"Dar Ayakkabıyla Yaşamak" ve 1 Mayıs
"Üniversite öğrencileri olarak ayağımıza dar gelen, yeteneklerimizi ve gelişimimizi sınırlayan bu ayakkabıyla yaşamak istemediğimizi anlatma zamanı."
Fotoğraf: Evrensel
Duşan Kovaçeviç’in günde onlarcasını üretiyor olmasına rağmen kendi ayak numarasına uygun bir ayakkabısı bile olmayan ayakkabı işçilerini anlattığı bir oyun “Dar Ayakkabıyla Yaşamak.”
1700’lü yıllardan itibaren eski üretim ilişkileri yerini giderek yeni üretim ilişkilerine bırakıyor ve eskinin bağrından kopmuş bu yeni üretim ilişkileri, kapitalizm, var olduğu sürece dar ayakkabılarla yaşamak zorunda olan yeni bir sınıfı doğuruyor, üretimin muazzam atışıyla birlikte bu sınıf da giderek kitleselleşiyordu. Bu yıllarda çalışma saatleri 14-16 saat arasında değişiyor, fazlasıyla iş cinayeti gerçekleşiyor, tekstil fabrikalarında çalışma yaşı 5’e kadar düşüyordu.
Bu ağır koşullara karşı “insanca çalışma, insanca yaşam” talepleriyle büyüyen mücadelenin doğurduğu 1 Mayıs, 130 yılı aşkın bir zamandır, işçi sınıfının, sermaye sınıfına karşı “dar ayakkabılarla yaşamak” istemediklerini haykırdıkları, karşı sınıfa güçlerini gösterdikleri bir mücadele alanı olarak şekillendi. Elbette bu mücadele alanı bir sınıf olarak işçilerle birlikte, kadınların, gençlerin ve toplumun farklı kesimlerinin özlem ve taleplerini de içeren bir alan oldu.
Çünkü burjuvazi -nasıl ki işçi ve emekçilere yoksulluktan başka bir şey vadedemiyorsa- gençliğe de sunabileceği hiçbir gelecek ve insani değer yok. Gençlere sadece işsizliği, eğitimsizliği, rekabeti “vermekte”, kendi sınıf çıkarları için gerektiğinde gençliği kurban etmekte ve gençlerin her türden gelişiminin önünü kesmektedir. Bu yüzdendir ki gençlik hareketi ne zaman eskinin ve sömürü ilişkilerinin temsilcisi olan burjuvaziye karşı yeniyi ve geleceği temsil eden devrimci sınıfın hareketiyle birleşerek kendi taleplerini savunduysa, hep kazanımlarla çıkmıştır.
Bugün 1 Mayıs, üniversitelilerin, işçi ve emekçilerin oylarıyla birlikte 25 yıldan sonra AKP’ye kaybettirdiği İstanbul gibi, Türkiye’nin en fazla üniversitelisinin ve emekçisinin yaşadığı yerde çok daha büyük önem kazanmaktadır. Üniversiteleri baştan aşağı antidemokratik yönetim mekanizmaları üstüne oturtan, her biri “tek adam temsilcisi” olan atanmış rektörlere teslim edenler, bilimsel çalışmaları toplumsal ilerleme ve kamu yararına değil, sermayenin çıkarları için kar amacıyla yürütenler, yurt ve ulaşım gibi en temel ihtiyaçları görmezden gelenler hatta kredi değil burs isteyen gençleri “bedavacılık” ile suçlayanlar bu seçimde üniversitelilerden oy alamadı. Bizler bu 1 Mayıs’a da üniversitelerin giderek piyasalaştığı* ve niteliksizleştiği**, üniversite mezunu işsiz sayısının her geçen gün rekor kırdığı, akademik özgürlüğün ve yaratıcı düşüncenin esamesinin okunmadığı, kulüp ve topluluklar üzerindeki baskının yoğunlaştığı, etkinliklerinin sansürlendiği ya da engellendiği koşullarda gidiyoruz.
Bu sebeple üniversite öğrencileri olarak birçoğumuzun yarı zamanlı işlerde çalışmak zorunda kaldığı, her birimizin kredi kartı borcuyla yaşamaya alıştığı ama kredi kartı olmadan da yaşamını devam ettiremez duruma geldiği, ayağımıza hayli dar gelen, yeteneklerimizi ve gelişimimizi sınırlayan bu ayakkabıyla yaşamak istemediğimizi anlatma zamanı. Ve derdimizi güçlü bir biçimde anlatmanın en önemli fırsatı bu sene 1 Mayıs alanında olacak. AKP’yi seçimde yenilgiye uğratan biz üniversiteliler, şimdi bu yenilgiyi derinleştirmek üzere, demokratik bir üniversite ve özgürlükçü bir akademi, ücretsiz yurt ve ulaşım gibi taleplerle, eşit ve özgür bir dünya için 1 Mayıs’ta bu fırsatı kaçırmayacağız.
*Avm olarak tasarlanan, sonrasında üniversiteye dönüştürülen Nişantaşı Üniversitesi Maslak 1453 Neotech kampüsü üniversitelerdeki piyasalaşmanın geldiği noktanın özeti niteliğinde.
** Türkiye, Hindistan ve Nijerya’nın ardından şaibeli, sahte ve para karşılığı en çok tez ve makale yayınlanan 3. ülke konumunda.