığı için birlik bozuldu ve sonrasında işten atmalar yaşandı. Birlik sağlandığında ne olduğuna bakmalıyız, sonrasında yaşanan olumsuzluklardan da ders çıkarmalıyız. Özellikle eski işçilerin genç işçilere ‘Mücadele ettik bir şey değişmedi’ gibi sözleri olumsuz etkiliyor. Deneyimlerimizden doğru dersler çıkarmalıyız. Bu çok önemli” diyor.
Fabrikalarda üçerli beşerli bir araya gelerek neler yapılabileceğinin tartışılması ve harekete geçilmesi gerektiğini ifade eden işçi, “Evet seçimde sermayenin en saldırgan iktidarı olan AKP’nin geriletilmesi önemli, bu bize moral ve imkan sağlar ama yetmez. Hem bizim hem çocuklarımız için durum daha da kötüye gitmemesi için bir şeyler yapmalıyız” çağrısı yapıyor.
VERECEK VAAT KALMAYINCA ‘BEKA’ DEDİLER
Eskiden MHP’yi, şimdilerde ise İyi Parti’yi destekleyen Valeo’dan genç bir işçiyle konuşuyoruz. 2013’teki açılım döneminde illeri dolaşan Akil İnsan heyetini protesto edenlere katılmış. “Vatan millet için her şey yapılır” diyor yine ve bir “Ama...” ekliyor: “Bugün bir beka sorunu yok. Beka AKP ve MHP’nin kendi bekası. Dış politikada yapılan ortada. Rahip Brunson’u vermeyeceklerini söylediler verdiler. Kriz yok diyor ortalık yangın yeri. Bir şey vadedemiyor ki artık. Elinde bir tek bu kaldı ona sarılıyor.”
Söz 6.5 milyon oy alan HDP ve seçmenine yönelik suçlamalara geliyor. İyi Parti’nin muhalefetteki pozisyonu burada bir yumuşama yaratmış: “Kardeşim HDP teröristse kapatırsın. Ama kapatmıyorsun. Bu partiye oy veren 6.5 milyon insan mı terörist? Mesela Binali Yıldırım, Kürt vatandaşın oyuna talibim diyor. Yani ona oy veren Kürt vatandaş, vermeyen terörist. Kendileri nasıl isterse öyle yani.”
Daha önce AKP’ye oy vermiş bu seçimde CHP’ye oy vereceğini söyleyen Bosch’tan bir işçi ise şöyle diyor: “Öcalan radyo istedi ben ona televizyon verdim diyen de kendisi, şimdi HDP terörist diyor. Yani adam sadece oyunu HDP’ye verdiği için terörist mi olacak, böyle şey mi olur!”
AKP’DEN KOPAN İŞÇİLER: YALANLAR DAHA DA ALENİLEŞTİ!
TOFAŞ’ta çalışan ve 2015 direnişine katılmış bir işçiyle buluşuyoruz. Cumhurbaşkanlığı sistemi referandumunda “Evet” oyu kullanmış. 24 Haziran’da ise milletvekilliğinde MHP’ye, Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a oy vermiş.
Söze “Çarşı pazar ateş pahası” diye başlıyor. MESS sözleşmesi gereği enflasyona dayalı alacakları zammı beklediklerini, ancak hükümetin enflasyonu düşük tutması nedeniyle alacakları zammın da düştüğünü anlatıyor.
Krizle birlikte gerçeklerin daha net görünmeye başladığını belirten işçi, şunları söylüyor: “Sözlerini tutmadığını gördüm. ABD’ye sallıyor papazı vermeyeceğini söylüyor sonra değişiyor. Bakıyorsun İsrail’e bindiriyor ama İsrail’le ticaret hacminin en fazla arttığı dönem AK Parti’nin dönemi. Vergi adaleti diyor, daha da adaletsiz hale geliyor. İşine gelince yargı bağımsız diyor işine gelmeyince yargıya havale ediyorum diyor. Sandık güvenliği muamma. 2002’den bu yana halk desteği ile tek başına iktidarda hala taahhüt veriyor ama bir şey yapmıyor.”
AKP’nin 17 yıldır işçiye bir şey vermediğini ama sermayeye sınırsız kaynak ayırdığını söyleyen işçi, “Bizim günahımız ne? Vergi adaleti mesela niye yapmıyor? Hani diyor ya kendi, halk ne istedi de vermedi ona” diye soruyor.
AKP Hükümeti’nin krizin varlığını kabul etmeme tutumuna da tepki gösteren işçi, “Senin bir dediğin iki edilmiyor. Böyle biri için kriz olur mu? Olmaz. Ama asgari ücretli için en basiti 1 liralık çikolata 2 liraya çıktı mı enflasyon yüzde 100’dür. Enflasyon yüksek çıkıyor hemen TÜİK çalışanı görevden alıyorlar. Yerine arkadaşını getiriyor bir anda enflasyon düşüyor. İnsanları aptal yerine koyuyorlar. Sabredelim düzelir filan dedik ama bu noktaya geldik” diyor.
2015 Metal Fırtına dönemini konuşuyoruz. Dönemin Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in “İşçi olaylarının seçimden önce olması manidar” sözünü hatırlatan işçi, “Gelip biri bile araştırmadı neden işçi eylemde diye. Bu o zaman da AKP’ye tepkiye neden olmuştu. Yıllarca destekledik, ama şimdi olsa ne referandumda ne de daha önce oy vermezdim” diye konuşuyor.
BUGÜNKÜ AKLIM OLSAYDI...
Bosch’ta çalışan bir işçiyle konuşuyoruz. Kurulduğundan bu yana AKP için çalışmış, mahalle ve gençlik teşkilatlarında görev almış. En son referandumda ‘evet’ oyu vermiş, 24 Haziran’da ise boş oy kullanmış.
AKP’nin gençleri ve işçileri kaybetmeye başladığına dikkat çekerek, “Tamamen bitti denmez. Hâlâ önemli bir oyu var ama bu erimeye başladı, kopuşlar hiç olmadığı kadar fazla” diyor. Kendisinin AKP’den kopma nedenini ise “Son dönemde yaşananlar artık cebi yakmaya başladı, yalanlar da daha alenileşti. Bugünkü aklım olsaydı AKP’ye hiç oy vermezdim” diyor.
AKP’yi desteklediği dönemde de “İşçi için bir şey yapmadı” dediğini aktararak, şöyle diyor: “Az çok tencere kaynıyorsa saray yaptırmış, beyaz çay içmiş, 200 bin liralık çanta takmış umurunda olmuyor. Dinsiz adam Başbakan olur mu diyordu, inanıyorduk. Kendimizi işçi olarak görmeyince yalanların peşine takıldık.”
Grev yasaklarından antidemokratik uygulamalara, dış politikadan kayırmacılığa tüm olumsuzlukların artık daha görünür olduğunu ifade eden işçi, “Hep A Haber izliyordum. Gerçekten devlet ve millet için çalıştığını düşünüyordum. Kayırmacılık vardı ama adam çalışıyor hak ediyor diye düşünüyordum. Bir yalanı 8-9 kez söyledin mi inanıyorsun. Ama hem cep hem de halkın kutuplaşması nedeniyle ortam yanıyor artık” diyor.
2015 DİRENİŞİNDE ÖNCÜ İŞÇİLERDEN AHMET AKKAŞ: YAŞADIĞIMIZ KENTİ NEDEN KOMİTELERLE YÖNETMEYELİM?
Ahmet Akkaş, 2015 metal fırtına döneminde sözcülük de yapan Renault’nun öncü işçilerindendi. 13 gün süren direnişin ardından fabrikaya döndükten sonra işçilerin birliği dağılınca ilk işten atılanlardan oldu. Seçim dönemini konuştuğumuz Akkaş, Renault’da her görüşten işçinin içinde yer aldığı komitelerin kent yönetimi için de örnek olduğunu söyledi.
Direniş döneminde AKP Hükümetinin ve AKP’li büyükşehir belediyesinin desteğini değil kösteğini gördüklerini anlatan Akkaş, şunları söyledi: “O dönem CHP’li Nilüfer Belediyesi battaniye ve yemek yardımı yaptı. Seyyar tuvaletler koydu. O zaman işçiler ve aileleriyle binlerce kişi fabrika önündeydi. AKP ve MHP’ye oy veren, üye ve yönetici olan işçi arkadaşlar vardı. Onlar da kendi partilerine gittiler ama sonuç alamadılar. Muhatap bile almadılar. Aksine gelen yemek yardımlarını engellemeye, tuvaletleri kaldırmaya çalıştı. Bu çok tepki çekti. AKP’li arkadaşlar CHP buradan prim kazanıyor dedi ondan sonra sayısını unutmuyorum sadece 49 tane battaniye getirdiler.” İşçilerin “Biz işçiyiz, seçtiğimiz yönetim ileride vereceğimiz mücadelelere destek olmalı” diye düşünmesi gerektiğini söyleyen Akkaş, seçim yapmanın yetmeyeceğini, yönetme biçiminin de işçilerin ve halkın katılımını esas alan şekilde olması gerektiğini söyledi.
Direniş döneminde oluşturdukları komiteleri örnek gösteren Ahmet Akkaş, en küçük üretim birimi olan ÜET’lerden başlayarak sözcüler seçtiklerini ve tüm kararları tartışarak aldıklarını dile getirdi ve ekledi: “Belki direnişte pek çok yanlış yapacaktık ama komiteler sayesinde bu yanlışlardan döndük, üstelik herkesin fikri alındı. Demokratik bir işleyiş sağlandı.”
Fabrikada olduğu gibi kentte de sokak ve mahalle komitelerinin olabileceğini, böylece görüş ayrımı yapılmaksızın, belediyenin yapacaklarına herkesin fikri alınarak karar verilebileceğini ifade eden Akkaş, bu tartışmanın şimdiden başlaması gerektiğini vurguladı: “Seçim sonrası diye filan beklenmemeli. Mesela 2023’ü beklersen sonra da 2025’i beklersin. Beklemek beklemeyi doğurur. Beklemek zaman kaybından başka bir şey değildir. Şimdi başlamamız gerekir” diye konuştu.
MÜCADELE ETMEZSEN DE BİR GARANTİ YOK
Ahmet Akkaş krize karşı mücadele konusunda da beklemenin büyük tehlike olduğunu söyledi: “Güvensizlik diye bir şey yok. Önce kendine sonra arkadaşına güveneceksin. Çay molalarında yaşanan sorunları, yaşanan haksızlıkları konuşmaktan çekinmeyeceksin. İşçiler şunu bilmeli; dünya sadece çalıştıkları fabrikadan ibaret değil. Sen 2-3 bine çalışacaksan zaten her yerde iş var. Yok haklarımı ilerleteyim, koşullarımı düzelteyim diyorsan elini taşın altına sokacaksın. İşçiler riski göze almalı, köleliği kabul etmemeli. Zaten kabul etsen bile bir garantisi yok. Bizde oldu. Sadece öne çıkanlar değil, rapor alanlar, emekliliği gelenler de işten atıldı. Atılanlar içinde hiç eyleme katılmamış arkadaşlarımız vardı. ‘Keşke biz de eylemlere katılsaydık’ dediler ama geç oldu. Yani ben işten atıldım ama bugün yine olsa yine mücadeleye katılırım. Ama geçmişte yaptığımız hatalardan da ders çıkartırım.”