“Beka” yalanı için her kılıf mübah
Gerçekleşen saldırıya karşı üretilen ırkçı-şoven söylemler ve dinsel kışkırtmalar bu saldırıya zemin hazırlayan koşulları derinleştiriyor.
Fotoğraf: Martin Hunter/EPA(AA üzerinden)
Ekin Yoldaş KALI
ODTÜ
Yeni Zelanda’da iki camide ibadet eden insanlara gerçekleştirilen ırkçı-dinci saldırıda onlarca insan hayatını kaybetti ve yaralandı. Gerçekleşen bu terör saldırısı, tek adam iktidarı ve elinde tuttuğu medya tekelleri ile gündeme, “İslam dünyasına saldırı”, “Haçlı savaşı”, “Türkiye’ye saldırı” biçimlerinde taşınarak “beka” meselesinde birleştirildi. Saldırıyı gerçekleştiren Tarrant; bir manifesto yazacak, canlı yayın yapacak, kullandığı silahın üstüne İslam-Haçlı savaşlarının figürlerini ve ırkçı-dinci söylemleri işleyecek kadar soğukkanlı ve planlı bir terör eylemi gerçekleştirdi. Tüm bu göstergeler Tarrant’ın bir “ruh hastası”, “akıldan yoksun” olarak nitelendirilmesine yol açtı. Fakat gerçekleşen saldırının biçimi ve yöntemi bunun tersini gösteriyor. Aşırı-sağcı Tarrant, bu saldırıyı “tekil” bir şekilde gerçekleştirmiş olarak görünse de böyle bir saldırının gerçekleşiyor olması, bir “deli”nin ortaya çıkıp ateş açması ile değil, toplumsal koşullarla alakalı. Nasıl?
İÇİ BOŞ KINAMALAR
Dünyada birçok ülke ve politikacı saldırıyı kınadı. Ancak bu söylemlerin neredeyse hiçbiri havaya çivi çakmaktan öte bir işleve sahip değil. Irkçı-faşist politikaları, dinciliği ve milliyetçiliği egemen sınıfın iktidarını korumak için kesintisiz bir biçimde ve çeşitli araçlarla halklara propaganda eden, halklar arasındaki çatışmayı körükleyerek nefret tohumları eken emperyalistler elbette bu vb. saldırıların gerçekleşmesinde sorumluluk sahibidir. Terör kişi ya da azınlıkların zora dayalı bir biçimde halkın geniş kesimlerini baskılama ve sindirme yöntemidir. Burjuvazi, kendisi bir azınlık olarak, varlık koşulunu terörle harmanlamış ve toplumu ise bunun etrafında örgütlemeye çalışmaktadır.
DÖRT BAŞI YALANDAN OLUŞAN BİR MESELE
“Tek adam ittifakı” ve ellerindeki medya tekelleri ise bu meseleyi kendi sıkışmışlıklarını aşmak için kullanmaktan çekinmedi. Saldırı, İslam dünyasının “liderliğini” üstlenen Erdoğan’a, “tek el”e sıkıştırılmaya çalışılan Türkiye’ye ve dolayısıyla tüm halka saldırı olarak lanse edildi. Gerçekleşen saldırı elbette insanlık dışıdır ve insanlığa karşıdır. Ancak burada amaçlanan bu saldırının bir daha gerçekleşmemesi için gerekli koşulları sağlamak değil. Ekonomik kriz koşullarıyla birlikte halkın tüm kesimlerinde tırmanan hoşnutsuzluk, yerel seçimlerde bunun sandığa yansıyacağı korkusu her sorunun “beka” meselesine bağlanarak yığınları örgütleme politikasıyla karşılık buluyor. Burjuvazi ve iktidar, kendi çıkarları ve halkın çıkarları arasındaki ayrım gün yüzüne çıktıkça yönetmekte güçlükler çekiyor. Krizin ve yarattıkları sosyal-kültürel-politik yıkımın tüm yükünü işçilere, gençlere ve kadınlara yıkarken; kendi özel çıkarlarını tüm toplumun genel çıkarları olarak propaganda ederek dört başı yalandan oluşan bir “beka” meselesi günaşırı olmadan yineleniyor. Üstelik bu yalan deryası yalnızca halkın gerçekleri görmesini engellemekle kalmıyor. Gerçekleşen saldırıya karşı üretilen ırkçı-şoven söylemler ve dinsel kışkırtmalar bu saldırıya zemin hazırlayan koşulları derinleştiriyor.
YALANLARLA ÇARPITILANLARA KARŞI...
Dinsel ve ırkçı saldırılara karşı çözümün aynı politikaların yinelenerek diğer uluslara ve inanç gruplarına “saldırmak” olmadığı aşikar. Burjuvazinin her türlü yalan ile kendi çıkarlarını bizlerin çıkarlarıymış gibi göstermesi yeni olmadığı gibi gerçeklerin açığa çıkarılmasının ihtiyacı her geçen gün artıyor. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı bu saldırılardan kurtulmasının yolu ise gerçeklerin aydınlatılması, savunulması ve yaygınlaştırılmasından geçiyor.