29 Nisan 2019 00:24

Duasıyla arasına devlet girenlerin hikayesi: Devran!

Oya Yağcı, Selahattin Demirtaş'ın "Devran" kitabını Evrensel'e yazdı.

Fotoğraflar: MA,İletişim Yayınları

Paylaş

Oya YAĞCI

Hakkaniyet, topyekün saldırının dağıttığı zihinlerden giderek silinen eski bir masal gibiydi. Bilmeye, hatırlamaya açık yürekler kanatılırken, korkularını süslü bahanelerle bastıranların tiz sesi, her geçen gün daha da fütursuzlaşarak yırtıyordu kulaklarımızı. Önyargı ve cehalet sıfatlarıyla üstü örtülerek görmezden gelinen, kasıtlı ve kötücül bilmek istememe haliydi adaleti de vicdanı da hakkaniyeti de lügattan ve yürekten düşüren. Bilmeye ve görmeye her davet, şımarık bir kibirle püskürtülüyor, hadsizlik çamuruna bulandıktan sonra yokluğa havale ediliyordu. Adını ve hafızasını yitirmiş ve sıfatlarını yıldız gibi göğsünde taşıyanların ülkesiydi bu coğrafya.

Hakkaniyet zor ve kıymetli bir erdemdir oysa... Yasaya uymak kolaydır; yasa, kıvamsız bir çamur gibi, beceriksizliğini gizlemek isteyenin kalıbına sokulur, toprağı arttıkça hükmü sertleşir. Yasa yapıcısının düşü betondur; insanı ummayın o ustalıktan. Yasaya değil, adalete, vicdana ve hakkaniyete harcayın emeğinizi. Ortaklık, hafıza ve bilincin toprağı yeşile dursun. “Gönül indirin” istatistiklere dökülenin, dosyalarda saklanarak çürümeye bırakılanın gerçek hikayesine. Siz görmeseniz de, işitmeseniz de varolanın ve sırf siz bilmekten kaçtığınız için varlığı belirsizleşenin, silinmeye çalışılanın hikayesine kulak verin. Öğrendikçe, hatırladıkça ama en önemlisi yüzleştikçe insan olacaksınız.

DİDAKTİK VE NAİF

Devran da Seher gibi bir çağrı metni. Didaktik ve naif. Biçimsel hüneri yok, alegori, metafor, zaman ve mekanla girilen kurgusal hesaplaşmalar, dil yapısında yapı bozum ve bilinç akışı ya da felsefi derinlikler aramayın. Çünkü böyle bir iddiası da yok. Belki de didaktikliğinde yatıyor gizemi. Demirtaş, yazarlık iddiasında bulunmayan ama yazarlığıyla ödüllendiren bir politik figür olarak, bizzat yazma eylemini sembol düzeyine taşıyor gibi... Gündeliğe hakimiyetinden doğan zekasını ve muzipliğini, yazma eylemini bir direniş biçimi olarak benimsemesiyle araçsallaştırıyor. Okurla ve kendisini dört duvara hapsederek çaresizleştirmeye çalışanlarla konuşuyor. Okuruyla kurduğu ilişkiyi yazarlık iddiasına dayandırmıyor. Yazarlık ya da edebiyat değil konu. İçeriden seslenerek elimize bıraktığı, yüreğimize emanet ettiği başka bir şey: iyimser bir umut belki. Vaaz etmek yerine hikaye anlatmayı tercih ediyor ve tarihe not düşüyor. Saklananı, üzeri örtüleni, görülmeyeni öne çıkarıyor. İnsan kalmayı, cesaret etmeyi ve direnmeyi hatırlatıyor.

Bu nedenle strateji kelimesiyle birlikte en çok anmamız gereken isim Demirtaş’tır belki de. Yazarlık da bir stratejiye dönüşüyor onun elinde; kısılmak istenen sesini kitap raflarına diziyor, evlere ulaştırıyor. Okuma eyleminin bireyselliğinden doğan bir avantajı kullanıyor. Mitinglere gitmemeyi tercih eden, farklı ve alternatif haber kaynaklarını tanımayan çoğul kalabalıkla yüzyüze konuşmanın yolunu inşa ediyor. Üslubuna alışkın olanlar hemen tanıyor öykülerdeki sesini. Tanımayanlar ise edebi açıdan yetersizliğini bahane etseler de, bizzat eylemin kendisini merak ettikleri için okuyor ve anlatılan hikayeleri öyle ya da böyle tanıdık gelse de uzak durumlar olarak kaydediyorlar. Zamanla bu uzaklıktan sıkılırlar belki kim bilir?

BU KİTAP NE İŞE YARAR?

Demirtaş, Devran’da da politik kimliğiyle engellendiği yerden açıyor kapıları. Ve alanlarda kitleleşen kalabalığın kulağına tek tek fısıldıyor ezilenlerin ortak hikayesini. Devran çıktığından beri çevremde Seher’i de soranların arttığını gözlemliyorum. İlk kitap okunmamış; tercih edilmemiş ya da görülmemiş ama ikinci kitap “Neler oluyor?​” merakıyla karşılanır gibi. Evet ürkek bir merak, reddedişin yerini alıyor gibi. Belki de bundandır bilinmez, Seher ya da Devran’ın edebi boyutunu tartışanlara ve yeterlilik payesi vermeyenler kadar yüceltenlere de aynı mesafede durmalı. Yazıyor, yürüyor, sesini duvarların ötesine, üstelik yasaklı olduğu televizyonun dışına taşıyor. Yeni araçlar icat etmenin temelinde de mevcudu reddetmek ve işlevsizleştirmek yok mu biraz da? Hele yasaklı olan için iğne ve kuyu ikilisi dışında bir seçenek yok mu? Daha önceki yazımda da (Devletin okuyamadığı yerden yazmak... İçeriden edebiyat, Evrensel-Pazar, 5 Kasım 2017) değindiğim gibi cezaevlerinde haksız ve hukuksuz bir biçimde tutulan siyasi mahkumlar edebiyata tünel kazıyorlar; iyisiyle, eksiğiyle, tamamlanmamışı ama en önemlisi dirençli bir inat ile...

 Demirtaş’ın da Devran’ın sonuna eklediği teşekkür yazısında değindiği gibi, yazmanın ve yayın- dağıtım ağına girmenin zor olduğu içerde pek çok yazar yetişiyor. Başka bir dünyayı tahayyül etme cesaretinin varlık kazanmış halidir içeriden yazanlar. Bu yüzden didaktik, acemice, iddiasız olduğuna bakılmaksızın dert edindiği ve didaktik tonu belirleyen işlevselliğe yoğunlaşmalı en çok. Evet! “Bu kitap ne işe yarar?​” sorusunu sormak daha nesnel bir değerlendirmeye kapı açabilir.

DEVRAN’DA 14 ÖYKÜ VAR

İşkencede öldürülen Devran’ın hikayesiyle başlıyor kitap. Aslında Devran değil, dosyası var. Onu öldürenlerle işbirliği yapan savcının kucağına Devran’ın babasının bıraktığı dosya kılığına girmekle saklanamayan hakikat...

Hani arşivlerde rastlayacağımız ya da aslında asla karşılaşmamıza izin verilmeyecek türden... Sezilip peşine düşülürse, merak edilirse, öğrenilirse unutulanı hatırlatacak bir dosya.

Kitabın son öyküsü “İnsan Kalabilmek” de öyle. Hikayesi bodrumda yakılanlarla, “Bodrum’da yanmayana insan mı denir?​” diye soranların, iki ayrı yakaya düşenlerin teğet geçtiği öyküde,   yüzümüze “kürek gibi çarpan” çelişkisi ile insan kalmaya karar veren Cemşid’in, kendini umursamayan denizden, iradesine sarılarak boğulmadan çıkabilmesinin hikayesi...

“Yeni Hayat” kader kılınmaya çalışılan her şey için sözünü mizahla kuşatan bir öykü. Aileden cenaze levazımatçısı olmaktan, mesleğin kader olmasından öte coğrafyayı kader kılmaya çalışanlara söylediği bir söz var.

‘NEDEN?​’SİZ OKUMAYIN

Devran tıpkı Seher gibi mevsimlik işçileri, atama beklemekten umudunu yitirip her işi deneyenleri, sendikalısını-sendikasızını, ev işçilerini, AVM çalışanlarını, kentsel dönüşümün savurduğu hayatları, “aşık da olabilen” (ne ilginç değil mi?) tüm ötekileri, yakılan, boşaltılan köyleri, onlardan geride kalmayanı, yeni kölelik düzenini, yabancılaşmayı, kasıtlı cehaleti, utancı, mahcubiyeti, hakkaniyeti, kalmak isteyip sürgün edileni, gitmek isteyip kalmaya zorlananı, kısaca günümüzle, duamızla, hayallerimizle ve özlemlerimizle aramıza giren büyük ceberrutluğa işaret ediyor. Gündelik yaşamda içimize sinsice sineni kavramak için önyargınızı ayraç yaparak her bir öykünün başına koyun ayracınızı ve Devran’ı da Seher gibi “Neden?​”siz okumayın.

https://www.evrensel.net/etiket/haber/selahattin-demirtas

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

68’in kaynağı: Örgütlü bir gençlik mücadelesi! 

SONRAKİ HABER

"1 Mayıs’a bu sefer işçi olarak katılacağım"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa