Adem Sarıçoban: Değiştirebiliriz duygusu daha da güçleniyor
Sağlık-İş İzmir Şube Başkanı Adem Sarıçoban 2019 1 Mayıs'ına gidilen süreci ve talepleri Evrensel'e değerlendirdi.
Fotoğraf: Evrensel
Serpil İLGÜN
Sandık sonuçlarını tanımama nedeniyle bitirilmeyen seçim, 1 Nisan’dan başlayarak ekmekten elektriğe peş peşe gelen zamlar, çarşı pazarda zaten hiç düşmeyen fiyatlar, gıdada yüzde 30 dayanan enflasyon, 6 TL’ye dayanan dolar, Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişimiyle yeniden harlanan gerilim, kutuplaştırma dili...
İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü 1 Mayıs, ekonominin ve siyasetin bu ağır gündemi içinde karşılanıyor. Yasaklar, alan tartışmaları, konfederasyonların ayrı kutlama kararları bu yılda yaşansa da, işçiler ve emekçiler açısından ana gündem geçim derdi.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 10 Nisan’da “ekonomik krizi çözme” iddiasıyla açıkladığı “reform” paketi ise, geçim derdi kaygısını dindirmek bir yana, kıdem tazminatı hakkının gasbı gibi yeni büyük sorunlar ekledi.
Sermayenin ve finans çevrelerinin beklentilerine göre şekillendirilen paket, kıdem tazminatının fona devredilmesi dışında, çalışanların sırtındaki vergi yükünün arttırılması, tasarrufa yöneltme gerekçesiyle dayatılan zorunlu BES gibi kararlarıyla işçi ve emekçiler için daha da zor günlerin geleceğini ilan etmiş oldu.
İş cinayetlerinin, güvencesiz çalıştırmanın, işsizlik ve yoksulluğun rekor üstüne rekor kırdığı günlerde karşılanan 2019 1 Mayıs’ını Sağlık-İş İzmir Şube Başkanı Adem Sarıçoban’la konuştuk.
Sendikaların birlikte alana çıkacağı ender kentlerden İzmir’den genel tabloya baktığımız söyleşide Sarıçoban, işçi ve emekçilerin eğilimlerini ve taleplerini anlattı.
Önce tabloyu daha iyi anlamak için özetler misiniz, 2019 1 Mayıs’ını işçi ve emekçiler hangi sorunlarla karşılıyor ve bu taleplere nasıl yansıyacak?
Bu dönem en baş sorun geçim sıkıntısı. Krizle birlikte yoksulluk ve işsizlik artarken, ücretler eriyor. Hükümet son olarak kıdem tazminatının fona devri adı altında kaldırılmasını, zorunlu bireysel emeklilik kesintisini ve emekçiler üzerindeki vergilerin artırılmasını gündeme getirdi. Yani sermayenin neden olduğu krizin yükü, hükümet eliyle işçi ve emekçilere yüklenmek isteniyor.
Bunun işyerlerinde de karşılığı var. Her yerde işten atmalar yaşanıyor. Ayrıca içinde bulunduğumuz dönem toplusözleşme (TİS) dönemi. Yeni başlayan görüşmelerde kimi yerlerde sıfır zam dayatırken, bazı yerlerde de var olan TİS’lerin uygulanmaması gibi sorunlar yaşanıyor. Kendi iş kolumuzda da yaşandığı gibi taşerondan kamuya geçen işçilere, enflasyon farkı olmayan yüzde 4+4’lük bir sözleşme dayatıldı. Kamuda çalışan işçiler açısından kamu sözleşmelerinin uygulanmasını; diğer tarafta (özel sektör dahil) enflasyon altında kalan toplu iş sözleşmelerine enflasyon farkının yansıtılması talep ediyoruz.
İş cinayetleri devam ediyor. Biliyorsunuz ülke tarihinin en kitlesel işçi ölümünün yaşandığı, 301 madencinin bir gecede can verdiği Soma katliamı davasında patron, sorumluluğu çok açık olmasına karşın serbest bırakıldı. Üstelik maden işletme ruhsatı geri verildi. Böylece tüm patronlara “işçileri istediğiniz gibi sömürebilirsiniz, ölümüne çalıştırabilirsiniz, ölürlerse de merak etmeyin kurtulursunuz” mesajı verildi. Biz de alanlarda iş cinayetlerini önlenmesi ve sorumlularının cezalandırılması talebini bir kez daha haykıracağız.
Yine, Toplum Yararına Çalışma diye bir başka büyük sorun var. 6 aylık, 9 aylık sürelerle çalışan işçilerin 1 Mayıslardaki talepleri kadrolu güvenceli iş. Emeklilikte yaşa takılanların (EYT) mücadelesi sürüyor. Tüm işçi ve emekçiler için emeklilik hakkı, vergi adaleti, grev ve örgütlenme önündeki tüm yasakların kaldırılması, OHAL döneminde ihraç edilen KHK’lilerin geri alınması gibi talepler de dile getirilecek.
AKP’nin seçimden hemen sonra açıkladığı “reform paketi”nden çıkan kıdem tazminatının gasbı, emekçilerin üstündeki vergi yükünün daha da arttırılması, zorunlu BES gibi kararları nasıl karşılandı?
İşçiler bu paketin emeğe yönelik saldırı olduğunu biliyor. Tepki duyuyor ve topyekün mücadele edilmesi gerektiğini biliyorlar. Mücadele eğilimi de var ama bir araya gelme sıkıntısı yaşanıyor. Bu tepkinin örgütlenmesine ihtiyaç var.
"SENDİKAL BÜROKRASİ 1 MAYIS'I KONSOLİDE GÜNÜ OLARAK KULLANIYOR"
O halde şu soruyla sık karşılaşıyorsunuzdur; “Hükümet politikalarına tepki duyuyoruz, mücadele etmek de istiyoruz, peki neden sendikalar bir araya gelmiyor ve tepkiyi örgütlemiyor?” Buna neden 1 Mayıs’ı ayrı kentlerde kutlamada ısrar ettikleri sorusu da ekleniyordur. Ne yanıt veriyorsunuz?
Tek bir yanıtı var, sendikal bürokrasi. Örneğin 1 Mayıs. Sendikal bürokrasi bugünü tabanını konsolide edeceği bir gün olarak kullanıyor. İşçilerin en kızdığı nokta da burası. “Sendikacılar çıkıyor sözlerini söylüyorlar, bizim taleplerimiz iletilmiyor, sonra da çekip gidiyorlar” diyorlar. Mesela bu yıl Türk İş’in Kocaeli’de merkezi kutlama çağrısı var. “İzmir’den 20 kişi gelin” diyorlar. Oysa bizim 8-10 bin üyemiz var. Böyle olunca 1 Mayıslar, işçilerin kitlesel bir şekilde sorunlarını dile getirdiği, mücadelesini ilerletmek için güç biriktirdiği bir mevziden ziyade, sendikal bürokrasinin günü kurtarma etkinliğine dönüşüyor. Bu da işçilerin tepkisini arttırıyor. İşçiler sendikasıyla birlikte talebini, kilometrelerce uzakta değil, fabrikasına, işyerine, yaşadığı yere en yakın yerde ve hep birlikte haykırmak istiyor.
İzmir uzun yıllardır örnek bir tutum içinde. DİSK, TÜRK-İş, KESK, TMMOB, baro gibi sendikalar, kitle ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin olduğu geniş bir yelpazeyle birlikte kutlanıyor. Bu yıl da aynı şekilde bir platform oluştu. Miting, İzmir Gündoğdu Meydanı’nda saat 14’te olacak.
"TABANDAKİ BİRLİKTEN KORKULUYOR"
Birleşik kutlamaların yapıldığı örnekler neden yaygınlaşmıyor? Ağırlaşan şartlar bir araya gelmeyi daha da gerekli kılarken, ayrı kutlamaların öne çıkıyor olmasının sebebi ne?
Sendikal bürokrasi tabandaki birlikten korkuyor. Çünkü birleştiğinde, işçilerin değiştirme gücünün olduğunu biliyorlar. Güçlerini işçiden almadıkları için hükümetle, sermayeyle karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Zaten merkezi kutlamalara çağrılanlar da daha çok işyeri temsilcileri ve yöneticiler. Bu tutum işçilerin bilinçlenmesi ve toplu mücadeleye çekilmesinin önünde engel. Yoksa tabandaki hiçbir işçi, 1 Mayıs alanında Hak-İş işçisi olmasın, DİSK üyesi olmasın demiyor. Tam tersi “Biz işyerinde farklı sendikalara üye olabiliriz ama sorunlarımız ve taleplerimiz ortak” deniyor.
Bu tabloda şubelerin tutumu nedir?
Aslında, birçok şube merkeze bağlı çalışıyor ve merkez dışında söz söyleyemiyor. Örneğin Kocaeli çağrısı için biz şube olarak “Gitmeyelim” şeklinde tutum alırken, örneğin A şubesi, merkeze karşı çıkamadığı için kutlamanın görkemli olması gibi gerekçelerin arkasına sığınarak hayır diyemiyor. Şube yönetimleri atanarak, yani tabandan işçi mücadelesiyle seçilmediği zaman biat kültürü oluyor. Sınıftan yana sendikacıların biraz daha öne çıkıp, inisiyatif alıp itiraz etmesi lazım.
Bir de şunu ekleyelim, işçiler ekonomik krizin tüm yükünün omuzlarına yıkılacağını görüyor. “Kıdem bizim kalemiz, bu kalemizi yıktırmayacağız” duyarlılığı var işçi de. Buna tepki vermeyen, mücadele etmeyen, sessiz kalan tüm sendikalar bunun altında kalacaktır diye düşünüyorum.
"GELECEK KAYGISI, 1 MAYIS KARALAMALARININ ETKİSİNİ ZAYIFLATIYOR"
AKP’nin kıdem tazminatını ortadan kaldırma hedefine duyulan tepki 1 Mayıs çalışmalarına nasıl yansıyor?
En azından İzmir için son yıllarda hiç olmadığı kadar ilgi var 1 Mayıs’a. “Kıdem tazminatının fona devri ve zorunlu BES’e karşı 1 Mayıs’a” diye çağrı yaptığımızda daha önce uzak durmuş işçi arkadaşlarda bile katılma eğilimi oluyor. Dün sermaye medyasında yer alan haberlerde ve hükümetten yapılan açıklamalarda 1 Mayıs’la, “terör” kelimelerinin yan yana kullanılması çok etkili oluyordu. Şimdi işçiler bunu tartışmıyor. Çünkü hak kaybının, ekonomik sıkıntıların yoğun olduğu bir süreçten geçiyoruz. Geçim derdi, gelecek kaygısı bu tür karalamaları zayıflatıyor. Bunun alana yansıyacağını düşünüyoruz.
Dolayısıyla 1 Mayıs algısının da değiştiğini söylemek mümkün?
Evet. Biz işçileri çağırdığımızda “Gidiyorsunuz da ne oluyor, bir şey değiştiremiyorsunuz, sizi dinlemiyorlar, hükümet güçlü” deniyordu. Ancak yerel seçimin sonuçları, özellikle büyük şehirlerin kaybedilmesi işçilerde “Bir araya gelindiğinde değişebiliyormuş” algısını güçlendirdi. “Saldırıların hayata geçmemesini istiyorsan, var olan haklarını korumak ve yeni haklar kazanmak istiyorsan alanda olman lazım” dediğimizde, işçiler “Evet, bu dönem olması gereken bu” yanıtını veriyor. Bence 2019 1 Mayıs’ını diğerlerinden ayıran özellik, değiştirebiliriz duygusunun güçlü olması. Bu da bize bir kere daha şunu gösteriyor; doğru bir platform ortaya koyduğunuzda işçiler birleşiyor. Krize, yoksulluğa, yüksek enflasyona karşı, özellikle toplu sözleşmelerin enflasyonun altında kalmasına karşı bir mücadele platformu oluşturabilir, işçilerin taleplerini birleştirebilirsek, 2019 1 Mayıs’ı haklarımızı koruyacağımız, kazanımlarımızı artıracağımız bir dönemin başlangıcı olacaktır. Bu vesileyle tüm işçi ve emekçileri 1 Mayıs’ta alanlara çağırıyoruz!
"SENDİKALI SENDİKASIZ TÜM GÜÇLERİN BİRLEŞEREK MÜCADELE ETMESİ GEREKİR"
“İşçilerde hakları koruma derdi baskın” dediniz. Somutlaştırmak için, örneğin kıdem tazminatının korunması için ne öneriyor işçiler?
İşçilerin talebi açık. Konfederasyon ayırımı yapılmaksızın örgütlü güçlerin bir araya gelmesi. İşyerlerinde komitelerin kurulması, buna karşı bir mücadelenin örülmesi. Zaten hangi işçiye sorarsanız sorun sendikaları, konfederasyonları bir araya gelmediği için suçluyor. Ama başta da söylediğimiz gibi sendikal bürokrasinin tutumu tam tersi yönde ve bu tutum sadece çağrı yapmakla, söz söylemekle değişmez. Bu nedenle sınıftan yana sendikacıların, işyeri temsilcilerinin, işçilerin harekete geçmesi, adım atması gerekiyor. Krizin neden olduğu tüm handikaplara rağmen, işçilerde geliştirdiği duyarlılık ve her zamankinden fazla birleşmeye duyulan ihtiyaç bu çalışma için büyük olanak sunuyor.
"YEREL KUTLAMALAR DAHA DA YAYGINLAŞACAK"
Hem kendi işkolunuzda, hem de genel olarak 1 Mayıs için nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz? Ve yerel kutlamalar bu 1 Mayıs’ta biraz daha yaygınlaşacak mı?
İşçilerin de bizim de çağrımız şu; Türkiye’nin her yerinde, hatta her işyerinde 1 Mayıs kutlanmalı ve emekçilerle kutlanmalı. Bu amaçla “Kıdem tazminatına dokunma, zorunlu BES’e hayır, krizin faturasını ödemeyeceğiz!” şiarıyla şubemize bağlı işyerlerinde toplantılar yapıyoruz. Ayrıca Cuma gününden başlayarak, Cumartesi, Pazartesi ve Salı günü şubemize bağlı işyerlerinde 1 Mayıs kutlaması yapacağız. O işyerinde hangi sendika örgütlüyse, mesela A işyerinde Tez Koop-İş var, SES var, Kamu-Sen var, Memur-Sen var, kim varsa çağrı yapıyoruz, desteklerini istiyoruz. Zaten İzmir genelinde yerel kutlamalar bir alışkanlık haline geldi. İşyerlerinin birçoğunda Çiğli Organize Sanayi’nde tutun da Aliağa’ya, Buca Belediye işçilerinden 9 Eylül Üniversitesi işçilerine kadar birçok işyerinde kutlama oluyor. Bu dönemde daha yaygın olacağını tahmin ediyorum. Hiç kutlanmayan dış ilçeler vardı, Torbalı, Ödemiş gibi. Bu yıl buralarda da kutlama olacak.
"2 MAYIS’TA NE YAPACAĞIMIZ ÖNEMLİ"
1 Mayıs’ın güçlü ve yaygın kutlanması kuşkusuz önemli ama 1 Mayıs’tan sonra tüm bu saydığınız sorun ve talepler için nasıl bir yol izlenmeli?
Asıl sorunumuz zaten, 2 Mayıs’ta tekrar bir araya gelip kötü koşulları değiştirmek için mücadeleyi sürdürme meselesinde. 1 Mayıs alanlarında bir araya gelen on binlerce işçi ve sendikalarla beraber 1 Mayıs’ta dillendirdiğimiz tüm sorunları çözmek için eylem birliği yapmamız lazım.
"İŞÇİLER ZORLA İSTİFA ETMİYOR, ZORLA ÜYE YAPILAN İŞÇİ İSTİFA EDİYOR"
Gündemdeki bir diğer başlık da, Memur-Sen ve Hak-İş’ten yapılan istifalar. Her iki sendikanın “üyelerimiz zorla istifa ettiriliyor” iddialarına sizin yorumunuz ne?
Aslında belediyelerin değişiminden kaynaklı istifa etmiyor işçiler. Zaten zorla üyelik vardı, zorunluluk ortadan kalktıktan ya da kendini daha güvende hissettikten sonra sendikadan ayrılma arzusunu yerine getiriyor. “Hükümete yakın sendikaya üye olmazsanız haklarınız olmaz” yalanlarını, “Sorunları yarın çözeceğiz, iki ay sonra çözeceğiz, görüşüyoruz” oyalamalarını işçiler artık görüyor. Ayrıca kıdem tazminatı fonu için bu sendikaların “tartışabiliriz” demesi, yine kadro meselesinde ikircikli konuşması, işçiler açısından sendika değişimi eğilimini arttırıyor. Mesela şube kongremizden önce 1700 yeni üye yaptık. Bunların yüzde 99’u Hak-İş’ten bize geçen işçiler. Bu işçiler taşeron firma bünyesindeyken oradaki kurum müdürleri tarafından zorla Hak-İş’e üye yapılmışlar. Daha özgür hissettiği anda da gönüllü olmadığı sendikayı bıraktı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Hak-İş ve Memur-Sen’e sahip çıkan açıklamalarını hatırlatarak soralım, söz konusu sendikalar AKP siyaseti için nasıl bir yer tutuyor?
Memur-Sen AKP’nin iktidara gelmesinden itibaren çok hızlı büyüdü, 30-40 bin üyeden bugün 1 milyonun üzerinde üyeye çıktı. Bu sendikaların esas işlevi, emekçilerin taleplerinin bastırılması ve kontrol altına alınması ve AKP’nin siyasi hegemonyasını sürdürme. Mesela Erdoğan bir dönem memur kanunu olan 657’nin tasfiye edilmesini istemişti, ama son konuşmasında “Korkmayın, sizi 657 koruyacaktır” demeye başladı. Yani diyor ki “biz her koşulda sizi koruyacağız, çünkü bizim politikalarımıza bu kadar sadık bir yapı hiç olmamıştı!”
"EKONOMİK KRİZ BEKA SÖYLEMİNİN ÜZERİNE ÇIKTI"
Yerel seçim sonuçları ve AKP’nin İstanbul başta olmak üzere kaybedilen yerlerde seçim sonuçlarına yaptığı itirazlar işçi ve emekçiler arasında nasıl tartışılıyor?
Aslında işçiler uzun zamandır hükümetin ekonomik programından hoşnutsuz. Ama alternatif olmadığı, ne olursa olsun hükümetin değişmeyeceği algısı ağır basıyordu. Ekonomik koşulların ağırlaşmasıyla tepki daha da büyüdü. Uzun yıllardır AKP’ye oy veren işçilere tercihlerini bu seçimde neden değiştirdiklerini sorduğumuzda, “Ülke iyi yönetilmiyor, tek başına her şeye karar veriyor, işçilerin hiçbir sorunu dinlenmiyor, hatta dalga geçiliyor” yanıtlarını alıyoruz. Tanzim kuyruklarına varlık kuyruğu denmesi, ya da en son AKP milletvekili Mehmet Akbaşoğlu’nun yaptığı çay simit hesabı işçilerin çok tepkisini çekti. İktidarın beka söylemini sahiplenen işçiler, bugün “Beka diyorlar ama biz açız, çocuklarımız aç!” diyor. Dolayısıyla ekonomik kriz beka söyleminin üzerine çıktı. İşçiler arayış içinde ve kendisine bir yol bulmaya çalışıyor. Biz sendikaların görevi bu yolu açmak.
KILIÇDAROĞLU’NA YAPILAN SALDIRI KAMPLAŞMAYI DİRİLTTİ
İktidar bloğunun seçim kampanyası boyunca sürdürdüğü kutuplaştırıcı, toplumu “bana oy verenler ve vermeyenler” olarak ayrıştırdığı propagandanın etkilerine dair gözlemleriniz ne?
Son seçimde çoğu işçi bunu tartışmadı, anlattığımızda “Bunlar gündem değiştirmek için yapılan işler, bizim geçim derdimiz var” deniyordu ama mesela Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi, işyerlerinde huzursuzluk yarattı. Kılıçdaroğlu’na saldırı, hükümetin, özellikle de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ve Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın tutumu, sosyal medyada yazılanlar vs. Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı’na oy veren işçileri karşı karşıya gelmesine neden oldu. Yaygın olmasa da hakaret etmeye varan tartışmalar yaşandığını gördük. Bunlar seçim döneminde olmayan şeylerdi. AKP, kutuplaştırmayla oyunu konsolide etmek için kamplaştırma politikasına sarılıyor. Ve işaretler gösteriyor ki, bunu sürdürecek.