Ahmet Davutoğlu’nun çıkışı: Meydan okumadan meydana çıkmak
Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yaptığı açıklamayı değerlendirdi.
Ahmet Davutoğlu, 22 Mayıs 2016'da, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la yaptığı görüşmenin ardından başbakanlıktan istifa etti. (Fotoğraf: Kayhan Özer/AA)
Fatih POLAT
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, 16 aylık başbakanlık sürecinin ardından iktidarın dışına doğru ittiği Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Facebook’tan yaptığı kapsamlı açıklama ile 3 yılın ardından ilk kez Erdoğan’ın liderliğindeki yeni sistemin eleştirisini de içeren kapsamlı siyasi değerlendirmelerini kamuoyu ile paylaştı.
Davutoğlu’nun değerlendirme metni, üslubu ve önerileriyle birlikte Erdoğan’a meydan okumadan, bir meydana çıkma hali olarak tanımlanabilir. Bu bir parti ilanı manifestosu değil. Daha çok, kendi kavramlarından hareketle AKP’yi giderek uzaklaştığı ‘başarı hikayesine’ yeniden kazanmaya dair öneriler silsilesi. ‘İddiamı sürdürüyorum’ cümlesini doğrudan zikretmeden, “AK Parti’nin 2. Genel Başkanı ve ülkemizin halk tarafından seçilmiş son Başbakanı olarak” ifadeleriyle kendisini Erdoğan’dan sonraki sıraya da aslında açık bir dille yerleştiriyor Davutoğlu.“Davutoğlu, Türkiye’nin birikmiş sorunları bakımından çözücü bir özne olabilir mi?” sorusunun yanıtına daha sonra gelmek üzere, önce bu açıklamanın ve açıklamanın içindeki Davutoğlu’nun ‘özgül ağırlığı’nın nereye denk düştüğünden başlayalım.
2 KEZ ‘FANİ’ VURGUSU YAPIYOR
Davutoğlu’nun kaleme aldığı metinde, verili siyasal sistem eleştirisini dillendirirken iki kez kullandığı ‘fani’ kelimesi, ‘tek adam’ rejimini sorunların kaynadığında kilit bir yere koyduğunun somut göstergelerinden biri. Zaten kendisi de bunu daha açık ifadeleriyle birkaç yerde yapıyor. Dolayısıyla bu yönüyle, AKP’nin kendi tarihi ve Erdoğan etrafında kurulu bir partinin değerlendirilmesi açısından, o gelenek içinde önemli görevler almış biri açısından çok da küçümsenecek açıklamalar değil. Davutoğlu’nun metnindeki en sorunlu noktayı ise, kendisini AKP tarihinin ‘başarı’ hanesinde ima ederken, aslında bugüne gelen sorunlar yığınında pay sahibi olduğu hiçbir şeye dair özeleştirel bir yaklaşımda bulunmamış olması. Bugün pek çok iktisatçı, geldiğimiz kriz noktasını AKP’nin uzun yıllara dayalı olarak sürdürdüğü ekonomi politikalarının bir devamı olarak saptarken Davutoğlu, kendisinin dahil olduğu sürece dair ‘ekonomide başarı dönemi’nden söz ederek işlerin kendisinden sonra bozulduğunu ifade etmiş oluyor.
DAVUTOĞLU, 3 YERE KONUŞUYOR
Davutoğlu, metnin toplamı bakımından üç temel yere doğru konuşuyor: 1- AKP’nin içi, 2 - AKP’nin dışı, genel olarak kamuoyu ve AB’ye kadar uzanan hat, 3 - Devletin içi.
Davutoğlu, AKP’nin son seçimlerde daha da görünür hale gelen geriye gidişine ilişkin yorum ve eleştirilerini sıralarken Erdoğan ve iktidar medyasından gelebilecek, Gülen Cemaati ile ilişkilendirerek yıpratma ihtimallerine karşı kendini sağlama almaya çalışan bir yerde durmaya özen gösteriyor. Metnin birçok yerinde bunu ifade eden vurgular var ancak uzatmamak için bir alıntı ile yetinelim: “2013 yılında Gezi olayları ile başlayan, 17/25 Aralık komploları ile devam eden, çukur eylemleri ile tehlikeli boyutlara ulaşan ve nihayet 15 Temmuz hain darbe girişimi ile zirveye çıkan iç gerilimler ülkemizi vizyoner ve atılımcı pozisyondan reaksiyoner ve savunmacı bir pozisyona sürüklemiştir.”
Davutoğlu ‘özgürlük-güvenlik’ dengesine dair konuşurken de, ‘milli birlik’, ‘güçlü devlet’ düsturuna bağlı argümanlarla kendini ifade etmeye özen gösterirken, geçmişte bir parçası olduğu gerçekliklerin üzerinden atlıyor. Örneğin, şöyle diyor: “Ancak, bu mücadele sırasında özgürlük-güvenlik dengesinin hassas ölçülerine özen gösterilmesi yürütülen mücadelenin geniş halk kesimlerince benimsenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Farklı görüş beyanının terörle özdeşleştirilmesi ve siyasi farklılıkların ihanetle anılır hale gelmesi hem milli birliğimize zarar vermekte hem de kriz dönemi algısının süreklilik kazanması üzerinden demokrasiye, siyasete ve ekonomik hayata büyük darbe vurmaktadır.” Oysa 16 aylık sınırlı başbakanlık dönemi, biliyoruz ki, kendisinin de muhalefeti ‘ihanet’ ile suçlamasına yetmişti. Sadece bir örnek: “Başbakan Ahmet Davutoğlu, Moskova'da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'la yaptığı görüşmede "Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesi hatalıydı" diyen HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ı 'ihanet'le suçladı. Davutoğlu, "Demirtaş'ın bu sözleri bu millete ihanettir" dedi.” Davutoğlu’nun, ağır demokrasi sorunlarına dair kullandığı şu ifadelerle devam edelim: “Bir an önce özgürlük alanının genişletilmesi iftiharla sahiplendiğimiz özgüvenimizin ve en önemlisi de birbirimize olan güvenimizin yeniden tesisi için şarttır. Düşüncelerini ifade eden gazeteci, akademisyen, kanaat önderi, siyasetçi kim olursa olsun hiç kimse işini kaybetme, yaftalanma, sosyal medya linci ve hakaret tehditleri ile karşılaşmamalıdır. Eleştiri ve fikirlerini ifade etme özgürlüğü sonuna kadar korunmalıdır.”
YANGINI SEYREDİP ‘BU YANGIN İYİ OLMADI’ DEMEK
Türkiye’nin bir gazeteci hapispanesine döndüğü, meclisin üçüncü partisinin eş genel başkanları ve milletvekillerinin cezaevinde olduğu, barış talep eden akademisyenlerin işinden edildiği, pasaportlarının iptal edildiği ve günlerinin mahkemelerde geçtiği sayısız örneğin karşısında Davutoğlu’nun şu ana kadar susup bugün bunları söylemesi, “Bu yangın iyi olmadı, böyle olmamalıydı.” demekten öte bir anlama gelmiyor. Davutoğlu eleştirilerinde, kendisinin de görevden alınmasında rol oynayan “Pelikancılara” dair, “Kendisini partimizin kurullarının üstünde gören ve adeta paralel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıkması ve partinin seçilmiş yetkililerini ve kurullarını devre dışı bırakmaya kalkışması teşkilat kurumsallaşmasının özünü sakatlamıştır” ifadelerini kullanırken, değerlendirmelerinin birçok yerinde, isim vermeden Berat Albayrak ve Süleyman Soylu’yu hedef alıyor. MHP ile ittifakın AKP’yi zayıflattığını ifade eden Davutoğlu, bu değerlendirmeleriyle ‘böyle olmaz’larına, ‘kimlerle olmaz’larını da eklemiş oluyor. Davutoğlu “Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin birinci derecede tarafı olarak seçim ortamının gerektirdiği yoğun ve çoğu zaman da sert siyasi polemiklere girmek durumunda kalması, devlet geleneğimiz içinde toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede durması gereken Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumun en az yarısı ile psikolojik bir kopuş yaşamasına yol açmaktadır.” derken şu öneride bulunuyor: “Bu çerçevede, yeni sistemin en asli unsurlarından biri olarak görülen partili cumhurbaşkanlığı uygulaması mevcut Cumhurbaşkanımızın şahsından bağımsız olarak yeniden değerlendirilmeli ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncalar giderilmelidir.”
Aslında bu, Erdoğan’ın, ‘Ahmet Bey ile olmuyor’ diyerek kendisini iktidarın dışına ittiği noktaydı zaten. Davutoğlu böylelikle, kendisiyle yetki paylaşmak istemeyen Erdoğan’a “Böyle yaparak, Türkiye’nin yarısından da koptun” diyor. Peki aslında Erdoğan’a, AKP’nin kendi parti hiyerarşisi bağlamı içinde değerlendirildiğinde, ciddi eleştiriler yapan Davutoğlu, neden son tahlilde Erdoğan’ın varlığının, sınırlandırılarak devamını kabul ettiğini ifade ettiği bir noktadan yeniden görev istediğini ima ediyor?Bunun en temel nedeni, tabanından tavanına kadar Erdoğan etrafından kurulmuş, zaman zaman ‘metal yorgunluğu var’ denilerek silkelenip bazı mekanizmalarıyla yeniden kurulmuş bir partide, Erdoğan’a tam karşıdan, onu silen bir yerden konuşmanın, partinin teşkilat bünyesinde de bir hayat hakkı olmayacağını Davutoğlu’nun zaten varsaymış olmasıdır. Davutoğlu, o nedenle bir yandan, partinin içine övgüler gönderirken, hatta kırık dökük olanların da gönlünü okşamaya çalışırken diğer yandan da, bir yol alabilme imkanının sondajını yapıyor. Davutoğlu’nun değerlendirmelerinin toplamından, ‘devlet adamı’ edası üzerine kurulu, devleti önceleyen bir siyasetçi olarak konuştuğunu da özellikle vurgulayalım. “Sur’da hain terör örgütünün kazdığı çukurlara karşı verdiğimiz mücadele sürerken” gibi cümlelerin, Kürt sorunu konusunda “terörle mücadele” üzerine kurulu devlet düsturuyla uyumlu bir yerde durduğunu, öyle bir yerden konuştuğunu özellikle ifade etmiş oluyor. Bu, hem Davutoğlu’nun gerçekten durduğu yerdir, hem de, Erdoğan’a ‘Bahçeli’den kurtul’ mesajı gönderirken, Bahçeli’nin kendisine karşı oynayabileceği bir boşluk bırakmamak bakımından da titizlikle seçilmiştir.Peki, tüm bunlardan sonra Davutoğlu, Türkiye’nin bugününde iddia ettiği, ya da ima ettiği gibi bir çare olabilir mi?
DAVUTOĞLU, FATURAYI ERDOĞAN’IN KAPISINA BIRAKIYOR
Öncelikle, Türkiye’yi komşularıyla sorunlu hale getiren ve bugün artık iflas ettiğini daha geniş bir çevrenin de kabul ettiği dış politikanın mimarları içinde Davutoğlu özel bir yerde duruyor. Türkiye’nin Suriye politikası, Davutoğlusuz değerlendirilemez ve onu içermeyen bir fatura, fazlasıyla adaletsiz olur.Ekonomik krizden baskı rejimine kadar AKP’nin imza attığı şeylerin de, Davutoğlu’dan sonra başlayan gelişmeler olduğunu söylemek, tarihi bir noktadan, sadece Davutoğlu’nun hatırı için bıçak gibi kesmek anlamına gelir. Bunu neden yapalım? Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yu hedef alan ve iktidar ittifakı ile medyasının elbirliği ile ürettiği iklimin bir sonucu olan saldırının ardından yapmış olduğu açıklamaları, Davutoğlu’nun bu açıklamalarının izlemesi şaşırtıcı olmadı.Ancak toplamı, iktidar cenahı içindeki geriye gidiş ve sıkışmışlık süreci içindeki tartışmalar toplamı olarak duruyor.
Kendileri hiç üzerlerine alınmasa da, Türkiye’yi bugüne getiren sorunlar tarihi içinde yerleri olanların, gerçek bir çözüm için, Türkiye’nin geleceğinden anlamlı bir yeri olması da düşünülemez. Davutloğlu’nun bu çıkışının ardından Erdoğan’ın, tüm medya imkanları ile dozunu kendisinin belirleyeceği bir itibarsızlaştırma hamlesiyle yanıt vermesi muhtemeldir. Şu ana kadarki haliyle zaten bir parti ilanı olmadığı açık olan çıkışının ardından Davutoğlu’nun, zaman içinde, kendisine yeniden bir şans bulabilme ihtimali ise, başka birçok gelişmeye, yeni dengelere ve Türkiye burjuvazisinin arayışlarına bağlı.