21 Nisan 2019 01:10

Sınıf bilinci

"Laiklikten barış meselesine, mülteci sorunundan cinsiyet eşitsizliğine kadar tüm toplumsal sorunlar işçi sınıfını kendi içinde kutuplaştırıyor."

Fotoğraf: Songül Şensoy/Evrensel

Paylaş

Doç. Dr. Nilgün Tunçcan ONGAN

Kapitalizm, ekonomik ve siyasal alanı yapay bir biçimde ayırırken, ekonomiyi tümüyle piyasaya bırakmış, demokrasiyi ise siyaset alanının konusu olarak tanımlamıştı. Böylece işçilerin sınıfsal hak, çıkar ve talepleriyle demokrasi mücadelesi arasındaki bağ kopartılmış oldu. Sınıfsal içeriğini kaybetmiş bir demokrasi anlayışının “mutlak” ve “kapsayıcı” olduğu algısı oluşturuldu. Böylece burjuvazinin sınıfsal çıkarları “ortak çıkar” halini alıverdi.

Çünkü işçiler kolektif sınıf kimliğinden uzaklaştığı nispette emek-sermaye arasındaki sömürü temelli çelişkinin sanki sistematik değil de “münferit”miş gibi yansıtılması kolaylaşıyor. Böylece de iş cinayetlerinden yoksulluğa, işsizlikten güvencesiz çalışmaya kadar pek çok sorun kapitalist üretimin doğasından soyutlanırken, eşitsizliğin nedeni de üretim ilişkileri dışında tanımlanabiliyor.

Ancak konu sadece ekonomik sorunlarla sınırlı da değil. Laiklikten barış meselesine, mülteci sorunundan cinsiyet eşitsizliğine kadar tüm toplumsal sorunlar, sınıfsal içeriği görünmez hale getirildiği ölçüde işçi sınıfını kendi içinde kutuplaştırıyor. Bunu aşabilmek ise “öteki”nin hakkını savunmanın yolunun sınıf mücadelesinden geçtiğini fark etmekle mümkün.

SINIF İÇİ REKABET KIŞKIRTILIYOR

Çünkü gerekçesi her ne olursa olsun, baskı ve tahakküm altında bulunan toplumsal kesimlerin varlığı (etnik, dini, cinsiyet vb.) patrona, onları daha güvensiz ve güvencesiz biçimde ve daha düşük ücretle çalıştırma olanağı veriyor. Buradan aldığı güç, sınıf içi rekabeti kızıştırıyor. Dolayısıyla patronun böyle bir olanağa sahip olması, egemen inanç ya da milliyete mensup işçilerin de kazanılmış haklarını tehdit ediyor.

Öte yandan hak kaybını, patronun ilave sömürü olanağı yerine (örneğin, mülteci işçiler sorununda olduğu gibi) “ötekinin varlığı” ile ilişkilendirmek ise işçiler arasındaki kutuplaşmanın “düşmanlaşmaya” evirilmesine yol açarken, ortak hareket alanını da tümüyle daraltıyor.

Sınıf bilinci aşındırıldığı ölçüde ise “aynı gemide” olduğu ileri sürülenlerin neden aynı koşullarda yaşamadığı tartışma konusu yapılmazken, çıkarların tümü piyasadan yanaymış gibi bir algı oluşturmak kolaylaşıyor.

Kapitalizmin yıkıcı etkilerinin yaygınlaştığı bir dünyada, burjuva aydın ve iktisatçılarının sınıf olgusunu ve sınıf bilinci kavramını etkisizleştirme ve toplumsal hafızada “olumsuzlaştırma” çabası boşuna değil!

Çünkü ekonomik kriz gibi maliyetine işçi sınıfının topyekün katlanmak zorunda bırakıldığı bir konuda bile işçileri karşı karşıya getirmek ancak bu şekilde mümkün oluyor.

Bu konuda, Çiğli Organize Sanayi Bölgesinde çalışan tekstil işçisi bir kadının Evrensel Gazetesi’ne yaptığı açıklamayı hatırlamakta fayda var: “… diğer işçilerle krizi konuştuğumuzda boğaz boğaza geliyoruz. Düşüncemizi dile getirdiğimizde düşman, dinsiz oluyoruz. Yandaşları da Müslüman oluyor” diyordu.

KAMPLAŞMA ORTAK MÜCADELE ALANINI DARALTIYOR

Bu serzenişten hareketle kendi içinde kutuplaşan işçilerin, sınıfsal çıkarlarda ortaklaşmadıkları sistem içi bir parti veya lideri “nihai kurtarıcı” sayması konusuna da dikkat çekmek gerekiyor. İşçiler arasında çoğunlukla “alternatifsizlik” olarak değerlendirilen bu durum burjuva siyasetinin başlıca güvencesi.  

İşçilerin sistem partilerini merkeze alarak kamplaşması, iktidar partisinin seçmeni olanlar kadar olmayanların da kendi sınıf çıkarlarını dikkate almadıkları anlamına geliyor.

Ancak bu durum işçilerin sınıf aidiyetini değiştirmediği gibi sınıfsal çıkar birliğini de ortadan kaldırmıyor. Sadece ortak mücadele alanını daraltıyor.

İşsizlik riski artıp, yoksulluk derinleştikçe belli yardım programlarından yararlanabilenler için iktidar partisi “tek seçenek” halini alırken, yararlanamayanlar ise bir başka sistem partisine umut bağlıyor. Bu durumda iktidar el değiştirse bile toplumsal güç ilişkileri değişmiyor.

ZOR GÜNLERİ AŞMANIN YOLU

Gerek derinleşen ekonomik kriz, gerekse hazırlanan yeni program emek gücüyle geçinenler açısından önümüzdeki günlerin hayli zor olacağını gösteriyor. Artan işsizlik ve derinleşen yoksulluğa ilaveten kıdem tazminatının fona devri de yeniden gündemde.

Asgari ücretin açlık sınırının altına düştüğü koşullarda, yeni program ekonomide ihtiyaç duyulan tasarrufun emekçilerin tasarruflarıyla karşılanmasını öngörüyor.

Tüm bu zorluklarla başa çıkabilmenin yolu ise güçlü bir sınıf muhalefetinden geçiyor. Ortak talepleri 1 Mayıs alanlarına taşımanın yanında güçlü bir sınıf dayanışmasını en geniş şekliyle ortaya koymak gerekiyor.

ÖNCEKİ HABER

Memlekete baharı getirecek olanların bayramı kutlu olsun

SONRAKİ HABER

Her köşesinde mücadelenin izi var: İşçi kenti İstanbul

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa