Bir gün sabaha karşı...
Tes-İş Yatağan Şube Mali Sekreteri Kemal Özcan, idam edilişinin 47. yıl dönümü dolayısıyla Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı yazdı.
Ayaktakiler (Soldan sağa): Kor Koçalak, Hüseyin İnan, Recep Sakın, Mustafa Çubuk, Deniz Gezmiş. Oturanlar (Soldan sağa) Mete Ertekin, Yusuf Arslan, Ercan Öztürk, Semih Orcan ve sedyede Mustafa Yalçıner | Mamak Cezaevi 1971 - Mustafa Yalçıner'in arşivinden alınmıştır.
Kemal ÖZCAN
Tes-İş Yatağan Şube Mali Sekreteri
Tarih 5 Mayıs 1972, günlerden cuma.
Mayıs ayı sabaha karşı esen hafif bir hanımeli kokusudur.
Mayıs ayında akşam üstlerinde yaşanan o bahar muhteşemdir.
İşte böylesine muhteşem bir bahar gününde de Ankara’nın orta yerinde bir cezaevi, saatler sonra yaşanacak tarihi bir ana şahitlik edecekti.
Kara bir lekeye ev sahipliği yapacaktı!
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı asıp skoru eşitlemek istiyorlardı...
İdamlar mecliste ‘üç bizden, üç sizden’ sesleri eşliğinde oylandı.
Bugün yargılansalar en fazla 5-10 yıl yatıp çıkacak olan 20-25 yaşlarındaki üç fidanın idamına tanıklık edilecekti.
6 Mayıs Cumartesi sabaha karşı saat 05.30’da infazlar gerçekleşti.
İlk Deniz’i çıkardılar sehpaya, onun infazı sürerken Yusuf’u getirdiler.
Pencereden Deniz’in son nefesini verişini izlettirdiler ona.
Yusuf infaz edilirken Hüseyin’e seyrettirdiler.
Hani Seyit Rıza’yı asmadan önce son isteğini sorarlar da o da oğlunun asılmasını görmemek için ‘Beni oğlumdan önce asın’ der.
Onun hassasiyetini öğrendiler ya, inadına oğlunu onun gözleri önünde asmışlardı.
Son isteğim yok dese belki de onu oğlundan önce asacaklardı.
Acı çektire çektire, işkence yapa yapa adam asmak hangi kitapta var?
Böylesine boktan, böylesine çürümüş ve bozuk bir düzen işte.
Biraz sonra aynı darağacında ölecek birine, arkadaşının infazını seyrettirmekten daha ağır bir işkence olabilir mi?
İdamlarına karar veren Mahkeme Başkanı Ali Elverdi de orada sırtını bir ağaca yaslamış idamı izliyordu.
Deniz Gezmiş’in ölümünü bir sigara tellendirerek 52 dakika seyreden, Tuğgeneral Ali Elverdi 86 yaşında, nefes borusuna kaçan lokma yüzünden soluksuz kalarak öldü.
Deniz Gezmiş’in ölümü uzun sürmüştü.
Cellada sordular.
‘Deniz çok ağır olduğu için ip kopmasın diye çift ilmik kullandım.
İnfaz çift ilmik kullandığım için uzadı’ dedi.
Cellat böyle deyince Yusuf ve Hüseyin’in infazlarında tek ilmik kullanıldı.
Deniz sehpaya çıkarıldıktan sonra ipi boynuna kendi geçirdi.
Ayaklarının altındaki tabureyi kendisi tekmeledi.
Tabure masanın üzerinde bir süre döndükten sonra yere düşer.
Ancak Deniz boşlukta asılı kalmadı.
Çünkü boyu uzun olduğu için ayakları masaya değmişti.
Bu durumu gören Savcı Yardımcısı Veysi Sami, bağırarak ‘Masayı çek, masayı çek’ diye celladı uyarır.
Bu süre içinde Deniz’in bilinci büyük bir ihtimalle yerindeydi.
Darağacındaki kişinin o saniyelerde neler yaşadığını düşünebiliyor musunuz?
Deniz’in boyunun uzun olduğunu bile bile, ayaklarının değeceği bir masa konulması, ‘işkence’den başka bir şey değildir!
Deniz idam edilmeden önce sigara ve iki bardak demli çay içer.
Ve babasına bir mektup yazdırır.
Mektupta arkadaşı Taylan Özgür’ün yanına gömülmeyi vasiyet etti.
Taylan Özgür, Cebeci Asri mezarlığına defnedilmişti.
Onları Karşıyaka mezarlığına defnettiler.
Öğretmen bir anne babanın 2’nci çocuğu olarak, 28 Şubat 1947 tarihinde yine bir cuma günü Ankara’nın Ayaş ilçesinde dünyaya geldi.
Temmuz 1966 yılında üniversite sınavlarına girdi ve İstanbul Hukuk Fakültesini kazandı.
Hepsi de okudukları okulların en başarılı öğrencileridir.
Sınıflarının ya birincisi ya da ikincisidirler.
Çoğu lisede iftiharla filan geçmiş.
Rastlantı değil bu.
Hani böyle bir mücadeleye girişmeseler, bu bozuk düzene karşı çıkmasalardı, inanın ki bu düzenin en üst noktalarına hızla tırmanıp yükselirlerdi hepsi de...
Öylesine pırıl pırıl zekaları vardı.
Deniz Gezmiş Amerikan 6. Filo’suna karşı çıkarken, bu ülkenin milliyetçileri Amerikan filosunu kendilerine secde etmişlerdi.
Deniz Gezmiş Türkiye’nin Che Guevara’sıdır.
Alnında yıldızlı beresi yoktu ama sırtında haki renkli parkası vardı.
22 yaşındayken tüm Türkiye adını ezbere biliyordu.
Hayatı pahasına da olsa inandığı değerler için mücadele etmiş genç, boynuna geçirilen ilmeği hak etmiyordu.
Zaten kim hak ettiğini aldı ki bu ülkede?
Demirel ‘Üçte üç oldu’ dedi.
Ne yazık ki 3’te 3 diye gözünü kan bürümüşlerin, faşizmin kurbanı oldular.
Adnan Menderes’in intikamını almanın keyfini yaşadılar.
İdam sehpasına çıktığında, tabureyi tekmelemeden söylediği sözler önemliydi.
‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm-Leninizm.
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!
Yaşasın işçiler, köylüler!
Kahrolsun emperyalizm!’ diyerek ayağının altındaki tabureyi tekmelemiştir.
Deniz Gezmiş ‘Vatan, onu parsel parsel satanların değil, uğrunda darağacına gidenlerin vatanıdır’
‘Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.’ diyerek ne denli bir vatansever olduğunu da göstermiştir.
Ne kimseye boyun eğdiler ne aman dilediler.
Gençliklerinin baharında kendilerini bu ülke için feda ettiler.
‘Elbet bir bildiği var bu çocukların,
kolay değil öyle genç ölmek!..
Yeşil bir yaprak gibi,
yüreği koparıp ateşe atmak.’
Onlar asıldıklarında ben henüz 10 yaşlarındaydım.
Tutuklandıklarında ve idam edildiklerinde ben de sevindiğimi hatırlıyorum.
‘Anarşist, komonist, Dev-Genç’ dedin mi ödü kopardı milletin.
6 Mayıs’tan sonra herkes rahat bir nefes almıştı sanki.
Çocukluk yaşlarımda gösterdiğim bu bilinçsiz tepkiye hâlâ çok üzülürüm.
Şu topraklar on binlerce yıllık tarihinde, 25 yaşında olup, boynunda ilmek varken, ölüm sehpasına tekme atan kaç kişi görmüştür.
İdam edildikleri Ulucanlar Cezaevi bugün müze oldu.
Gittim gördüm yaşadıkları koğuşları, ranzaları, zindanları, tecrit odalarını.
Volta attıkları avluyu, asıldıkları darağacını gördüm.
Kimler gelmiş, kimler gitmiş...
İskilipli Atıf Hoca’dan Erdal Eren’e, Bülent Ecevit’ten Yılmaz Güney’e..
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha.
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık.
İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi...
‘Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığın süre içerisinde çok şey yapabilmektedir.’ demişti Deniz.
Evet o kısacık ömürlerine dünyaları sığdırdı onlar.
Sokrates’e baldıran zehri içirerek ölüme mahkum eden hakimi kimse tanımaz, herkes Sokrates’i tanır.
Deniz’lerin idam kararını verenler de yok oldu gitti ama Deniz’ler hâlâ yaşıyor.
Kağıt bir gemidir Devrim,
kim bilir kaç yunus görmüş,
kaç Deniz Gezmiş..
Üç fidanı saygı ve özlemle anıyorum.
Ruhları şad olsun!
Hoşça kalın, inançla ve dirençle kalın!