Gücümüz birliğimiz diyen kadınların 1 Mayıs’ı
EMEP İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros, ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk ve şiddete karşı kadınların 1 Mayıs taleplerini ve hazırlıklarını yazdı.
Fotoğraf: Evrensel
Sema BARBAROS
Emek Partisi İstanbul İl Başkanı
8 Mart ve seçim sürecinde sokakta, evde, fabrikada, üniversitede yan yana geldiğimiz kadınların anlattıkları, iktidarın “beka” olarak ortaya koyduğu sorunun kadınlarca, yönetenlerin “sefa” sorunu olarak anlaşıldığını gösteriyordu. Seçim döneminde krizin üzerini kapatmak için iktidar diliyle yapılan “manipülasyon” ve “dış güçler” açıklamaları, tanzim kuyruklarının “varlık kuyruğu” olarak servis edilmesi, emeklilikte yaşa takılanlara “sabır” temennileri tutmadı.
Kadınlar krizi hayatlarında gün be gün etkisi artan bir biçimde, çok boyutlu hissetti. Yalnızca evin idamesini sürdürülemez hale getiren fiyat artışları değil, 5-10 kişinin alınacağı işler için başvuru kuyruklarına giren binlerce insanın arasında kadınların sayısının hiç de azımsanmayacak oranda oluşu, İŞKUR kurası sırasında adı çıkmayan bir kadının “Yeter artık memleketi yiyip bitirdiğiniz, benim çocuğum ne yiyecek, onu söyleyin” isyanı, pazarda, markette kasalarda yükselen sesler de bir göstergeydi. Nitekim İstanbul’da seçim sonuçlarının AKP’ye bir ders niteliği taşımasında kadınların bu biriken öfkesinin de etkisi var.
“Geçinemiyoruz”, “İş bulamıyoruz”, “Herkes ne yapacağımıza karar veriyor”, “İş bulacağız, çocuğu nereye bırakacağız”, “Yıllardır sigortasız çalışıyoruz”, “Sözümüzü her söylediğimizde savaşla mermiyle korkutuluyoruz”, “Hiçbir güvencemiz yok, itiraz edersek kapının önündeyiz”... İstanbul’ da 8 Mart’ta buluştuğumuz binlerce kadının ortaklaşmış sözlerinden bazıları bunlar.
İŞSİZLİK VE AĞIRLAŞAN YOKSULLUK
Kadınların mutat sorunu olan işsizlik, ağırlaşan yoksulluk tablosu içinde çok daha yakıcı bir sorun olarak kendini ortaya koydu. Üstelik işsizlik rakamları sadece eğitimli olmayanlar için değil eğitimliler için de çarpıcı. Her 3 üniversite mezunu kadından 1’inin işsiz olduğu ülkemizde, iş bulmak da kadınların derdine çare değil. Çalışan kadınlar güvencesiz işlerde düşük ücretlerle çalışmak durumunda kalıyor. Ağırlaşan çalışma koşulları, kadınlara yönelik işyerindeki ayrımcılık, şiddet ve taciz krizin yarattığı “işten atılma” korkusu yüzünden daha da görünmez hale geliyor.
Hükümet, daha birkaç gün önce açıkladığı ‘reform paketi’ ile işçi ve emekçilerin kıdem tazminatına göz diktiğini, zorunlu BES ve tabana yayacağı vergilerle hayatımızı daha da zorlaştıracağını bir kez daha ilan etti. Açıklanan işsizlik rakamlarıyla birlikte düşündüğümüzde (üç kadından ikisinin işsiz sayılmadığı ülkemizde, kadın işsizlik oranı yüzde 15,4, genç kadınlarda ise yüzde 28) kadınlar için yaşam koşullarının daha zorlaşacağı kesin.
EN DİRENGEN SES
Ancak ağırlaşan koşullar karşısında en direngen ses yine kadınlardan geliyor. Geçtiğimiz yıldan bugüne irili ufaklı direnişlerde, işyeri mücadelelerinde, sendikalaşma çalışmalarında kadınların korku duvarını aşmak için daha çok öne çıktığını görüyoruz. Nitekim İstanbul’da ve ülkenin başka kentlerinde özellikle kadınların ağırlıkta olduğu sendikalaşma mücadelelerinin uzun soluklu ve direngen oluşu ya da kazanımla sonuçlanması da bunu gösteriyor. Aydın SİBAŞ, Flormar, Gripin, Makel...
8 Mart sürecinde krizin kadınlara etkisini ortaya koymak üzere hazırladığımız rapora İstanbul’dan yansıyan örnekler; kadınların krizin faturasını ödememek için bir arayış içinde olduğunu da gösteriyordu. Bu arayışın bir mücadeleye dönüşmesi ise 1 Mayıs’ın işçilerin birlik ve dayanışma günü olarak anlamına uygun bir biçimde, her yerde kadın işçilerin ve emekçilerin bir arada hareket etme ihtiyacına cevap vermek üzere örgütlenmesi ve kalıcı birlikler oluşturmak için atılacak adımlar en önemli gündemimiz.
8 Mart’tan seçimlere, şimdi 1 Mayıs’a uzanan takvimde yoksulluğun, işsizliğin, krizin, şiddetin, güvencesizliğin içinden çıkılmaz bir girdap olmadığını, birlikte hareket edersek saldırıları durdurabileceğimizi daha özgüvenli tartışabileceğimiz koşullar, bugün dünden daha uygun.
GÜCÜMÜZ BİRLİĞİMİZ!
Kadınlar, bir sorunlar silsilesi olarak sıraladığımız bütün bu durumlara karşı yine aynı buluşmalarda çözüme de işaret ediyorlar: “Bizim kendi kendimizi düşünmemiz lazım”, “Tok açın halinden anlamaz, açların bir araya gelmesi lazım”, “Bir araya gelmek için kendimizi daha çok zorlamalıyız”, “Güçlenmek için örgütlenmeliyiz”...
Kadınlar İşçi Sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü 1 Mayıs’ta 8 Mart’ta biriktirdikleriyle taleplerini birleştirerek krize, şiddete ve eşitsizliğe karşı işyerlerinde, mahallelerinde, okullarında yan yana olacaklar. 1 Mayıs’ta yine ısrarla yine inatla yine coşkuyla yine birlikteliğinin güç verdiğini bilmenin inancıyla alanlarda olacaktır.
DEĞİŞMEYEN GÜNDEM; DEĞİŞMESİ GEREKEN DURUM
Şiddet kadınların değişmeyen gündemi olmaya devam ediyor. Bunda artan şiddete karşı güvenle başvurulabilecek mekanizmaların olmayışı, şiddeti meşrulaştıran ve olağanlaştıran iktidar anlayışının elbette etkisi var. Her kesimden kadında ise her davada, her vakada karşılaştığımız “adaletsizliğin” büyük bir öfke birikmesine yol açtığı gözlemleniyor. Bu, yerel seçim sürecine her partiden adayların, öncesine göre daha fazla oranda bu sorunu gündem etmesini, hiç değilse sorunun çözümü için etkili etkisiz kimi uygulamaların sözünü vermesini de getirdi. Kadınların 8 Mart’tan seçimlere taşınan şiddete karşı somut önlemler talebi ve şiddetle bağı çok açık olan eşitsizliğe karşı mücadele, 1 Mayıs’ta da öne çıkarılması gereken gündemlerden biri olacak.
Savaş ve ölüm; kadınların duymak istemediği, kullanmak istemediği iki kelime. İktidarın ısrarla kutuplaştırmasının, savaş siyasetinin kadınların ortak çıkarlarının görünmez hale getirilmesinin, acılarını ortaklaştıramamasının en büyük zorluğunu kadınlar yaşıyor. Oysa kadınlar yaşatmanın mümkün olduğunu her alanda göstermenin yöntemlerini arıyor her gün yaşamlarında. O açıdan savaşa, anti demokratik uygulamalara, baskılara karşı kadınlar her gün yan yana durarak barış ve yaşam demeye ısrar ediyorlar.
KREŞ KREŞ KREŞ
Hem 8 Mart sürecinde yan yana geldiğimiz kadınların en çok ortaklaştığı, hem de seçim döneminin en çok talep edilen konusu (ve adayların da en çok dillendirdiği vaatlerden biri) her mahalleye, her işyerine kreş oldu. Bunda; artan yoksulluğun kadınları iş aramaya sevk ederken ya da çalışma koşulları ağırlaşır, çalışma süreleri uzarken çocukların ne olacağına ilişkin somut “zor” durumun etkisi elbette var. Ancak yalnızca ücretli çalışan kadınların değil; çocuklarının sübyan okullarında, ne olduğu belirsiz vakıf okullarında, cami okullarında “güvende” olmadığını düşünen giderek artan sayıda kadın “nitelikli, düzgün, ücretsiz” kreş ya da okul öncesi eğitim talebini daha çok dile getiriyor. Son yıllarda en büyük “tasarruf” tedbirlerinden biri işyerlerinde, mahallelerde kreşleri kapatmak oldu. Kreşlerin yokluğu, bakım sorumluluklarının kadına bırakılması; kadınların çalışamaması ya da yarı zamanlı, düşük ücretli, güvencesiz işlere mahkum edilmesi sonucunu ortaya çıkarıyor. Her yılın ana taleplerinden biri olan kreş, bu yıl yine en çok dile getirilecek ortak taleplerden biri olacak.