Burnu büyük şirket ve biat etmeyen işçiler
Turan Kara: Kendi gücünün sınırlarını ölçebilen, karşısındaki gücün büyüklüğünü bilen ama o güce biat etmeyen bir duruştur işçilerinki.
TÜPRAŞ işçileri
Fotoğraf: Evrensel
Turan KARA
Kimi günler bahara aitmiş gibi görünse de her şeyi kurutan güneşli günler başladı. Ağaçlarda çiçeklerin bittiği yerde meyveler açtı. Bahçelerde yer alan her renkten çiçek ise arıları çekmeye yetmeyecek kadar az buralarda. İzmir’in hemen her evinde, parklarında, bahçelerde, fırsat bulursa yamacındaki bir ağacın gövdesine sarınarak göğe doğru yükselen beyaz yaseminler vardır. Bahçe duvarlarının üzerindeki demirlere dolanır hanımelleri ya da mor begonviller. Aliağa, deniz kasabasıdır ama yanı başındaki Foça’nın bu tür renkliliğini pek taşımaz.
Burası işçilerin Necmettin Giritlioğlu’yu simgeleyen bir heykelin olmasını istediği, belediyenin ise zıddına gider gibi işletmeyi temsil eden petrol pompası heykeli yaptığı Necmettin Giritlioğlu Kavşağı. Kavşağın bir yanı Aliağa merkeze gider, bir yanı PETKİM diğer yanı TÜPRAŞ sapağıdır.
Gemi söküm tesislerine de giden TÜPRAŞ sapağından ilerleyince sol tarafta yüzlerce metreküplük, içi LPG, LNG dolu, yere saplanmış beyaz çelik balonlar ile İpragaz, Milangaz şirketlerinin gaz dolum tesisleri, sağ yanda akaryakıt nakliye acentelerinin tek katlı ve tek gözlü on sıra halinde birbirine yapışık binaları bulunuyor. Yol boyunca insan boyuna çökecek kadar alçalan, kimi zaman 7-8 kilometre ötedeki şehir merkezine kadar yayılan ağır tüp gaz kokusu öğlene kadar yoğun olur. Öğleden sonra meltemle seyrelen bu koku eğer İzmir’in en güzel rüzgarı imbat ikindiden akşam saatlerine kadar eserse dağılır gider, temiz nefes alırsınız. Hem de artık imbatın deniz yüzeyinden kopardığı su tanecikleriyle yarattığı ferah ve nemli serinlik vardır havada, yeteri kadar şanslıysanız tüp gaz kokusunun yerini iyot kokusu almıştır. Bugün ne hafif bir meltem var ne de imbat denizden gelerek imdada yetişecekmiş gibi görünüyor. Kapıdan girdiğinde insana tüpü açık unuttuğunu anında fark ettirecek kadar baskın koku, petrokimya işletmelerinin olduğu kavşağa kadar, çukura kadar yayılmış durumda.
Gaz dolum tesislerinin sınırında, neredeyse dolum tesisleri ile iç içe geçmiş ama tel örgülerle sınırlanmış, ekseri çam ağaçlarından oluşan bir koruluk var. Koruluğun içine yayılmış Türkiye’nin ilk rafinerisinin petrol işleme tesisleri ise bugünlerde her günkü rutininden farklı. Telsizlerde dönen iş emirleri yerini huzursuz ama neşeli, endişeli ama kedersiz, kimi zaman öfkeli, inat sözlerine, kararlılık yeminlerine bırakmış durumda.
TÜPRAŞ’ın ana giriş kapısı her gün büyük tankerler ve araç giriş çıkışı ile vızır vızır bir hareketlilik içinde. Karınca katarını andıran bu hareketlilik şimdi gündüzden akşam saatlerine kadar durmuş durumda, bir iki gün içinde geceleri de duracak. Olan bitene mana veremeyen tankerciler, “Olan bize oluyor, akşama kadar beklediğimizle kalıyoruz. Akaryakıtı gündüz yerine akşam almak neyi değiştirecek ki” sözleriyle bekliyor kavşağın bir yanındaki kahvede. Nakliyeciler, kamyoncular, sipariş işleri için girip çıkan araçlar sessizlik içinde kontak kapatmış, şoförler akşam olup dolum yapmayı bekliyor. Sürekli ürün aldıkları büyük koruluk içindeki tesiste çalışma durmuş vaziyette.
TÜPRAŞ işçileri gündüzleri kara dolumunu sık sık durduruyor. Gemi dolumlarıysa sürüyor. TÜPRAŞ içindeki büyük gaz tankları, LPG, motorin, benzin, jet yakıtı, gaz yağı, fuel oil ile her gün daha fazla doluyor. Eğer tanklar dolarsa aralıksız sürmesi gereken ham petrolün arıtma ve damıtma işlemi duracak. Duruşu 7-8 güne yayılan fabrika için bu süreç plansız gelişirse kırmızı alarm seviyesine geçilmiş olacak.
Koruluk içindeki TÜPRAŞ’ın hemen yanında, öncesinde işçilerin dinlenme tesisi olarak kullandığı benzersiz bir koy olan Çayağzı Koyu’nu da barındıran arazide, şimdi tüm alanı inşaat ve kazı alanına dönmüş, yeni oluşturulan rafinerisiyle PETKİM var. PETKİM’in çoraklaşmış arazisi içinde var ettiği Star Rafineri, yaşlı ve tecrübeli TÜPRAŞ’tan daha hızlı olma iddiası taşıyor.
Azeri şirket SOCAR Holding adeta derebeyi gibi sahip olduğu PETKİM toprakları girişinde, burnu oldukça havaya kalkmış, tepesinden tüm Nemrud Körfezi görünen, burnunun ucundan yere kadar küçük bir kaleyi andıran, yaklaşık 100 metre yüksekliğinde camdan bir şirket idare binası yaptırdı. Yeni idare binası olan modern şato klasik yapıların aksine oval ve eğilimli bir tavan taşıyor. Ovalin körfeze bakan yukarı kalkık burnu yamacındaki İpragaz’a, Opet’e ait dolum tesislerinden TÜPRAŞ’a kadar, her nereden bakılırsa size yönelmiş görünüyor.
Kocaman kafalı insanlara ait, soğuk ve sert havalarda nefes almayı kolaylaştıracak kadar geniş delikleriyle yayvan bir burna benziyor. Bu uzun burun, buradaki her türlü havayı soluyor. Yalnızca çukura çökmüş tüp gaz kokusunu değil, nafta, motor yakıtı kokusunu da, bu günlerde daha baskın olan işçilere ait adrenalin kokusunu da...
Bu burun bir insana ait olsa, bu insanın kısa ve gergin bacakları üzerindeki genişçe iri gövdesini hafif geriye atmış, kollarını göğsünde kilitlemiş, arkaya, ensesinin üzerine devirdiği kafasındaki burnunun ucundan TÜPRAŞ’a baktığını söyleyebilirdik. Karşısına geçip bakınca, ayağa kalkan insanın vücudunun en uç noktası olan burnunun ucu alnını kapatmış olduğu görünüyor. Burnu havada bakmanın, her şeye sahip olma arzusundaki insanlarda olan dik başlılığın, hak, hukuk, eşitlik değil de emirle ve diktayla yönetme kültürünün bir abidesi olmadığı söylenebilir mi?
Bugünlerde kapıdaki transit hareketliliğinin yerini alan şey, bu tarz büyüklenme ve dik başlılığa karşı inatçı ve dirayetli duruşlarıyla işçilerdir.
Şimdiye kadar görülmez ve duyulmaz olan işçiler, şimdi birleştirdikleri seslerini duyurmak istiyorlar. Kendi gücünün sınırlarını ölçebilen, karşısındaki gücün büyüklüğünü bilen ama o güce biat etmeyen bir duruştur işçilerinki. Edilgenliğin yarattığı çaresizliğine karşı etken olmanın hareketliliğiyle çözmeye çalışıyor bu çaresizliği.
İşçiler “Kendilerine ait olmayan” ama kendilerinin doldurduğu bu işletmelerde, kovanın balını almak isteyen koruluk sahibi tarafından huzursuz edilmiş arılar gibi.
Sadece kapı önünde değil, koruluktaki arı kovanları benzeri işliklerinde de edilgenliğe ve kendilerinin dayatılan “Çaresizsiniz” söylemine de itiraz ediyor. Hareketin, devinimin de kaynağı olan ürünlerin üretildiği enerji üretim tesisindeki işçiler kovanlarından dışarı çıktılar, çünkü koruluğun sahibi olduğunu düşünen, işçilere göre “Üretim konusunda çoban kadar bilgisiz” patron adeta arı kovanına çomak soktu.
Artık kapı önündeki tankerlerden oluşan karınca katarının yerini her gün 400 işçinin oluşturduğu arı vızıltısı aldı. TÜPRAŞ işçileri yıllar içinde sayıları azalmasına rağmen, işinde ustalaşmış her işçi gibi, üretim miktarını artırabilecek kadar dinamik ve çalışkan işçiler. Koruluk kapısı önündeki ve içerideki işliklerde tek hareket şimdi onlara ait. Onlar isterse bir hareketlilik oluyor, gerisi sahipsiz ve boş bir koruluk... Üretimin de iş güvenliğinin de huzur ve barışın da sadece sanayi tesisleri kurarak yapılmadığını anlatmaya çabalıyor. Kışkırtmalara her gün daha fazla tahammülü azalıyor, elektrik yükleniyor...
İşçiler kovandan kovulan arılar gibi, ağacın ve korunun etrafında küme olarak hareket ediyorlar, toplu halde şirket binası önünde yürüyorlar, yemekhanede toplanıyorlar. Akşam saatlerinden sonra yarın tekrar kovanlarına dönmenin yolunu aramak için toplanıyorlar.
Kapı önünde bekleyen işçiler şimdiye kadar karşılaşmadıkları, başka bir yerde de şahit olmadıkları bir uygulamaya, baskıya, dayatmaya dayanan yönteme, kendilerine karşı hak tanımazlığa tepkililer. Onur kırıcı buldukları patronun davranışı karşısında hiçbir şey gururlarını kırmalarına izin vermiyor. TÜPRAŞ’ın işçilerine kendini ayrıcalıklı hissettiren havası, patron tarafından yok edilmek isteniyor. Kendisini işçi sınıfının kolejlileri olarak tarif eden bir işçi “Şimdi bize burada bu yapılıyorsa kim bilir sanayide işçilere ne yapılıyordur. Bunlar bizi burada ezip geçerse kim bilir sendikaların zayıf olduğu yerlerde ne yaparlar” diyor.
Bir başkası olan bitene anlam vermeye çalışırken içinde oldukları dünyayı şöyle tanımlıyor: “Yeni dönemde, Ali Koç döneminde mavi yakaların itibarı sıfırlanarak beyaz yakaya önem verildi. İşçiler bir nevi ayak takımı, üvey evlat oldu. Sadece kazanç açısından değil itibar ve saygınlık bakımından da uçurum oluştu. Şimdi bu sıkıntıların çıkma sebebi yöneticilerin hepsinin finans kökenli uzmanlardan oluşması. Bizi anlamıyor, hiçbir itiraz kabul etmiyor, o iş illa ki kısa yoldan olacak diyor. Önceden endüstri kökenli yöneticiler vardı, burada mühendislikten ilerlemişti. Yönetimle aramızdaki bir fark da biz hâlâ milli servet gözüyle bakıyoruz, devletçi kökenliyiz (Hükümet değil ha!) yöneticiler ise öyle bakmıyor özel hesaplarına bakıyorlar. Bize göre burada çalışan her bir işçi, personel birer gizli kahraman. Her şekilde ufak ayrıntıları görerek işletmeyi en iyi şekilde ayakta tutuyor ve sahipleniyor. Onlara göre bizler bir şeyden anlamayan, sektörel bilgisi olmayan ayak takımıyız.”
İşçiler Türkiye’nin neredeyse bütün büyük işletmelerine doğrudan, orta ve küçük işletmelerine dolaylı sahip olan patronla karşı karşıyalar. Aynı zamanda sahip oldukları sendikanın geri yanlarıyla da. PETKİM işçilerinin iki seferdir yaşadığı deneyimin bir türevini ilk defa yaşıyorlar...