İşçi sınıfının yazarı: MAKSİM GORKİ
Maksim Gorki’nin tüm kahramanları hayatın içinden çıkan sıradan insanlar oldu.
Fotoğraf: Wikimedia Commons
1800'lerin dünyasında ağır, sinik ve her tarafı şu veya bu şekilde etkileyen kapitalizm henüz ciddi bir sarsıntı geçirmeden bütün hızıyla ilerliyordu. Büyük kapitalist devletler geri ülkeleri sömürgeleştirmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Rusya ise ülkeyi kapitalizm yoluna sokacak toplumsal ve ekonomik bir evrim geçiriyordu. Yaşam ise emekçi sınıflar için hiçbir umut taşımıyordu. Burjuvazi ilericilik barutunu tüketmiş, emekçilere karşı pervasızlaşmıştı. Ve bu dönemi aynı zamanda işçi sınıfının büyük mücadelelerinin, devrimlerin, geçici yenilgilerin, deneyimlerin ve mücadeledeki iniş çıkışların yaşandığı bir dönem olarak tanımlayabiliriz. Tüm bu toplumsal gelişmeler sanatta da yankısını bulacaktı.Sosyalist gerçekçi sanatın ortaya çıkmasıyla birlikte, sanat yeniden destansı boyutlarda eserler yaratmaya ve sanat kültürünün eskinin çoktan unutulmuş değer ve anlatımlarına zenginlik kazandırdı. Maksim Gorki de bu zenginliklerden biridir. Bütün eserleri dünya klasikleri arasında yer almış büyük edebiyatçı Aleksey Maksimoviç Peşkov, 28 Mart 1868 tarihinde Nijni Novgorod (Gorki) şehrinde doğdu. Mobilya işçisi olan babasını emekleme çağında, 4 yaşında kaybetti. Ancak beş ay sanat okulunda okuyabildi. Yoksulluktan ötürü okuldan ayrılmak zorunda bırakıldı. Okuma olanağı elinden alındıktan kısa bir süre sonra bu kez de annesini veremden kaybetti. Böylece daha çocukluktan itibaren acı ve yoksulluk içinde geçecek olan hayat okuluna atıldı.
Don Kazaklarının yaşadığı yerleri, Ukranya’yı, Tuna bölgeleri ve Kırım kıyılarını karış karış gezdi. Bu gezmelerde gördüklerini, arkadaşlarını, tanıklık ettiği olayları hafızasına kazıyarak daha sonra yazılarında en ince ayrıntısına kadar değerledirdi.
1892 yılında Tiflis’te, Kafkasya gazetesinde çalışırken Rusça’da acı anlamına gelen Gorki adını kullanarak yazdıklarıyla ülke genelinde tanınmaya başladı. Peş peşe öyküler ve Foma adıyla ilk romanı yayımlandı.
Maksim Gorki’nin tüm kahramanları hayatın içinden çıkan sıradan insanlar oldu. Çarlık Rusyası’nın kanla bastırdığı 1905 devrimine adadığı Ana adlı romanı 1906’da yayımlandı.
1906-1913 arasında; ABD, İtalya ve Almanya’da bulundu. Ekim devriminde sonra 1921’de hastalığının tedavisi için yeniden İtalya’ya gönderildi. Burada 7 yıl kaldı. 1928’de tekrar çok sevdiği ülkesine geri döndü. 14 Haziran 1936’da yakalanmış olduğu hastalığa yenik düşerek hayata veda etti. Onbinlerin katıldığı cenaze töreninde Stalin, Molotov ve yoldaşları naaşını gururla taşıdı.
DEVRİMCİ PARTİNİN TUTKU VE İDEALLERİYLE BESLENEN YAZAR
Gorki'nin edebiyata ilk adım attığı yıllar, Rus proleter sosyalist hareketinin (RSDİP) tarih sahnesine çıktığı ve işçi sınıfının devrimci hareketinin olgunlaşma eğilimi gösterdiği yıllara rastlar. Gorki'nin eserleri bu büyük gelişmelerin izlerini taşır. İlk eserlerinden itibaren canlı romantik renklerle bezenmiş olarak toplumun tüm ezilen kesimleri görülür. Onun eserlerinde yansıyan kahramanlar, bitmez, tükenmez taşkınlıklarıyla, iç çatışmaları ve toplumsal çelişkileriyle okura sorular sordurmaktan tutun da verdiği cevaplara kadar, pek çok çelişkiyi yansıtmak ve bunlara çözüm üretmekten hoşlandığı görülür. Onun eserlerinde emekçi kesimler kadar Çarlık topraklarında yaşayan efendilerin, sanayicilerin, tüccarların, yani kısacası toplumdaki tüm zengin kesimlerin ve onlara bağımlı aydınların da büyük oranda yer aldığı görülür. "Demirden adamlar" adını verdiği bu zümreleri yakından tanımış ve özel mülkiyet hırsının ve kişisel zenginliğin onların ruhunu nasıl çirkinleştirdiğini, yalancı, zalim yaptığını, düşünce gücünü kısırlaştırdığını, özcesi nasıl saldırgan bir hayvan yaptığını net biçimde ortaya koyarken, emekçi insanları tertemiz duygularla öne çıkarıp, sımsıcak duygularla yüceltip, bireyselliğe karşı mücadele ettiği görülür.
Gorki'nin tutkuları çok güçlü ve saftır. Çünkü onun tutkusu işçi sınıfının ve diğer emekçilerin, devrimci partinin tutku ve idealleriyle beslenir. Onun kültüründe “insan” hep büyük harflerle yazılmıştır. Ve insana karşı olan her şey onun en büyük düşmanı olmuştur. Gorki, bir makalesinde dünyaya "... hayatımızın en karanlık, en iğrenç kötülüklerine meydan okumak ve onları yenmek üzere" geldiğini dile getirmiştir. "Ana" adlı eserindeki kahramanı devrimci işçi Pavel'e, çarın subaylarına "... yaptığınız her şey suç, çünkü insanları köleleştiriyor. Yalanlarınız, açgözlülüğünüz ve kötülüğünüzle insanları sindirmek için bir canavarlar ve şeytanlar dünyası yarattınız. İnsanları bu canavarlardan kurtarmak bize kalıyor. Siz insanı yaşamdan kopartıp mahvettiniz; sosyalizm, mahvettiğiniz bu dünyayı yeniden ele alacak, onu büyük bir bütün olarak yeniden kurtaracaktır..." dedirten Gorki, Sovyet Yazarlar Birliği Birinci Kongresi'nde yaptığı konuşmada, Pavel'in inancını kendi inancı olarak belirtiyordu adeta.
ANA: İŞÇİLERİN OLDUĞU YERDE DİRENİŞ DE VARDIR
En ağır, en katlanılamaz iş koşullarında tarih sahnesinde yer alan işçi sınıfı daha güzel bir hayat koşulları için mücadele etti. Ana romanında Gorki, bu gerçeklikten hareket ederek, Soromovo fabrikalarında işçilerin örgütlenmesi ve mücadelesini, bizzat birinci elden tanıklardan edindiği birikimleri edebiyat süzgecinden geçirerek kaleme aldı.
Fabrikada işçilerin örgütlenmesinde öne çıkıp işçi önderi olan Pavel (gerçekte Zalamov) ve annesini tanıyan, onların mahkeme savunmalarına yardımcı olan Maksim Gorki, kitabın yazımında zamana bağlı kalarak toplumcu gerçekci bir temelde abartı ve ajitatif bir dilden uzak durdu.19. yüzyıl’da işçilerin yaşam koşulları, fabrika dışında ne ile meşgul oldukları, bireyselliğe kapılanları, eşlerini fabrikada kaybedip yoksulluğun pençesinde hayat kavgası veren kadınları, hayalleri, direnenleri, umutsuzluğun nasıl umuda dönüştüğünü anlattı.
Daha önceleri kendi halinde sıradan bir yaşamı olan işçi Pavel’in Parti ile tanışmasının ardından değişimi, işçilere seslenişinin fabrikada yankıları kitapta bolca mevcut.
OĞLUNU YALNIZ BIRAKMAYAN ANA
Kitaba adını veren Pavel’in inançlı annesi Pelage, zaman içinde oğlundaki değişime, herkese büyük bir sevgi ile yaklaşımına, hiçbir şekilde yalan söylemeyişine, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, İsveçli işçilerin çalışmalarına kulak verişlerine ve hepsinde birleşik bir kalp meydana getiren kardeşlik duygusuna şahit oldukça oğlunun davasına ikirciksiz katılır.
Biricik evladı tutuklanınca; “Parti çalışması devam etmelidir ki Pavel kurtulsun.” diyerek en onulmaz işlerin üstesinde gelir. Konu komşunun kendisine burun bükmesine, “Aklını başına topla, sana ve oğluna yazık olur.” demelerine gülüp geçer. Karşılıksız, hesapsız kitapsız mücadeleye atılan insanların hayatı gerçekten roman gibidir. Ana’da böyle örnekler bolca mevcut.
Değiştiren insanların arasına karışarak devrimci çalışma içinde edinilen deney-tercübenin paha biçilmez aynası olarak Ana; koşullar geldiğinde en sıradan olanın nasıl kahramana dönüştüğünü, hayatın kimin için kısa, kimin için sonsuz olduğunu gösteren tarihsel bir belge tadında romandır.