Kapitalizmin gölgesinde bir iktisat eğitimi
İktisat öğrencilerinin karşılaştığı sorun, gerçek hayattaki ekonomik olaylar ile derslerde anlatılan teoriler arasında bağlantıyı kuramaması.
Fotoğraf: Pixabay
ODTÜ öğrencisi
Türkiye’deki üniversitelerin tüm iktisat bölümlerinde “anaakım” olarak nitelendirilen neoklasik ekol egemen haldedir. Bu iktisat ekolünün eleştirisinin çıkış noktası, varsayımlarının gerçekçi olup olmaması ya da yoğun matematik kullanması değil, bu iktisat anlayışının maddi gerçekliği ele alış biçiminin hangi toplumsal sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğini ortaya çıkarmak olmalıdır.
Neoklasik iktisat, bir dizi gerçek dışı varsayım temelinde oluşturduğu teorik model aracılığı ile, “piyasa ekonomisi”nin insan doğasına en uygun sistem olduğunu ileri sürmekte, toplumsal eşitsizlik, sömürü, yabancılaşma, ekolojik yıkım, azgelişmişlik, savaşlar vb. sayısız sorunun sistemin işleyişinden değil, devletin sistemin işleyişine engel olan dışsal müdahalelerinden, rasyonel olmayan insan davranışlarından kaynaklandığını savunmaktadır. Bu yönüyle bu ekol, mevcut toplumsal ilişkileri meşrulaştıran güçlü bir ideolojidir ve egemen ideolojinin en önemli kurucu ögelerinden birisidir.
İKTİSADIN OLMAYAN “BİREY”İ
İktisadın ideolojik gücü, her şeyden önce her çağın egemen fikirlerinin o çağın maddi egemen gücü olan sınıfının fikirleri olması gerçeğinden kaynaklanır. Bugünün koşullarında iktisadın bu gücü kapitalizmin devam ettirilmesi yönündeki çaba ile ifadesini bulmaktadır. Çünkü sistem dönemsel olarak krizlere girmektedir ve günümüzde de bir kriz ile karşı karşıyadır. Öte yandan akademik camianın geçerli kabul ettiği araştırma alanlarının ve bu alanlardaki egemen yaklaşımların dışına çıkmaya yeltenen iktisatçıların ve iktisat öğrencilerinin karşısına sayısız engeller çıkartıldığını görüyoruz. Zaten kapitalizmin işleyişinin ürettiği “rasyonel ve bireyci insan davranışı”nı bir analiz nesnesi olarak benimseyen birçok iktisatçı daha kolay derece alınabilecek, daha kolay yayın yapılabilecek moda konuları ve yaklaşımları tercih etmektedir. Örneğin kapitalizmin son 30 yılına damgasını vuran spekülatif sermaye hareketleri üzerine, teorik çerçevesini önde gelen ABD’li iktisatçıların ve IMF gibi emperyalist kuruluşların belirlediği birbirinin kopyası binlerce çalışma/tez yazılmıştır.
İktisadın hegemonik gücü daha çok bu “rasyonel tercihler”den kaynaklanır. Akademi, kapitalizm öncesindeki çağlarda olduğu gibi farklı düşünceleri cezalandırmaz, caydırır; örgütlü gücü sayesinde, akademik yükselme ve dikkate alınma vaadiyle kendi dili içinden konuşmaya ikna eder. Bugün, emekçilerin yaşam koşullarına duyarlı birçok iktisatçı, çoğu kez farkında olmadan bu hegemonik dilin içinden konuşmakta, gerçekçi olmak adına iktisadın belirlediği sınırlar içindeki araştırma konularına ve yöntemlerine odaklanarak mevcut hegemonyayı yeniden üretmektedir. Bu koşullarda iktisat öğrencilerinin aldığı eğitimin nasıl gerçeklikten kopuk olduğu, günlük hayatımızla bağdaşmadığı ve iktisadın egemen sınıf tarafından nasıl bir ideoloji olarak kullanıldığı oldukça açıktır.
Tüm bunların karşısında günümüzde özellikle üniversite öğrencilerinin önlerine “Birden fazla dil öğren, yazılım dili öğren, kendini şu yönde ilerlet.” gibi öneriler sunuluyor. Bu önermelerin altında yatan ise gençliğin piyasanın ihtiyaçlarına göre kendini biçimlendirmesi ve eğer yine işsiz kalıyorsa bunun gencin kendi “kişisel” eksikliklerinden dolayı olduğudur. Piyasanın bugünkü ihtiyaçlarını sorgulamayan, yalnızca öğrendiği matematiksel formülleri iş hayatında uygulayan ve “rasyonel birey” maskesi altında geriye kalan tüm sosyal bilimlerden kopuk bir iktisat ortaya koyan bireyler sağlayabilir ve bugün üniversitelerdeki iktisat fakültelerinin amaçları da bu yönde şekillenmektedir. Bugün en yakından tanığı olduğumuz ekonomik kriz de dahil olmak üzere yükselen enflasyon ve işsizliği, önümüzdeki yerel seçimleri, hükümetin uyguladığı kısa süreli ekonomi politikaları incelediğimizde işin salt matematiksel bir tarafı olmadığı; işçiler, emekçiler, gençler ve kadınlar üzerinde yukarıda saydıklarımızın etkisini bölümümüzde kurduğumuz varsayımlar üzerinden yaptığımız hesaplamalar ile yapamayacağımız ise oldukça açık.
BUGÜN BİZ İKTİSAT ÖĞRENCİLERİNE DÜŞEN NEDİR?
Bugün iktisat bölümlerinde verilen eğitimle iktisat öğrencilerinin karşılaştığı en önemli sorun, gerçek hayattaki ekonomik olaylar ile derslerde anlatılan iktisat teorileri arasında bağlantı kuramaması olarak karşımıza çıkıyor. Önümüze koyulan modeller gerçeği genellikle gerçeği yansıtmadığı için gündelik olayları kavramamız da bir o kadar zorlaşıyor. Yapılacak olan tek şey ise maddi koşullara dayanmayan varsayımlar ve modeller karşısında toplumlar tarihinin ekonomik yasalarını tahlil eden ve sınıflı toplumlara güncel bir alternatif olarak sosyalizmi getiren başka bir iktisadın mümkün olduğunu unutmamaktan geçiyor. Toplumlar tarihini, toplumlar tarihinin hangi ekonomik yasalar etrafında şekillendiğini, insan davranışının temelinde yatan şeyin ne olduğunu anlamadan güncel olaylara da bir bakış maalesef mümkün olamıyor. İnsanlık tarihinin başlangıcından bugüne özel mülkiyetin gelişimi, sınıflı toplumların oluşumu ve egemen sınıfın sadece üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti bulunmasından kaynaklı elinde bulundurduğu gücü algılayıp bugün sınıfsız sömürüsüz bir dünya mücadelesi verebilmek adına Marksist iktisadın perspektifini bilmek, günün koşullarıyla bunu birleştirebilmek her zamankinden çok önem taşıyor. İktisat öğrencileri olarak bugünkü ekonomik koşullara ve ülkenin gidişatına dair bir sözümüz var diyorsak eğer bu sözü söylemenin yolu da ancak ve ancak buradan geçiyor.