Yazarlardan işçi temalı kitap, film ve müzik önerileri
Adnan Özyalçıner, Sibel Öz, Şenay Aydemir, Fırat Yücel ve Özlem Ertan kendilerini etkileyen işçi sınıfı temalı eserleri Evrensel ile paylaştı.
Fotoğraf: Pixabay
İsmail AFACAN
İstanbul
İşçi Sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü olan 1 Mayıs’a sayılı günler kaldı. 1 Mayıs hazırlıkları tüm hızıyla devam ediyor. Bildiriler dağıtılıyor, basın açıklamaları yapılıyor, pankartlar hazırlanıyor... Biz de yazarlarımızdan işçi sınıfı temalı kitap, film ve müzik önerileri aldık. Edebiyatımızın çınarı Adnan Özyalçıner, Öykücü Sibel Öz; Sinema Eleştirmenleri Şenay Aydemir, Fırat Yücel, Müzik ve Tiyatro Eleştirmeni Özlem Ertan kendilerini etkileyen işçi sınıfı temalı eserleri gazetemizle paylaştı.
SİNEMANIN İŞÇİLERİ
Fırat YÜCEL
Harun Farocki, sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılında, tarihin ilk hareketli imgelerinden biri olan fabrikadan çıkan işçilerle ilgili bir film yapar. Lumiere Kardeşler, 1895’te sahibi oldukları fabrikadan çıkan işçileri görüntülemiştir. Farocki’ye göre, bir burjuva sanatı olarak doğan sinema, 100 yıllık tarihi boyunca bu görüntüyü tekrar eder: İşçiler, emekçiler, çoğunlukla çalıştıkları yeri terk ederken görüntülenir filmlerde. Sinema fabrika içine pek az uğrar; emek süreci görünmezleştirilirken, özel hayat ve karakter psikolojisine dayalı bir drama ve görüntü rejimi kurulur.
İşte bu yüzden, işçi ve emekçi filmleri dediğimizde, ilk olarak aklıma Farocki’nin Fabrikadan Çıkan İşçiler’i geliyor. Çünkü bu video-deneme, sinemanın egemen sınıfla iş birliğini gözler önüne seriyor. İşçi sinemasından bahsederken bu iş birliğinin reddedildiği filmlere bakmalı. En başta Eisenstein’ın Grev’i (1925). Sonradan çekeceği tarihi filmlerin aksine emek süreçlerini ve sınıf çatışmasını gerçek anlamda görünür kılan bir film. Godard’ın patronlarla birlikte bir bakıma seyirciyi de fabrikanın içine hapsettiği Tout va Bien (1972)… 1968 ve sonrasındaki sol içi tartışmaları da kapsadığı için ayrı bir yere sahip. Sendikal mücadeleyi anlatan sayısız belgesel var, aralarından We the Workers’a (2017) vurgu yapmak isterim çünkü her yıl yüz binlerce işçinin hayatını yitirdiği, bağımsız sendikaların en zor koşullarda mücadele verdiği Çin’in bugünüyle ilgili. Ayrıca Endonezya’daki işçi birliklerinin kendi örgütlenmeleri ile gerçekleştirdikleri, Joshua Oppenheimer’ın The Act of Killing’ini de mümkün kılan film olan The Globalization Tapes... Küreselleşmenin katbekat artırdığı “uzak coğrafyalardaki” emek sömürüsünü görünür kıldığı için. Bir de, Dardenne Kardeşler’in İki Gün ve Bir Gece’si (2014)... Hem kadın mücadelesinin gücünü hem de liberal Avrupa’da derinleşen güvencesizliği ortaya koyduğu için.
ŞENAY AYDEMİR’DEN BEŞ FİLM
İşçi Sınıfı Cennete Gider (Elio Petri, 1971): Elio Petri, çalıştığı makinenin bir uzantısı haline gelmiş bir işçinin dönüşümünü anlatırken, bir yandan da öğrencilerin radikalliği ile sendikaları uzlaşmacılığı arasındaki farkı da ortaya koyar. “İşçi Sınıfı Cennete Gider” yalnızca iş hayatına değil, karakterinin özeline de girerek yaşadığı değişimin izini sürer.
İş (Ermanno Olmi, 1961): Ermanno Olmi, maddi olanaksızlıklar nedeniyle okulu bırakıp iş bulma hayalleri kuran bir gencin hikayesini anlatır. Memur olabilmek için sınava giren Domenico’nun naifliği iş hayatının katılığı karşısında işlevli olabilecek midir? Film, küçük memur dünyasının Kafkavari bir portresini çizer.
Germinal (Claude Berri, 1993): Emile Zola’nın aynı adlı romanından uyarlanan film, bir yandan emek sömürüsünün vardığı boyutları ustaca gösterirken, diğer yandan da sosyalist ve anarşistler arasındaki çatışmaların yarattığı politik sorunlara da dikkat çeker.
Güneşli Pazartesiler (Fernando León de Aranoa, 2002): Filmde, İspanya’nın liman kenti Vigo’da işten çıkarılan bir grup tersane işçisinin öyküsü anlatılmaktadır. Neoliberal dünyanın işçi ve emekçilere sunabileceği hiçbir şey olmadığının açığa çıktığı bugünlerde, erken dönem bir öngörü olarak da izlenmeli bu film.
Zerre (Erdem Tepegöz, 2012): Film, tekstil atölyelerinde çalışan bir katının hayatta kalma mücadelesini anlatır. Ancak Zeynep’in hikayesini izlerken Türkiye’deki emek sömürüsünün vardığı boyutları, çalışma hayatının güvencesizliği başta olmak üzere çarpıcı bir manzarayla karşı karşıya kalır seyirci.
‘TEK ADAM’ YERİNE ‘CEMİYET ADAMI’
Adnan ÖZYALÇINER
İşçinin, emekçinin yaşam sürecinin serüvenini, bir yandan açlıkla, yoksullukla savaşırken uğradığı siyasal, toplumsal haksızlıklar karşısındaki duruşunu, direnişini edebiyatımızda öncelikle öykülerimizde, birçok öykü kitabında bulabiliriz. Ben içlerinden ancak birkaçını işaret etmek isterim:
Başta Refik Halit Karay’ın edebiyatımızdaki ilk işçi öyküsü olan Sus Payı (Hakk-ı Sükut) öyküsünü Memleket Hikayeleri kitabından; Sadri Ertem’in Kaybolan Adam öyküsünü Kaybolan Adam (seçme öyküler) kitabından; Sabahattin Ali’nin Apartman, Arabalar Beş Kuruşa öykülerini Sabahattin Ali Seçme Öyküler kitabından; Sait Faik’in Pay öyküsünü Son Kuşlar, İnsanlığın Haline Doğru öyküsünü Tüneldeki Çocuk kitaplarından; Orhan Kemal’in Uyku öyküsünü Ekmek Kavgası, Grev öyküsünü Grev kitaplarından; Bekir Yıldız’ın Bahtiyar Amele ile Motorize Köleler öyküsünü Sahipsizler kitabından; benim Grev Bildirisi öykümü Sağanak, Dokumacının Ölümü öykümü Cambazlar Savaşı Yitirdi kitaplarından okuyun derim.
Sadri Ertem’in Kaybolan Adam öyküsünün sonundaki bireysel özgürlüklerin, tekliğin, toplumsal özgürlüğe, çokluğa dönüşeceğinin bildirimini unutmadan:
“Her gün hürriyet hürriyet diye inleyen tek adam, fabrika düdükleriyle balyozlar gibi yataklarından kalkıp inen insanlara karıştı… Dükkanda çalışan, barda para yiyen, melon şapkalı adam bir gün içinde ortadan silindi, kayboldu.
Şimdi onun yerine bir adam yaşıyor:
‘Tek adam’ yerine ‘Cemiyet adamı’”
SİBEL ÖZ’DEN ÜÇ KİTAP
Necati Cumalı-Tütün Zamanı: Ege’de geçen romanda, taşranın tüm gerici özelliklerini taşıyan bir kasabada aşkını herkese karşı savunmak zorunda kalan Zeliş, romanın baş kahramanıdır. Necati Cumalı’nın bu yapıtında sadece aşkı değil, arka planda, ama kuvvetli bir vurguyla tütün üreticilerinin yaşamlarını, tütüncülüğün zorluklarının nefessiz bıraktığı hayatların tütün gibi sararıp solmasını okumak, bugüne dair de tütün, pamuk üretiminin nereye gittiğini düşünmek açısından yakıcı.
Orhan Kemal-Ekmek Kavgası: Orhan Kemal, edebiyatımızda ekmeğini en zor koşullarda kazanan yoksulların sesi olmuştur. Her ne kadar anlattığı gerçeklik ‘sert’ bulunsa da, bugünün Türkiye’sinde dahi ekmek kavgasının ne denli çetin şartlarda verildiği gözetilirse, yazdıklarının bugünle bağı ve güncelliği çok daha iyi anlaşılacaktır. Ekmek Kavgası, yoksulluğun kırbacını her gün yiyen dipteki insanı anlatırken, umudu, direnci eksik etmemesi yönüyle de kıymetlidir.
Temel Karataş-Ağrı Eşiği: Günümüzün ‘sert’ toplumsal gerçekliğinin öyküdeki iz düşümünü ve gerçeklerin yalın bir dille, süslenmeden okurun dünyasına sunulmasını Temel Karataş’ta buluyoruz. Orhan Kemal’in dünyasının bugün ne hale geldiğini, neye dönüştüğünü ya da “Orhan Kemal bugün yaşasaydı…” sorusunun cevabını merak edenler Ağrı Eşiği’nde yapay ve kurgu dil yerine verili dilin nasıl öyküleştiğine de tanık olurlar.
MÜZİKTE VE OPERADA İZ BIRAKAN İŞÇİLER
Özlem ERTAN
Müzik ve opera tarihinde işçi sınıfının yaşamından kesitler sunan pek çok eser var. Operada 1800’lü yılların ortalarında ortaya çıkan “Verismo” yani “Gerçekçilik” akımı, işçi sınıfının ve sıradan insanların hikayelerini sahneye taşımıştı. Georges Bizet’nin meşhur ‘Carmen’ operasında tütün fabrikasında çalışan işçileri, Çingeneleri, yoksulları görürüz. Bu yanıyla operada bir devrim yaratmıştır ‘Carmen’. Her ne kadar ilk sahnelendiğinde, opera sahnesinde aristokratların süslü yaşamlarını izlemeye alışık olan izleyicilerin tepkisini çekse de değeri sonradan anlaşılmıştır.
1889, Pietro Mascagni’nin ‘Cavalleria Rusticana’ ile Ruggero Leoncavallo’nun ‘I Pagliacci’ (Palyaçolar) operalarının doğduğu yıldır. “Verismo” akımının gerçek anlamda ilk temsilcileri olarak görülen bu iki eserde yine işçiler, gezgin sanatçılar, köylüler kısaca emekçiler vardı. Bunları Giacomo Puccini’nin ‘Tosca’ ile ‘La Bohème’ operaları takip etti. ‘La Bohème’de Paris’teki yoksul bir apartmanda yaşayan Terzi Mimi ile Ressam Rodolfo’nun aşkını müziğiyle ölümsüzleştiren besteci, ‘Tosca’da ise acımasız Polis Şefi Scarpia’yı öldüren bir şarkıcının hazin sonunu anlatmıştı. Artık operada sadece şaşalı hayatlara değil, emekçilere ve yoksullara da yer vardı.
Yakın tarihte özellikle Rock ve Protest müzik sanatçılarının işçi sınıfıyla ilgili şarkılar yaptığını görüyoruz. Beatles grubunun unutulmaz üyelerinden John Lennon’ın, Beatles’dan sonra çıkardığı ilk solo albümünde yer alan, 1970 tarihli ‘Working Class Hero’ (İşçi Sınıfı Kahramanı), işçi sınıfının hayatın her alanında nasıl ezildiğini anlatan tanınmış bir şarkı. Rock Müzisyeni Bruce Springsteen’in 1978 tarihli şarkısı ‘Factory’ yani ‘Fabrika’ işçi sınıfının karşılaştığı sorunlar hakkında. Florence Reece’nin ‘Which Side Are You On’ adlı şarkısı ise maden işçileriyle ilgili. Babasını ve sonra da eşini maden kazasında kaybeden Reece, 1930’lu yıllarda bu şarkıyı yazmış ve söylemişti.
Tabii ki Türkiye’de de işçi şarkıları bestelendi ve söylendi. Alpay’ın seslendirdiği ‘Fabrika Kızı’, bir işçi kızın hayatı ve umutları hakkında. Timur Selçuk’un bestelediği ‘1 Mayıs Marşı’ ile Cem Karaca’nın maden işçileri hakkındaki ‘Maden Ocağının Dibinde’ şarkılarını da unutmamak lazım.