‘AB demokrasisi’nde hak aramak kriminalize ediliyor
Avrupa'nın gündeminde bu hafta 'Sarı Yelekliler'e yönelik baskı, İngiltere'deki bıçaklı kavgalar ve Brunei Sultanlığı ile ekonomik ilişkiler vardı.
Fotoğraf: Julien Mattia/AA
Fransa’da Macron iktidarının Sarı Yelekliler hareketine cevap vermek iddiasıyla başlattığı “Büyük tartışma” sonuçlanma aşamasına gelmişken eylemcilere yönelik devlet ve polis baskısının boyutları giderek netleşiyor. Haftalık Politis dergisinden çevirdiğimiz makale, iki yıl önce İş Yasası’na karşı mücadele esnasında başlatılan kriminalizasyon sürecinin Sarı Yeleklilere karşı nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.
Avrupa’da gündeme gelen bir başka konu ise Brunei Sultanlığı’nda evlilik dışı ilişki ve eşcinselliğin ölüm cezası kapsamına sokulması kararı oldu. Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin Brunei ile ileri düzeyde ekonomik ve ticari ilişkileri bulunuyor.
İNGİLTERE’DE BIÇAKLI SALDIRI VAKALARI
İngiltere’de ise gençler arası bıçaklı kavgalar nedeniyle yaşanan ölümlerde artış var. Ülke çapında bıçaklanma oranlarının en yüksek seviyelerine ulaştığı ülkede Muhafazakar Parti Hükümeti, suç oranındaki artış ile polis bütçelerinde 2010’dan bu yana yapılan 2.7 milyar sterlinlik bütçe ve 20 bin polis kesintisiyle bir ilişkisi olmadığını iddia ediyor.
Hükümet, bıçaklı saldırı sorununu çözmek için polise sokakta daha fazla durdurup arama ve kamu görevlilerinin yükümlülüklerini artırma gibi tartışmalı yöntemleri öne sürüyor.
SARI YELEKLİLER: MÜCADELE ETME SUÇU
Romain HAILLARD
Oriane MOLLARET
Politis
Suratlar asık ve derin bir sessizlik var. Avukatlar, müvekkillerinin kulaklarına fısıldıyor ve yakınları sessizce savcıların suçlamalarını dinliyor. Paris’in adalet sarayında, polislerin kollarından tutarak getirdiği bir Sarı Yelekli’ye karşı karar veriliyor: “Mahkeme sizi üç ay hapis cezasına çarpıyor”.
Eylemlerin ilk gününden itibaren mücadele sadece sokaklarda yürütülmüyor. Aynı sırada hakim önüne çıkartılan 4 bin Sarı Yelekli’nin yargılandığı ceza mahkemelerinde de devam ediyor. Hakim önüne çıkartılmak için “isyancı” olmaya da gerek yok, en kötü ihtimalle “yardım” etmiş olmak yetiyor. SUD Interieur Sendikasından isminin gizli kalmasını isteyen bir polis “İş yasası (eylemleri) süresinde başlatılan bir sürecin sonucunu yaşıyoruz” diyor. Sendikacıya göre asayişin sağlanmasının hukuksallaştırılması yaşanıyor, bu da göz altına alınanların sayısında bir artışın yaşanması ile ifadesini buluyor.
GÖZALTI SAYISI 10 KAT ARTTI
24 Kasım ile 8 Aralık arasında gözaltı sayısı tam 10 kat arttı. Sonuç: 9 bin Sarı Yelekli göz altına alındı. Bir kişinin özgürlüğünün bu şekilde kısıtlanması için ya bir suç işlemesi ya da işleme teşebbüsünde bulunması gerekir ve bunun çerçevesini net bir şekilde yasalar çizmiştir. Fakat Mediapart gazetesinin gösterdiği gibi, bu gözaltılar yasal çerçevesinden çoktan çıkartılmıştır. Paris Valiliği polislere, her Sarı Yelekli’yi, yeterince suç unsuru olmasa bile, gözaltına alma emri vermiş. İçişleri Bakanlığının bu baskıcı politikası, Paris Cumhuriyet Savcısı Remy Heitz’in talimatlarıyla tamamen uyumlu halde yürütülüyor. 30 Ocak’ta Canard Enchaine gazetesinin yayımladığı bir gizli nota göre, savcı hakimlere gözaltı süresini uzatmayı önermiş. 12 Ocak tarihli bu not niyetini gizlemiyor: “Asayişi bozanların saflarını Sarı Yelekliler’in artırmasına engel olmak lazım”.
Fransa Avukatlar Sendikası Başkanı Laurence Roques’a göre bu tehlikeli bir özgürlük kısıtlaması: “Remy Heitz vali değil, savcı. Yasalara saygı gösterilmesine uğraşsın, asayişi sağlamaya değil.”
Başka bir uygulama da yaygınlaşıyor: Yasaların hatırlatılması ve azarlamak için hakim önüne çıkartmak. Gözaltı süresi bittiğinde ya serbest bırakılma ya da savcılığa çıkartılması gerekirken, artık söz konusu şahıs mahkemeye götürülüyor ve hakim önüne çıkartılıyor. Hakim ceza vermiyor fakat sert bir şekilde azarlayarak yasaları hatırlatıyor. Angers şehri İstinaf Mahkemesi Başkan Yardımcısı ve Hakimler Sendikası (SM) Üyesi Laure Maduraud’ya göre: “Burada tehdit etme, yürüyüşlere tekrar dönmeyi engellemek için ikna etmeye yönelik bir seremoni tertipleniyor”
YÜZDE 40 HAPİSLE SONUÇLANIYOR
Sarı Yelekliler’e karşı verilen 2 bin kararın yüzde 40’ı tam da hapis cezası. Avukat ve İnsan Hakları Ligi Üyesi Arie Alimi’ye göre “Çok ağır olan bu cezalar art arda seri bir şekilde verildi”.
Şubat ayında yayımladığı bir kararda Avrupa Konseyi, adalet yetkililerinin bu oldubittiye getirme halini teşhir etmişti. Şu an 400 civarında Sarı Yelekli ya nihai karar verildiği için ya da geçici olarak gözaltında tutulduğu için parmaklıklar arkasında kalıyor.
Paris Adalet Sarayı’nda başka bir dava. Bir genç, avukatının itirazı üzerine acil yargılanma sürecinden kurtulmuş. Hakim 16 Şubat’ta, adli kontrol ve hafta sonları Paris’e gitme yasağı kararı vermiş. Başkaları için daha sert kararlar da verilmiş, örneğin üç yıl boyunca sokakta gösterilere katılma yasağı gibi. Adalet Bakanlığının savcıları bu tür kararları talep etmeye yönelttiği biliniyor, fakat şu ana kadar bunun boyutlarına işaret eden hiçbir veri yok. Üstelik hakimlerin bu tür kararları verebilecek tek yetkili olması da bozulabilir. “Kırıcılara karşı yasa” diye adlandırılan yasa tasarısı, valilere olay öncesinde bu kararı vermeyi öngörüyor.
12 Mart’ta Meclisin onayladığı bu yasanın, yürürlüğe girmeden önce, Anayasa Mahkemesinden onay alması gerekiyor.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
ALMANYA’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ: BRUNEİ SULTANLIĞI İLE İLİŞKİLER
German Foreign Policy
Almanya, yıllardır Brunei’nin şu anda ağır eleştirilen sultanı ile ilişkilerini yoğunlaştırmış durumda. Brunei, Sultan Hassanal Bolkiah’ın evlilik dışı cinsel ilişki ve eşcinsellik için ölüm cezası vereceğini açıklamasından bu yana uluslararası protestolarla gündeme geldi. Kanun, bu çarşamba günü yürürlüğe girdi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, kararı “acımasız ve insanlık dışı” olarak kınadı. Federal Almanya Cumhuriyeti ise Güneydoğu Asya ülkesiyle askeri ve ekonomik alanlarda iyi ilişkiler sürdürmekte.
TÜM YETKİ SULTANDA
Egemenlik, 1961 yılında -o zaman hâlâ İngiliz yönetimi altında olan- Brunei’de Sultan Hassanal Bolkiah’ın iktidara gelmesiyle başladı. Sultan tüm yetkileri elinde topladı, şu anda devlet başkanı, başbakan, savunma, dış, ticaret ve maliye bakanı ve devlet dini İslam’ın baş koruyucusu. İktidarı, babasından 1962’de, bugüne kadar süren olağanüstü hal ilan ettiği bir isyanın ardından devraldı. Olağanüstü hal, sultanın kararnameyle ülkeyi yönetmesine izin veriyor. Seçilmiş bir parlamento, 1962’den beri mevcut değil. Muktedirin özel serveti 2011 yılında 20 milyar dolar olarak tahmin edildi; sarayı dünyanın en büyük sarayı olarak kabul ediliyor. Brunei, diğer şeylerin yanı sıra, Güneydoğu Asya Konfederasyonu ASEAN’ın Avrupa Birliği ile ilişkilerinde diyalog koordinatörü olduğu için uluslararası ilişkilerde de önemli bir rol oynamakta. Bu sebeple de Berlin, otoriter devletle ilişkilerini birkaç yıldır daha da yoğunlaştırdı.
İLK TİCARİ İLİŞKİLER
Sultan hükümeti, 1980’lerin sonunda iç ekonomisini çeşitlendirmeye başladığında, Alman hükümeti Brunei ile ortak çalışma konusuna ilgi duydu. Otomobil şirketleri Daimler-Benz ve BMW’nin o zamanlar bile, başkent Bandar Seri Begawan’da işletmeleri vardı. Lufthansa, Sultan’ın kişisel isteklerine uygun bir uçak yaptı ve yaklaşık 150 milyon ABD doları karşılığında sattı. 1997’de Federal Şansölye Helmut Kohl (CDU) devlet ziyareti için Brunei’ye gitti ve diğer şeylerin yanı sıra bir yatırım teşvik anlaşması imzaladı. Mart 1998’deki iadeiziyarette, o zaman Federal Cumhurbaşkanı olan Roman Herzog (CDU), Sultan Bolkiah’ı Federal Liyakat Madalyası ile ödüllendirdi.
SIKI EKONOMİK İLİŞKİLER
2000 yılında, Heidelberg Çimento, Brunei merkezli bir çimento üretim şirketi ile başlangıçta yüzde 50 ve daha sonra yüzde 70 hisseyle ortak firma kurdu. Bu ortaklık, küçük Güneydoğu Asya ülkesindeki tek çimento üreticisi. Sağlık alanında, Brunei ve Almanya’nın ilgili bakanlıkları arasında 2013 yılında bir “Mutabakat Sözleşmesi” imzalandı.
Ağustos 2017’de ThyssenKrupp Industrial Solutions (TKIS) temsilcileri ve devlete ait Brunei şirketi Brunei Gübre Sanayii temsilcileri bir gübre fabrikası yapımı için sözleşme imzaladı. Bu yılın şubat ayında bir Deutsche Telekom katılımı olan Detecon’un Sultanat’ın telekomünikasyon sektörünü tamamen yapılandıracağı da açıklandı.
SİLAH İHRACATI
Ayrıca Alman zırhlıları sürekli olarak Brunei’ye getiriliyorlar. Halen İngiliz koruyucu yönetimi altında olan Brunei Hava Kuvvetleri 1981’de Federal Almanya Cumhuriyeti’ndeki en büyük silah şirketi olan eski Messerschmitt-Bölkow-Blohm (MBB) helikopterlerini satın aldı. Bo-105 MBB helikopterlerinin altısı bugün hâlâ aktif olarak kullanılıyor.
Brunei, 1983’ten bu yana Güney Çin Denizi’ndeki Spratly Adaları’nın mercan ayağı Louisa Resifi’nin kendine ait olduğunu iddia ediyor; Bu, uzun zamandır her ikisi de bölgede hak iddia ettikleri için, Çin Halk Cumhuriyeti ve komşu ülke Malezya ile çatışma yaratıyor. Sultanat, hak iddiasını savunmak için, 2011’den beri Bremen Lürssen Tersanesi tarafından üretilen savaş gemilerini kullanıyor. Ek olarak FPB 41 tipi dört Alman yapımı kıyı devriye botu da devreye sokuldu.
Brunei, Güneydoğu Asya’da Almanya’nın çok önemli ortağı olan Singapur ile yakın ilişkiler içinde. Singapur aracılığıyla 2014 yılında Almanya ile Brunei subayları arasında ilk temaslar başladı. Alman-Brunei askeri iş birliğinin daha da güçlendirilmesi için çaba harcanıyor.
(Çeviren: Semra Çelik )
İNGİLTERE: ‘PREVENT’ BENZERİ BİR PLAN HEM YANLIŞ HEM TEHLİKELİ
Gracie Mae BRADLEY
The Guardian
Öğretmen, doktor ve hemşirelerin “şiddete karışma riski” olan gençleri rapor etmesini beklemek yabancılaşma, damgalanma ve endişeyi artırır
Son dönemlerde artış gösteren gençler arası ciddi şiddet hakkındaki tartışmalarda, şehir merkezlerinde silahlı polis bulundurmak, şehirlerde askerin bulunmasına kadar varan öneriler sunuluyor. Şimdi hükümet, gençler arası şiddet zirvesini başlatırken, bir şeyler yapıyor görünmek için, yarardan çok zarara yol açacak yeni bir öneriyi ortaya attı: Şiddetle mücadele için kamu sektörü çalışanları sorumluluğu.
Eğer bu öneri hükümetin tercih ettiği biçimiyle yasalaşırsa, yerel seviyede birçok devlet aygıtı, sağlık, eğitim ve polis kadrolarının “ciddi tehlikeyi engellemek ve onunla mücadele etmek için sorumlulukları” olacak. Hükümet bu konuda bir kılavuz yayımlayacak fakat bu kurumlar uyguladıkları mevcut koruma prosedürlerinin üzerinde ne yapmaları gerektiğini kendileri belirleyecek.
Bu öneri kulağımıza hiç de yabancı değil çünkü toplumu bölen ve ayrımcılığı körükleyen “Prevent” projesinin bir karbon kopyası. Prevent uygulaması, çok sayıda kamu çalışanına “İnsanların terörizme çekilmesini engelleme sorumluluğu” veriyor.
Kimse halkı şiddetten koruma gerekliliğine karşı çıkmayacaktır. Fakat Prevent’in buna hizmet ettiğini söylemek mümkün değil. Son yıllarda bu program hakkında şikayetler serisine tüm siyasi partilerden temsilciler, güvenlik güçleri mensupları katkıda bulundu.
İlkin sadece Müslümanlara odaklı olan Prevent, kamu sektörü çalışanlarının Müslüman ve diğer etnik azınlıklardan hasta öğrenci ve ailelere şüpheyle bakmasına yol açıyor; terörizm ya da ‘aşırılıkçılık’ tehlikesinde olduğunu düşündükleri şahısları polise rapor etmelerini istiyor; buna da ‘Britanya’nın değerlerine’ karşıtlık adını veriyor.
Sonuç: Yaratılan bir kamu hizmetleri gözetleme ağı ve herhangi kriminal bir aktivitede yer almış olmamasına rağmen toplum üyelerinin polisle iletişime zorlanması. Prevent altında yapılan başvuruların çok azı artı bir işlem gerektiriyor.
Okullar, çocukların derilerinin renginden dolayı polis çağırıyor. Gençlik merkezi çalışanları otoriteler için istihbarat topluyor. Müslüman öğrenciler kampüslerde oto sansüre zorlanıyor. Çalışanlar, iş arkadaşları ve polis tarafından sorguya çekiliyor. Bu da yetmiyormuş gibi, şahısların hassas verileri, nasıl elde edildiği ya da başka kimlerle paylaşıldığı bilinmeyen biçimlerde polisle paylaşılıyor. Önerilen yeni sorumluluğun görevlerinden birisi de veri paylaşımını geliştirmek olacak.
Kamu ve topluma maliyeti ise yabancılaşma, damgalanma ve artan endişe. Yaşadığımız tahminci polislik ve otomatik risk hesaplama döneminde uygulanan böylesi bir polis kuşatmasının maruz kalan şahıslar üzerinde uzun dönemli riskleri var.
Dolayısıyla, hükümetin gençler arası şiddet mazeretiyle Prevent’i tekrarlaması sadece yanlış değil, aynı zamanda tehlikeli. Hükümetin gerçek bir kamu sağlığı programını benimsediği konusunda tartışmalar artıyor. Fakat bu tartışmaların göz ardı ettiği, Prevent gibi uygulamaların insanların hayatlarına çoğunlukla gereğinden aşırı ve zararlı devlet müdahalelerinin mazereti oldukları gerçeği.
Son ayların bağnaz önerilerinin çoğu ve de uzun dönemdir yürürlükte olan ‘Çeteler Matrisi’ programı da bu suçluluk-eğilimine dayandırılıyor. Herhangi bir şüpheye sebep olmaksızın, polise özgürce ‘Durdur ve ara’ hakkı vermek -tam da bu uygulamada ırkçı ön yargı son 20 yılın en yüksek seviyesine ulaşmışken- hiçbir suçu olamayan siyah genç erkeklerin küçük düşürülmesi ve devamında kızgınlığının reçetesi olarak görünüyor.
12 yaşındaki çocukları, -son iki yıl içerisinde bıçak taşıyıp taşımadıkları hakkında polis kestirimlerine dayanarak- cezalandırmak onları kriminal adalet sisteminin bir parçası haline getirmek anlamına gelir. Kamu hizmetlilerinin şiddet ya da suçluluk tehlikesi altındaki şahısları -ikisi arasında hiçbir, ayrım yapmadan- belirlemesi koşulu ise; en iyi olasılıkla yanlış bir endişe, en kötü olasılıkla basmakalıp inançlar nedeniyle bir insan selinin devlet müdahalesine maruz bırakılması anlamına gelecektir.
Gençler arası şiddet önemli bir insan hakları sorunu. Fakat hükümet bundan etkilenen şahıs ve toplumların önerilerini göz önüne almıyor. Gençlerin rutin olarak silah taşıması ve ciddi ve bazen ölümcül yaralanmalara sebep veriyor olmaları toplumun cevap vermesi gereken endişe verici bir durum. Fakat hükümet hangi yaklaşımı benimserse benimsesin, merkezinde sırdaşlık, veri güvenliği ve masumiyet varsayımının olduğunu geçlerimize garantilemek yükümlülüğündeyiz.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)