"Mundar Ağaçlar" romanın yazarı Denizer: Adalet "mundar" olmasın diye
Derya Kaya, "Mundar Ağaçlar" romanın yazarı Murat Denizer'le konuştu.
Fotoğraf ve Kolaj: (Evrensel)
Derya KAYA
Ankara
Yazar-Avukat Murat Denizer, kaleme aldığı “Mundar Ağaçlar” romanında, küçük bir Anadolu kasabasında işlenen cinayet üzerinden “adalet” kavramını sorguluyor. 14-15 yaşlarında çobanlık yapan İdris’in ağır işkencelerle vahşi bir şekilde öldürülmesinin ardından cinayetin aydınlatılması ve adaletin yerini bulması için Savcı Ekrem ve arkadaşı Ali’nin mücadelesine tanık oluyoruz. Maalesef İdris için adalet gelmeyecek, olayın üzeri cinayeti işlediği düşünülen ve dönemin hükümetiyle ilişki içerisinde olan ekip tarafından kapatılacaktır. Ancak ne kadar olayın kapandığını düşünseler de aslında işler onların düşündüğü gibi gitmez. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra 14 yaşındaki İdris için “adalet” bir şekilde tesis edilecektir. SFK Yayınevi’nden geçtiğimiz aylarda çıkan “Mundar Ağaçlar”ı Yazar-Avukat Murat Denizer ile konuştuk.
Kitabın öyküsünden başlayalım. Nasıl karar verdiniz yazmaya?
Kitaba esin kaynağı olan cinayet bizim köyde 50’lerin sonunda yaşanmış gerçek bir hikaye. 14-15 yaşlarında bir çocuk işkencelerle öldürülüyor. Birkaç tane teori var kimin öldürdüğüne dair ama kitapta anlattığım teori gerçeğe en yakın olanı. Herkesin şüpheli gördüğü bir ekip var. Bu çocuğun o dönemde bu ekibe dair bir sır gördüğü, ya da bir şeyler öğrendiği için öldürüldüğünü düşünen çok sayıda insan var. Biz de bu temelde kurguladık hikayeyi. Ekip o dönem Demokrat Parti ekibi ama hikayeyi zamandan soyutlamaya çalıştık. 14-15 yaşındaydım hikayeyi duyduğumda, tüylerim ürpermiş, çok etkilenmiştim. Herhalde yaşımız yakın olduğu için. Çünkü çok ağır işkencelerle öldürmüşlerdi İdris’i. Aklımda her zaman ‘Yazsam çok iyi olur’ düşüncesi vardı. Bir şeyler yazacaksam da ‘Buradan başlayayım’ dedim. En fazla şüpheli olan ekip üzerinden romanı kurguladık ama bu adamların hepsi öldü, gitti. Kimseyi töhmet altında bırakmamak için hayali karakterler oluşturduk, bir yandan gerçekle alakası olmayan olayları ekledik. Kitapta bahsi geçen Ekrem, Ali, Abdullah, Mehmet gibi birçok karakter hayali, sonuçta bir araştırma kitabı değil, roman kaleme aldık.
Kitabın adı neden ‘Mundar Ağaçlar’?
Bu olayın üstü kapatıldı, üstünün kapatılması da oradaki toplumun vicdanını yaraladı. Kitabın adı buradan geliyor. Köyde olayın yaşandığı bölgeye ‘Mundar Ağaçlar’ deniyor. Bir cinayet romanı yazıyorsanız, okur sizden adaletin az buçuk tesis edildiği bir şeyler istiyor. Dolayısıyla kitabın kurgusunu da bunun üzerinden yaptık. Bir şekilde adalet tesis edilecekti.
Hikayede adaletin başka bir şekilde tesis edildiğini görüyoruz. Neden böyle bir yol tercih ettin?
Çünkü bütün hukuki yollar kapatılmış. Adalet güçlü ve köklü bir duygu. Az biraz gücü olan herkes uğramış olduğu haksızlığı gidermek için bir şey yapar. Hele ki devlet tarafından tesis edilmemişse adalet, herkes gücü oranında gücünün yettiğince bunu tesis etmeye çalışır, bundan kaçış yok.
Peki adalet talebinin öne çıktığı bir dönemde bu kitabı yazmanız tesadüf mü?
Elbette değil. Biz böyle bir döneme girmeseydik belki de hiç ihtiyaç hissetmeyecektim. Bu adaletsizlikle ön cephede karşılaşanlar biz avukatlarız. Takip ettiğimiz çoğu dosyada, diğer arkadaşlarımın kendi dosyalarına dair anlattıklarına baktığımızda, öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki... Dosyasında darp raporu olan, yüzü gözü morluk içinde karşısında bekleyen ve işkence gördüğünü söyleyen sanığa “Bana hatıralarını anlatma, işkence benim konum değil” diyen hakimler ve daha niceleri var bu memlekette. Hakimler bizi dinlemiyor artık ve bunu hiç çekinmeden belli ediyorlar. Haliyle kürsüden bize kulak asılmayınca, mikrofonu kürsüden halka çevirip, halka anlatmak istedim”.
Hikayede mitolojik bir hikayeyi de kullandığını görüyoruz. Neden kuyruğunu yutan yılan?
Mitolojide kuyruğunu yutan yılanın, kuyruğunu yutması onun gücünün simgesi, çünkü hiçbir şeye ihtiyacı yok. Biz bunu biraz değiştirdik, aslına çok fazla bağlı kalmadık. Bir cinayet romanına uygun bir kurgu yaptık, bu ekibin kendi eliyle kendisini yok etmesini istedik. Buna da en yakın mitolojik hikaye, kuyruğunu yutan yılandı. Güçlenen değil zayıflatan yönünü aldık, o adımları atmak zorunda bıraktık, attığı her adımda çamura boğulmasını istedik.
Neden bu kitabı okumalarını önerirsiniz? Neler var bu cinayet öyküsünde?
Ben kitapta temel olarak 3 şey anlatmaya çalıştım. Adalet, dostluk ve aşk. Bunu da farklı formatlarda anlatmaya çalıştım. Dostluk deyince Ali ile Ekrem’in dostluğunu koyarsın, Ali ile Mıstık’ın. Aşk deyince hem Ali ile Emine’nin, bir taraftan da Hasan ile Gülizar’ın aşkı. Mevlana üzerinden bir aşkın karanlık yüzünü anlatmaya çalıştım. ‘Bir aşk insanı ne yapar, iyiye ve kötüye doğru ne kadar ileri gidebilir?’ bunu görüyoruz. Kitapta bazı yerleri ise okuyucuya bıraktım. Bir takım bilinçli bırakılmış boşluklar. Hikayeyi monolog olmaktan çıkarıp diyaloga çevirebilmek istedim. Biraz da okuyucunun kendi hayal dünyasından bir şeyler katabileceği bir şeyler yapmaya çalıştık. Diyebilirim ki, her okuyucuyla bizim ayrı ayrı diyaloglarımız olacak.
"O DÖNEMDE İDRİS, BU DÖNEMDE RABİA NAZ"
Kitap tek parti döneminde geçiyor. Bu dönemin özelliğinin senin hikayen açısından önemi nedir?
Türkiye’de tek parti dönemleri hukuk adına, demokrasi adına toplumun en zor dönemleriydi. Bu dönemler dışında da memleketin hali çok matah değildi elbette ama sofrada tatsız, tuzsuz da olsa bir tas çorba vardı. Bir çocuğun bu şekilde öldürülmesine karşı az da olsa o annenin, babanın adalet duygusunun tatmin edilebilme ihtimalinin olduğu dönemlerdi. Tek parti dönemlerinde artık kırıntılara kaldık. O ekibi güçlü yapan o dönemki iktidarın oradaki yansıması olmasıydı. Yine aynı hukuksuzluklar var şimdi de, yine çocuklar ölüyor, o dönemde İdris, bu dönemde Rabia Naz... Alabildiğine keyfi bir yönetim tek parti dönemleri, sıkıntı bu. Diğer yandan adaletin tecelli etmesi meselesinde suça ceza verme ikincil bir mesele. Asıl adalet suçun olmadığı bir toplumu yaratmak. Suça ceza verilmesini elbette küçümsemiyorum ama suçu ortaya çıkaran süreçlerin ortadan kaldırılması asıl mesele.
"ANNEM ‘HAPSE ATARLAR’ DİYE PANİĞE KAPILDI"
İlk kitabında yakın çevrenden nasıl tepkiler aldın?
Ömrüm boyunca unutamayacağım bir şey yaşadım kitaptan sonra. Köydeki komşularımızdan biri anneme söylemiş kitap yazdığımı. Annem panikle ablamı aramış ‘Hapse atarlar onu!’ diye. 73 yaşında, o köyün dışında hiç yaşamamış bir Anadolu kadını annem. Belki siyasetten çok kopuk ama o bile biliyor bu kitap denilen şey tehlikeli. Aradım, teselli ettim, biraz rahatladı. Oysaki bir şey ortaya koymuşsun, annenin sevinmesini, gururlanmasını istersin, bu duyguları elbette yaşıyor ama korkusu tüm o duyguları bastırıyor çünkü mesele kitap olunca işler değişiyor.