Tekstil işçisi kadınlar: Üşüyünce penyelere sarınıp çalışıyoruz
"Şıklık ve rahatlık size sunduğumuz en büyük armağanımız” sloganlı iç çamaşırı markasının kadın işçilere reva gördüğü: Tuvalete bile gidememek.
Fotoğraf: Evrensel
Esra DOĞU
İstanbul
Esenyurt’ta; dudak uçuklatan fiyatlarıyla bilinen pahalı bir iç çamaşırı markasına fason üretim yapan ve sadece kadınların çalıştığı bir atölyedeyiz. Makineci Şengül, “Burada yalnız bir erkek var, o da patron” diyor gülerek. Ürettikleri on parça atlet, işçilerin 1 aylık ücretine denk. Sömürünün boyutları böyle korkunç...
Şengül 13 yaşında oturmuş tezgahın başına, “Bir oturdum bir daha kalkmadım” diyor, ama toplasan 2800 gün primi yok!
“Şıklık ve rahatlık size sunduğumuz en büyük armağanımız” diyen markanın kışın işçilere reva gördüğü “şıklık” kat kat kıyafetin üstüne bir de dikilecek penyelere sarılmak, “rahatlık” ise 8 saat boyunca tuvalete bile gidemeden bir sandalye üstünde, baş eğik, bel bükük makine tutmak.
Fabrikada havalandırma yok, yazın nefes alamıyor, kışın soğuktan duramıyor işçiler. “Kışın baksan, herkesin üstünde kumaş, penye filan sarılı, penyeye dolanıp oturuyorsun, öyle yani...” diyor. Toz çok. Hastalık da çok elbette... Bu işyerinde bir kez bile işyeri hekimi görmemiş, “Rahatsızlanınca ya eve gönderiyorlar ya da kendi imkanlarınla hastaneye gidiyorsun” diyor.
Şengül işe girdiğinde işçilerin günde yalnızca bir kez tuvalete gitmelerine izin veriliyormuş. Sonra kadınlar “İhtiyacımız kadar gideriz” diyerek diretmiş ve kazanmışlar.
Şengül’ün hayali sendikalı bir işyerinde çalışmak. “Yani aslında mesele o da değil, SSK’lı bir çalışan olarak bütün haklarımı kullanabileceğim bir çalışma istiyorum, çok mu” diye soruyor. Çok değil elbette. Ama ne yapmak lazım bunun için?
"AK PARTİ’YE OY VERMEKTEN ŞİDDET VE İSTİSMAR YÜZÜNDEN VAZGEÇTİM"
“Daha önce Ak Parti’ye de MHP’ye de oy vermiş bir insanım. Çevremdeki herkes Ak Partili, eşim MHP’li. Ama kadın cinayetlerinin artması, her gün küçücük çocukların istismarı, hiç önlem alınmaması, yok efendim ‘bir kereden bir şey olmaz’lar falan, çok rahatsız etti beni. Zaten kendimi hiç güvende hissetmiyordum, yanımda biri olmadan yalnız dışarı çıkmaya bile korkuyordum. Bu yüzden son seçimlerde CHP’ye oy verdim. Bunlara ders olsun diye...” diyor. Şengül’e göre “Kıdem tazminatına dokunmaması gerektiğini de anlatacak bir ders vermeli” hükümete. Bu iş sendikalara düşüyor ona kalırsa, çünkü sendikasız, güvencesiz işçilerin işsiz kalma korkusu bir araya gelmenin önünde büyük engel.
"TATİL GÜNÜ DİYE BAKILIYOR AMA BİZİM BİRLİK OLMAMIZ"
Ebru YİĞİT
Kocaeli
Kocaeli’de kurulu bir tencere fabrikasında çalışan 46 yaşındaki Saime ile 1 Mayıs’ı konuşuyoruz. “Hiç gitmedim” diyor, “Tatil günü ya, evi, çocukları derleyip toplamak için bir fırsat olarak görüyorum.” Peki 1 Mayıs, talepleri dile getirmek için bir fırsat değil mi diye soruyoruz. “Doğru diyorsun da oraya gidip slogan atmak ne işe yarar bilmiyorum” diye cevap veriyor. Aynı işyerinden başka bir kadın işçi ise “Mesela seçimleri konuşurken ders verdik diyoruz. Demek ki bir konuda birlikte hareket edersek bir şey olur” diyor.
Altı aydır bu fabrikada çalışan genç bir kadın işçi fabrikalarındaki kadınların 1 Mayıs’ı bir mücadele günü olarak görmemesini şöyle açıklıyor: “Orta yaşlı kadınlar ev işlerine ve çocuklarına ancak yetişiyor, 1 Mayıs tatil günü gibi. Ama mesela yatmayan zamlarımız ortak gündemimiz, bu bizim birlik olmamız gereken bir konu. Örneğin bunun için gidelim dediğimizde tartışmanın bile seyri değişiyor.”
"KIRMIZI ÇİZGİM DESEN NE OLUR, O ÇİZGİDE DURDURMADIKÇA!"
Yine Kocaeli’de otomobil parçaları üreten bir yan sanayi fabrikasında 10 yıldır çalışan bir kadın işçi ile konuşuyoruz. Kıdem tazminatı konusunun metal işçilerinin olmazsa olmazı olduğunu söylüyor. Sendikalara ise kızgın: “Kırmızı çizgim desen ne olur ki o çizgide durdurmadıkça!” Bu fabrikada sendika yok, ama işçiler kendi aralarında 4 temsilci seçmişler. Daha önce yaşadıkları sendikalaşma deneyimleri, patronun bireysel iş sözleşmesi yapma hamlesiyle geri düşmüş. 2.5 yıldır bu fabrikada çalışan Deniz’in eşi yakın zaman önce işten çıkarılmış: “Çocuğumun boğazından ekmek girsin diye ne olursa olsun çalışmak zorundayım. Bak, düşün başka bir şey isteyemez hale geldik, bir ekmek yani... Ben şimdi nasıl 1 Mayıs’a korkusuzca gideyim?” 9 yıllık işçi Nalan da “Ben böyle kriz görmedim. Elle montaj yapıyorum, gece ellerim morarıyor, ağrıdan uyuyamıyorum ama sıkıyorum dişimi. Çünkü dışarıda işsizlik ordusu var” diyor.
ANTALYA TIP FAKÜLTESİ TEMİZLİK İŞÇİLERİ: BES’E KARŞI VE KIDEM HAKKI İÇİN YÜRÜYECEĞİZ
Aynur Seyrek
Antalya
Antalya Tıp Fakültesinde çalışan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası üyesi kadın işçiler, talepleriyle 1 Mayıs’a katılacaklar. Günde dokuz saat çalışan temizlik işçisi kadınlar, sadece yarım saatlik yemek molaları olduğunu, onun dışında çay molası da dahil hiç ara vermediklerini, durmaksızın çalıştıklarını anlatıyorlar: “Az elemanla çok iş yapıyoruz. Çok yoruluyoruz. Zaman geliyor, kocaman çöp, atık konteynırları taşımak zorunda kalıyoruz. Bundan dolayı, bel fıtığı, sinir sıkışması, kollarda kas yırtılması yaşıyoruz. Astım ya da deri hastalıklarına maruz kalıyoruz. Bazen çöp toplarken, başlıkları geçirilmeden atılan enjektör iğneleri elimize batıyor. O zaman tutanak tutturarak tedavi olmamız gerekiyor, çünkü tehlikeli olabilir.”
KESİNTİLER NEREYE GİDİYOR BİLMİYORUZ
Bir yıllık işçinin de on yıllık işçinin de asgari ücret aldığını belirten kadınlar, zaten çok düşük olan asgari ücretten bir de kesintiler yapılmasına çok öfkeli.
Kıdem tazminatı hakkının kaldırılmak istenmesinin ve bireysel emeklilik (BES) dayatmasının “kabul edilemez” olduğunu düşünen işçiler, “Geçmişte de farklı isimler altında bizden kesilen paraların nereye aktarıldığını bilmiyoruz. Bu fonlar için kesinti yapılacağına, çalışanların ücretleri kesintisiz ödensin, ne yapacağı işçinin kendi tasarrufunda olsun” diyorlar.
EMEKLİLİK YAŞI DÜŞÜRÜLMELİ
Kadın işçilerin emeklilik yaşının indirilmesini istiyorlar bir de. “Biz kadınlar hem işte hem evde çalışıyoruz. Çarşı, pazar alışverişleri, ev işleri de bize düşüyor” diyen kadınlar, “Gerçi çoğumuz son zamlardan sonra iki aydır pazara da çıkamaz olduk ama...” diye eklemeden edemiyor.
Sendikalaşmak hiç kolay olmamış. İşyeri temsilcilerinden Çiçek Yılmaz, sendika üyesi olduğu ilk zamanlarda tehditler aldığını, mobbinge maruz kaldığını, şimdi sendikalı işçilerin daha rahat olduğunu söylüyor.
“Eğer nöbetleri olmazsa” 1 Mayıs için Antalya’da yapılacak yürüyüşte, sendikaları ile birlikte yerlerini alacaklar. İnsanca yaşanacak bir ücret talepleriyle birlikte, kıdem tazminatı hakkının gasbına ve zorunlu BES’e karşı seslerini yükseltecekler.
10 SAAT BIÇAK TUTMAKTAN BİLEKLERİMİZ AĞRIDI
Bursa'dan gıda işçisi bir kadın
Gıda ve restoran sektöründe hizmet veren Köfteci Yusuf A.Ş, 1996’da İznik’te kuruldu. Avrupa standartlarında Türkiye’nin en büyük köfte fabrikası unvanına sahip. Bursa’da 17, İstanbul’da 12, İzmir’de 7, Ankara’da 11, Aydın’da 3, Kocaeli’ de 2, Bilecik’te 2, Eskişehir’de 2, Balıkesir’de 3, Antalya, Burdur, Çanakkale, Denizli, Isparta, Kırıkkale, Sakarya, Yalova ve Kütahya’da birer olmak üzere toplam 68 noktada satış yapıyor. 6 binin üzerinde çalışanı var.
Ben kasap bölümünde çalışıyorum, bazen eleman eksildiğinde farklı bölümlere de takviye oluyoruz. Köfteci Yusuf et tükettiği kadar da insan tüketiyor. İki vardiya çalışıyoruz; sabah saat 5’te kalkıyoruz, 6’da işbaşı yapıyoruz, saat 14’te vardiyamız bitmesine rağmen yoğunluk var diye 1.5 saat daha çalıştırıyorlar. Bazen mesailerimizi veriyorlar, bazen de ‘izin olarak kullanırsınız’ diyorlar. Fakat henüz çok kullananımız olamadı. Bir de sabah 7 ve akşam 8 arası çalışanlar var, yani günlük 10 saat, saat 14’te gelenlerimiz gece 2-3 gibi evinde olabiliyor.
Kadın istihdamı sağlamakla övünüyor Köfteci Yusuf. Doğru, çoğunluğunu kadın işçiler oluşturuyor. Gel gör ki nasıl bir istihdam! Resmen kölece koşullar var, çalışma sistemi çok ağır. Kasap bölümünde et doğruyorsun ve 10 saat ayaktasın. Genelde boyun, bel fıtığı oluyorsun; en çok da bıçak tutmaktan bileklerimiz ağrıyor. Bize verdikleri bıçaklar iyi kesmiyor ve sürekli “çabuk olun” diye bağırıyorlar. Biz de iş çıksın, bağırmasınlar diye kendi cebimizden gidip keskin bıçaklar almak zorunda kalıyoruz.
Aldığımız maaş asgari ücret, bir yıllık da olsan on yıllık da olsan aynı ücret. Evden işe, işten eve gelip gidiyoruz. Hiçbir sosyal yaşantımız yok. Hafta sonu tatilimiz işin yoğunluğuna göre hafta içi herhangi bir gün belirleniyor, acil bir işin oluyor kesinlikle izin alamıyorsun. Yazın işler yoğun oluyor, çalışacak eleman alınıyor, kışın yarısı işten çıkartılıyor, hiçbir sosyal güvencen yok.
Şimdi bir de kıdem tazminatının fona devri diyorlar. Benim bundan anladığım elimizden tamamen alacakları... Zaten yeterince sömürülüyoruz bununla birlikte tamamen köle olacağımızı düşünüyorum. Eğer sendikalarda örgütlenmez, hakkımızı aramazsak daha çok üzerimizde tepinecekler. Böyle giderse çocuklarımız için hiçbir güvenli gelecek göremiyorum.
‘ÜCRETLERİN VE ÇALIŞMA SAATLERİNİN İYİLEŞTİRİLMESİNİ İSTİYORUM’
Eren AKTAŞ
Ankara - Metal işçisi
Biz fabrikada taşeron olarak çalıştığımız için çalışma saatlerimiz diğerine göre uzun. Yolla beraber 11 saat çalışıyoruz. ‘Cumartesi izin veriyoruz’ diye hafta içi saatlerimizi artırdılar. Ama aldığımız ücret tabii ki çalışma koşullarımıza göre çok düşük. Bizden hep halimize şükretmemizi istiyorlar, dışarıdaki işsizliği gösteriyorlar. Bu koşullarda kimse çalışmak istemez elbette ama mecbur çalışıyoruz.
Ben EYT’liyim aynı zamanda. EYT yasasının çıkmasını çok istiyorum. Yaşım dolsa bir dakika durmam, hemen emeklilik için dilekçemi veririm. Gerçi üç kuruş para veriyorlar, o maaşla da geçinilmez ama... ‘Bize hem gençsin emekli olamazsın’ diyorlar, hem de primim dolduğu halde çalıştığım için emeklilik ücretimde düşüklük oluyor.
İşçiler geçim derdinden yana çok sıkıntılı, ancak birliktelik, dayanışma yok. İş kaybetme korkusuyla kimse harekete geçmiyor. Hep hallerine şükreder durumdalar, “Ya işimiz de olmasaydı” diye düşünüyorlar. Ama kıdem tazminatı ve EYT, fabrika içinde sürekli konuşuluyor. İşçileri en çok etkileyen kıdem tazminatı meselesi oldu, eğer bir hareket olursa buradan olur. Eğer bu yasa geçerse işverenin elini güçlendirecek, bizi istediği anda işten çıkarabilecek. Kıdem bizim iş güvencemizdi.
Bir de ‘çay-simit’ hesabı yapanlar var. Bu bize yapılmış bir küfürdür. Benim en önemli talebim kıdem tazminatı hakkımın elimden alınmaması, bir de emeklilik maaşlarında iyileştirme yapılmasını istiyorum. ‘Çift dikiş mi yapacaksınız’ diyorlar ama geçinebileceğimiz bir maaş vermiyorlar.
Çalışma saatlerinin de iyileştirilmesini istiyorum. Sabah 6’da servise biniyorum işe gitmek için, akşam saat 7’de servisten iniyorum. Çalışma koşullarıma göre bir ücret de alamıyorum.
Bir de sağlık sisteminde iyileştirmeler olsun istiyorum. Benim diz problemim var ancak SGK bu hastalığımın tedavisini karşılamıyor. Çok yüksek fiyatlar isteniyor. Bu estetik ya da fuzuli bir ihtiyaç değil, zorunlu bir tedavi, ancak benim maaşımdan kesilen vergiler ve SGK primi olmasına rağmen bu ihtiyacım karşılanmıyor.