1 Nisan’da yine baş başa kalacağız haydi 1 Mayıs’a hazırlanalım
Türkiye halkları, demokratik mücadele birikimiyle, dünyanın doğusu ve batısı ile kurduğu ilişki ile tek parti tek adam dayatmanıza sığmaz.
Fotoğraf: Fırat Turgut/EVRENSEL
Aydın TAN
İki Şehrin Hikayesi, benim en sevdiğim romanlardan biridir. Çok etkileyici bir yapıttır. Etkileyiciliğinin birkaç kaynağı vardır. Şüphesiz anlattığı zaman dilimi bunlardan biridir. Anlatılan en büyük vahşet ve mutluluğun iç içe geçtiği devrimci durumdur. Fransa devrimini anlatır. Bir devrimin başarılı bir şekilde tipikleştirilmesiyle bütün devrimlerini anatomisini içerir. Elbette çarpıcılığı yalnız konudan gelmez. Kurgu, kullanılan semboller, olaylar karşısında takındığı nesnel tutum… Örneğin soyluların bütün zulümlerini örgü ile arşivleme çok çarpıcı bir imgedir. Çünkü o örgü bir kadının elindedir ve zamanı gelince çözülecektir.
Romanda bizim devrimciler diye adlandırmakta bir sakınca görmediğimiz ‘Defarge’ler bir eğitim olarak insanlara yaşanılan zulmü gösterirler. Soyluların işlediği bir cinayete tanık olmuş yol işçisi, tanıklığını anlatmak üzere karargah gibi kullanılan meyhaneye çağrılır. Yol işçisi olayı anlatır, bayan Defarge örgüsünü örer, yeni taraflar vahşeti dinleyerek nefretlerini büyütür. Olay bitmiş gibidir ancak yol işçisi Paris’e kadar gelmişken kral ve kraliçeyi görmek ister. Ogün onların geçiş töreni vardır, gerisini romandan aktaralım:
“Yol işçisi de ortamı çok havasız ve boğucu bulduğundan mavi şapkasını bir yelpaze gibi sallayarak serinledi. Kendine gelmek için bir kral ve kraliçeye ihtiyacı varsa, işte talih yüzüne gülmüştü; çünkü az sonra geniş yüzlü kral ve güzel yüzlü kraliçe altın arabalarıyla ve yanlarında sarayın gözdeleri olan, mücevherler, ipekler ve pudralarla ihtişam içindeki, zarifçe birbirleriyle itişip kakışan ve etraflarına kibirli kibirli bakarak gülen kadın ve erkeklerin oluşturduğu parıldayan bir kalabalıkla görülmüştü. Yol işçisi bu görüntüden öyle etkilendi ki, o sarhoşluk içinde, her taşın altından çıkan Jacques’ların orada da olduğunu bilmiyormuş gibi, ‘Yaşasın Kral! Yaşasın Kraliçe! Herkes, her şey çok yaşasın!’ diye bağırdı.
Yol işçisi kendine gelmeye başlamıştı; yaptıklarında hatalı olup olmadığı konusunda şüpheliydi. Ama hayır, herhangi bir hata yapmamıştı.
‘Sen tam istediğimiz gibi bir adamsın’ dedi Defarge, ‘O aptalları bunun sonsuza kadar süreceğine inandırıyorsun. Onlar da daha küstahlaşıyor ve son giderek yaklaşıyor.’ ‘Eveet, doğru ya!’ diye haykırdı yol işçisi biraz düşündükten sonra.”
Seçim avazımız çıktığı kadar bağırdığımız zamanlardan biridir. Kendimiz için bağırma imkanı bulduğumuz bazı zamanlar olsa da çoğunlukla kral ve kraliçeyi alkışlamak için sandık başına çağrılırız. Olup bitenlerden memnun olmasa da yol işçisi kralı merak ediyor ve onu gördüğünde kendisine bütün yapılanları unutup onu alkışlamaya devam ediyor. Öyleyse bırakın yol işçisi bunu da yaşasın. “Yaşasın kral” diye avazı çıktığı kadar bağırsın. Ona kızmayın. Yalnızca arkalarına takılıp gitmemesi için kolunu bırakmayın. Onlar da bütün düzen partileriyle küstahlaşsın.
Sosyal medyada dolaşan bir nükte vardı. Bakkal, “Sen BİM’den alışveriş yaparsın ama cenazene de düğününe de mahalle bakkalı gelir” diyordu.
Sen seçimlerde düzen partilerini alkışlarsın ama senin evini başına yıkmaya geldiklerinde, greve gittiğinde, hak aradığında yanında devrimcileri görürsün. 31 Mart’ta onları alkışlamaya koş. Bunun büyük bir sakıncası yok 1 Nisan’da yine baş başa kalacağız. Biz 1 Mayıs’a hazırlanalım.
Türkiye halkları, bu topraklar, demokratik mücadele birikimiyle, dünyanın doğusu ve batısı ile kurduğu ilişki ile çok renkli yapısıyla, tarihsel zenginliğiyle sizin tek parti tek adam dayatmanıza sığmaz. Ülke kendi bünyesine yabancı olan bu uru söküp atacaktır.
Bizim, en karanlık, en çetin günlerde içimizi dolduran “güneşli güzel günlere” olan umudumuz, işçi sınıfının o büyük düşüne, savaşsız, sömürüsüz, barış içinde bir dünya yaratma mücadelesine olan inancımızdır.