04 Mayıs 2019 23:18

Aladağ'ın çocuklarına olan sözümüz...

"Türkiye’de bu tür davalarda ancak kamuoyu baskısı olunca sonuç elde ediliyor. Bu davalar gündemden düşünce ise dosyalar sessiz sedasız kapatılıyor."

Aladağ yurt yangınında çocuklarını kaybeden aileler

Fotoğraf: Volkan Pekal / Evrensel

Paylaş

Erdi TÜTMEZ

Tarih 29 Kasım 2016... Adana’nın Aladağ ilçesinde Süleymancılar’a ait bir kız öğrenci yurdunda yangın çıktı, 11’i çocuk, 12 kişi yanarak can verdi...

Yurt binası kaçaktı... Denetimleri yapılmamıştı... Yangın merdiveninin kapısı PVC’ydi ve kapı kolları sökülmüştü... Alt katta da yangını büyütecek bir halı vardı...

Çocuklar göz göre göre ölüme itilmişti...Her şey gözlerimizin önünde olmuştu...

Bu yangının ardından eğitim sisteminin nasıl çökmüş olduğu ayan beyan ortadaydı.

Sadece bu muydu?

Yangınla birlikte yoksul ailelerin ve çocukların, tarikatların kontrolünde olan bu yurtlara nasıl mecbur bırakıldığını gördük...

İlçe Milli Eğitim Müdürünün aileleri bizzat tarikat yurduna yönlendirdiğini gördük...

Bu yurtların nasıl bir cehennem olduğunu gördük.

Bu noktada davayı başından beri izleyen ve kamuoyunun gündeminde tutmaya çalışan Sosyal Haklar Derneği’nin raporunu hatırlamakta fayda var:

“-Çocuklara temizlik yaptırılıyor ve bulaşık yıkatılıyor. Çocuklar bulaşık yıkarken elektrik şalterinin attığı yönetime bildirilmesine rağmen önlem alınmadı.

-Her gün uzun saatler boyunca ağır din eğitiminden geçiriliyorlar. Çocuklar akşam ders çalışmak istediklerinde buna müsaade edilmiyor, hatta kimi çocuklara ‘Kız çocuklarının okuması günah zaten’ deniyor.

-Çocuklara zaman zaman şiddet uygulanıyor.

-Çocuklarının nasıl ortamlarda kaldığını görmek isteyen babalara, erkek oldukları için müsaade edilmiyor.”

Ve dava süreci...

Aralarında Aladağ Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği yöneticileri ile kamu görevlilerinin de bulunduğu 18 kişi hakkında ‘Birden fazla kişiyi taksirle öldürme ve yaralanmalarına sebep olma’ suçlamasıyla dava açıldı. Sanıkların 2 yıldan 15 yıla kadar hapsi istendi. Savcı, avukatların ve ailelerin itirazlarına; ortada olan tüm delillere rağmen ortada ‘kasıt’ olmadığını söylüyordu.

Aileler ‘bizi bir kez daha yakmayın’ diyordu...

Duruşmalar görüldü, gelinen noktada hiçbir tutuklu sanık kalmadı.

Son duruşmada da savcı esas hakkında mütalaasını verdi, sanıkların ‘bilinçli taksir’ suçundan

cezalandırılmasını istedi.

Bu davada başka ne mi oldu?

Yangından sonra bilirkişiler olay yerini görerek rapor hazırladı. Sanık vekilleri itfaiyeyi ve TEDAŞ'ı sorumlu tutacak beyanlarda bulundu.

Sonrasında yurt binası yıkıldı...

‘Bir olay sonrasında delil karartma nasıl olur?​’ diye sorulsa, elbette böyle olurdu...

Avukatların veya yeniden görevlendirilecek bilirkişilerin olay yerini görmesi adeta engellendi.

Bu davada başka ne mi oldu?

Açıkça sadece yangına odaklanıldı... Öncesi yoktu...Tarikatların örgütlenmesi, bunların eğitim alanında önünün nasıl açıldığı tartıştırılmadı... Çünkü bu dava aslında devletin laik ve kamusal eğitim konusundaki bakışının bir aynasıydı. Eğitimin tarikatlara, cemaatlere nasıl peşkeş çekildiğinin kanıtıydı...

Bu davada başka ne mi oldu?

Görevlendirildiği yerde yoksul Aladağ halkına, onların çocuklarına tarikat yurdunu adres gösteren İlçe Emniyet Müdürü Mehmet Aktaş, yeterli denetim görevini yapmadığı için ‘taksirle ölüme sebebiyet vermek’ suçundan yargılandı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca kınama cezası verildi.

Sonra ne mi oldu?

Mehmet Aktaş, bu ‘kınama’ya rağmen Çukurova’da bir ortaokula müdür oldu...

***

Yazının buraya kadar ki bölüm eminim ki çoğumuza yabancı gelmiyor.

Gezi’de öldürülen gençlerin davalarında

Ali İsmail Korkmaz davasında faillerin, kamu görevlilerinin nasıl korunduğu dün gibi aklımızda...

Berkin Elvan’ı vuran polisin avukatların çabaları sonucu kimliğinin ortaya çıkarılmasına rağmen hâlâ tutuklanmaması aklımızda...Olay yeri keşfinin de olaydan 6 yıl sonra yapılması aklımızda...

Katliam davalarında...

10 Ekim Katliamının bombacılarının istihbarata rağmen ellerini kollarını sallayarak Ankara’nın göbeğine gelmeleri dün gibi aklımızda...Bakanlığından, Valiliğine, Emniyet’ine kadar ihmalleri bulunan onlarca kişinin korunup kollandığı da aklımızda... Suruç, Antep Düğün katliamında yine kamu görevlilerinin yargıdan adeta kaçırılması dün gibi aklımızda...

İş cinayeti davalarında

Mecidiyeköy’de Torunlar İnşaat’a ait rezidans inşaatında gerçekleşen ve 10 işçinin yaşamını yitirdiği asansör faciası davasında yargılanan 6 TOKİ çalışanının beraat etmesi dün gibi aklımızda...

Ve son olarak Soma davasında 301 işçiye mezar olan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın tahliye edilmesi...Hatta kendisine yeniden maden ruhsatı alma ‘ödülü’nün verilmesi...

***

Her şey aynı kapıya çıkıyor: Cezasızlık kapısı...

Yargının cezasızlık politikası işlemeye devam ettikçe, yeni suçların önü açılıyor. Adil bir yargılama olmayınca, suçlular işledikleri suçlar adeta yanlarına kâr kalıyor.

Kamuoyunun gözü önünde olan ihmaller sonucu gelen ölümler yeterince soruşturulmuyor... Katliamlarda sorumluluğu olanlar adeta ödüllendiriliyor.

Bu davalarda olduğu gibi şimdi de Aladağ davasında maalesef böyle bir süreç işletiliyor.

Dava karar aşamasına doğru yol çıkmışken, şimdi Aladağ’da çocukları katledilen ailelerin yanında olma zamanı... Çünkü Aladağ’ın güzel çocuklarına bir adalet borcu var bu ülkenin.

Türkiye’de bu tür davalarda ancak kamuoyu baskısı olunca sonuç elde ediliyor. Bu davalar gündemden düşünce ise dosyalar sessiz sedasız kapatılıyor.

Aladağ davası Türkiye’de laik, bilimsel eğitim mücadelesinin en önemli parçalarından biri oldu artık...

Bu mücadeleyi kaybetmemek gerek...

ÖNCEKİ HABER

İsrail ordusu, Anadolu Ajansı'nın Gazze'deki ofisini vurdu

SONRAKİ HABER

Marx 201 yaşında, çağrısı hala güncel!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa