Avrupa Parlamentosu seçimleri iktidarları sarsabilir
Avrupa Birliği’ne üye 28 ülkede yaklaşık 370 milyon kişi Avrupa Parlamentosu Seçimleri kapsamında sandıklara gidiyor.
Fotoğraf: Dursun Aydemir/AA
Avrupa Birliği’ne üye 28 ülkede yaklaşık 370 milyon kişi Avrupa Parlamentosu Seçimleri kapsamında sandıklara gidiyor. Bugün son bulacak seçimlerde 751 milletvekili seçilecek.
AB Parlamento seçimleri sürüyor. Genel olarak tüm ülkelerde gözlenen seçimlere yönelik ilginin düşük olduğu. Birçok ülkede iktidarların cezalandırmanın bir vesilesi de olacağı görünüyor. Örneğin Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron seçim kampanyasına bizzat katıldı ve seçimler giderek Macron’a karşı bir kampanyaya dönüştü. Fakat bundan en fazla faydalanacak gücün aşırı sağcı Ulusal Buluşma (RN) Partisi lideri Marine Le Pen olacağı görünüyor.
Avusturya’da aşırı sağcı Avusturya Özgürlükçü Partisi’nin (FPÖ) kabineden tüm bakanlarını çekmesiyle derinleşen hükümet krizi ve erken seçim kararı Almanya’nın da gündeminde. Bunu aşırı sağın bitişinin başlangıcı olarak değerlendirenler olduğu gibi, erken sevince kapılınmaması uyarısında bulunanlar da var.
2008 ekonomik krizi sonrası popüler hale gelen, fakat ekonomi üzerine olumsuz etkileri dolayısıyla birçok ülkenin çabucak vazgeçtiği kemer sıkma ve devlet küçültme politikası Britanya’da Muhafazakar Parti tarafından devam ettiriliyor. Ülke nüfusu ve sosyal refah seviyesi üzerinde büyük tahribata yol açan bu ideolojik politikanın etkilerini en çok hissedenler de halkın yoksul kesimleri ve çocukları.
FRANSA: 26 MAYIS SONRASININ MACRON İÇİN NE RİSKİ VAR?
Lionel VENTURRINI
Humanite
Bu seçim kampanyasında sahnenin önüne geçerek Emmanuel Macron neye oynuyor? Söz konusu olan aslında Cumhurbaşkanlığı süresinin geri kalanı; zira bu ara seçimler, genelde iktidar lehinde olmasından da öte giderek anti-Macroncu bir referanduma dönüşüyor. Eğer pazar akşamı, adayı Nathalie Loiseau şu ana kadar birçok araştırma kurumunun da gösterdiği gibi birinci gelmezse, bu başarısızlık devlet başkanının bizzat kendi başarısızlığı olur. Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire bunu açıktan itiraf etti: “Avrupa seçim sonuçlarından tüm hükümet bakanları sorumludur”. Eğer bir başarı elde edilirse, seçimler “hükümetin politikasına bir canlılık katar”. Bakan, “Avrupa Parlamentosu seçimlerine gösterilen ilgisizliğe” üzülebilir fakat aslında dönüp Cumhurbaşkanlığı sarayına bakmalıdır. Bu seçimleri kendisi ile Marine Le Pen arasında bir kavgaya indirgeyen Emmanuel Macron, bu ilgisizliğin ve buna bağlı olarak da rakibinin alacağı yüksek oyun aslında birinci sorumlusudur. Üstelik bu ilgisizlik kendi cephesinin seçmenlerini de etkileyebilir. Kısa bir süre önce (Macroncu) LaREM partisinin iki numaralı ismi Pierre Person, “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turundaki Macroncu seçmenlerin sadece yüzde 50’sinin oy kullanmaya kararlı” olduğunu belirtiyordu. İktidarı cezalandırmak için oy kullanma fikri giderek yaygınlaşıyor. Nisan ortasında Harris Interactive anket kurumunun yaptığı araştırmaya göre Fransızların yüzde 44’ü Emmanuel Macron’dan memnun olmadıklarını ifade etmek için oy kullanmayı düşündüklerini, sandığa gitmeyi düşünenlerin sadece yüzde 18’i onun politikasına destek sunduklarını gösteriyordu.
Sarı Yelekliler de seçimleri Macron’a karşı bir referanduma çevirmek istiyorlar. Hareketin öne çıkan birçok önderi (Macroncu liste) Renaissance dışında oy verilsin çağrısında bulundular.
Marine Le Pen de Cumhurbaşkanına duyulan tepkileri değerlendirmek istiyor ve partisi “Macron’a karşı oy kullanın” başlıklı bir bildiriyi 5 milyon örnek basarak dağıttı. Fakat iktidarı cezalandırma duygusunu büyük oranda sol da paylaşıyor. Boyun Eğmeyen Fransa Partisi (LFI) seçmeni olduğunu belirtenlerin yüzde 70’i bu duyguyu paylaştığını söylüyor.
Eğer (Le Pen’ci) RN’i geçmeyi başaramazsa Macron, öngördüğü reformları hızlı bir şekilde hayata geçirme konusunda zayıflamış olur. Keza Avrupa düzeyinde de zayıflamış olur. Geçen mart ayında Alman Şanselyer (Merkel), Fransız-Alman yeni sözleşmesini büyük gürültü içinde kutladıktan tam bir ay sonra, BM’nin Güvenlik Konseyinde bir Avrupa kürsüsünün oluşmasını savunmuştu, yani Fransa’nın kürsüsünün yok edilmesi anlamına gelen fikri öne sürmüştü. Mayıs ayında Angela Merkel, Emmanuel Macron ile bir “yüzleşme”nin yaşandığından bahsetmişti, Fransız Cumhurbaşkanı ise bunu sadece “basit geçici anlaşmazlıklara” indirgemişti.
Pazar aksamı Elize Sarayında, 2017’de Cumhurbaşkanlığının kazanıldığı akşamı Luvr Müzesinin önünde yapıldığı gibi, AB’nin milli marşı olarak belirlenmiş Beethoven’in “Sevinçli od”unu (Ode to Joy) çalmak zor olacaktır.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
İNGİLTERE: BM RAPORU MUHAFAZAKARLARIN POLİTİKALARINI DARÜLACEZELERİN İCADIYLA KARIŞTIRIYOR
Robert BOOTH
The Guardian
Birleşmiş Milletler’in önde gelen yoksulluk uzmanlarından biri, muhafazakar refah politikalarını 19. yüzyılda darülacezelerin yaratılmasıyla karşılaştırdı ve kemer sıkma politikası sona ermedikçe Birleşik Krallık’ın en yoksul insanlarının “yalnız, fakir, kötü, acımasız ve kısa” bir yaşamla karşılaşacağı konusunda uyarılarda bulundu.
BM aşırı yoksulluk raportörü Philip Alston, kemer sıkma politikasının insan hakları üzerindeki etkileri üzerine olan son raporunda 2010’dan beri sürmekte olan evrensel kredi dağıtımı da dahil olmak üzere bakanları politikaların sonuçları konusunda inkarcı davranmakla suçladı. Alston, milletvekillerini Britanya nüfusunun önemli bir kısmını sistematik olarak yoksullaştırmakla itham etti ve Brexit devam ederse büyük olumsuzluklarla karşılaşacak olan en kırılgan kesimin başına daha da beterinin geleceği konusunda uyarılarda bulundu.
New Yorklu hukukçunun çarşamba günü yayınlanan bulguları, kasım ayındaki iki haftalık bir bilgi toplama sürecine dayanıyor. Kendisi bu süreçten sonra Britanya’daki çocuk sefaletinin sadece bir yüzkarası değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik bir felaket olduğunu söyleyerek bakanları kızdırmıştı. Şimdi de gündeme getirmiş olduğu konuları tartışmayı reddettikleri ve bunun yerine siyasi hataları minimize etmek için mutlak yoksulluğun, işsiz aile çocuklarının ve işsizliğin oranının en düşük seviyede olduğu konusunda ısrarcı oldukları için (bakanları) suçluyor.
“Sürekli tekrarlanan yüksek istihdam mantrası, çocukların neredeyse yüzde 40’ının iki yıl içinde yoksul kategorisine gireceği, 65 yaş üstü insanların yüzde 16’sının göreli yoksulluk içinde yaşayacağı ve milyonlarca çalışanın hayatla başa çıkabilmek için hayır kurumlarına bağımlı yaşayacağı gerçeğini görmezden geliyor” diye ekliyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Amber Rudd, Kasım ayında Alston’un Newcastle, Glasgow, Belfast, Cardiff, Jaywick ve Lonrda’yı içine alan turunda kullandığı dilin “aşırı siyasi olmasından dolayı, en hafif tabirle, hayal kırıklığına uğradığını” açıklamıştı. Alston, 21 sayfalık raporunda buna cevaben bakanların ve halkın gördüklerinin arasında neredeyse hiçbir bağlantı bulunmadığını açıkladı.
Alston, Rudd ve seleflerine karşı en iğneleyici tavrı ile “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bazı gözlemcilere Charles Dickens ile ünlenen 19. Yüzyılın darülacezelerinin dijital ve sterilize edilmiş hali olarak görünebilir” dedi.
Buna karşılık hükümet, Alston’ın raporunu inanılması güç olarak niteleyerek misillemede bulundu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı sözcüsü “BM’nin kendi verileri Birleşik Krallık’ın yaşamak için en mutlu ülkelerden biri olduğunu gösteriyor ve diğer ülkeler yaşam standartlarını geliştirmek için desteğimizi görmek için geliyorlar” dedi.
“Bu yüzden bu (rapor) Britanya’nın inanılması güç bir sunumudur ve çok kısa bir ziyarete dayalı olarak hazırlanmıştır. Yoksulluğa yaklaşımımızın yetersiz bir resmini sunmaktadır” diye devam etti.
Alston, raporunu gelecek ay Cenova’daki İnsan Hakları Komisyonu’na sunacak ve art arda gelen muhafazakar hükümetlerin kemer sıkma ve refah kesintisi politikalarındaki ısrarlarının yüksek istihdam ve büyümenin yanı sıra geniş bir alana yayılan yoksulluğun da sürüp gitmesine neden olduğunu kanıtlamaya çalışacak. Rapora göre bu şekilde davranılarak “Britanya’yı İkinci Dünya Savaşı’ndan beri bir arada tutan pek çok şey alaşağı edildi ve zorlu ve umursamaz bir dünya görüşüyle yer değiştirdi. İngiliz merhameti, özellikle yaşamla en az baş edebilenlere karşı ceza yanlısı kötü niyetli ve duygusuz bir yaklaşımla yer değiştirdi.”
Rapor ayrıca evsizlik ve yiyecek bankalarının kullanımındaki inanılmaz artış, düşen ortalama yaşam beklentisi, hükümet yardımındaki düşüş, engellilerin sosyal yardımının kesilmesi, öğretmenlerin ücret düşüşü, yalnız annelerin ve mental rahatsızlığı olan vatandaşların yoksullaşmasının yanı sıra hükümetin kemer sıkma politikalarını ağır bir şekilde eleştiriyor.
Alston, kemer sıkma politikasının yerel yönetimleri kasıtlı olarak temizlediği, kütüphaneleri, gençlik, güvenlik ve park hizmetlerini küçülttüğü ve bu bağlamda eşi benzeri görülmemiş bir yalnızlık ve sosyal izole edilmişliğin mevcut olmasının şaşırtıcı olmadığını dile getiriyor.
Raporda bazı bakanlar çalışma ödeneklerinin evrensel kredi refah sistemi kapsamında yükseltilmesi ve ulusal asgari ücretin desteklenmesi konusunda övülmüş olsalar da, Alston bu önlemlerin toplumun en dar gelirli tabakasındaki ani refah düşüşünü önleyemediğini de belirtiyor.
Alston, bakanlara yerel yönetim fonlarındaki kesintileri geri almalarını, sosyal güvenlik kesintilerini rafa kaldırmalarını, evrensel kredi yardımı alımındaki beş haftalık kesintiyi telafi etmelerini ve kırsal ulaşım dahil olmak üzere kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini yeniden düşünmelerini öneriyor.
“Thomas Hobbes’un çok uzun süre önce gözlemlediği gibi böyle bir yaklaşım en dar gelirlileri suçlu çıkartacak ve onları yalnız, fakir, kötü, acımasız ve kısa bir yaşamla karşı karşıya bırakacaktır” diye belirtiyor ve ekliyor: “ İngiliz sosyal anlaşması yavaş yavaş buharlaştıkça Hobbes’un tahmini yeni gerçeklik olma riskini taşıyor.”
(Çeviren: C. Güneş İspir)
ALMANYA: KEŞKE HEPSİ STRACHE GİBİ APTAL OLSA
Stefan KUZMANY
Spiegel Online
Avusturya Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) Avusturya hükümetinden ayrılması iyi bir haber. Ancak Avrupa sağ popülizminin sona ermesinin başlangıcı olarak kabul edilemez. Şüphesiz, Strache’nin istifası sevinç yarattı: Viyana’da Başbakanlık Ofisi’nin önündeki gösteride ve hatta Almanya’da bile sevinç gösterileri yapıldı. Şimdi FPÖ’nün bittiğini düşünenlerin yanıldıkları görüşündeyim. FPÖ’nün, AfD’nin ve hatta Avrupa’da aşırı sağın bitmesi sadece dilek ve temenni.
Kendimizi kandırmayalım: Strache’nin istifası ve FPÖ’nün Avusturya Hükümeti’nden çekilmesi oldukça kısa ömürlü bir memnuniyet olarak kalabilir. Taraftarları, FPÖ’nin “Artık yeter!” sloganına çoktan sahip çıktı. Şimdi videoyla ilgili kendi hikayelerini anlatmaya başlarlar; Ortam aşırı alkollüydü. Böyle bir durumda ülkenin Rusya’ya satılması söz konusu olabilir mi? Zaten bize tuzak kurdular. Alman medyası, Spiegel ve Süddeutsche Zeitung, halkı kandırmak için böyle bir durumu kullanıyor, vb. vb...
Almanya’da, Anayasayı Koruma Kurumu Eski Başkanı Hans-Georg Maaßen, sorunun gizlice kaydedilmiş konuşmaların çoğalması olduğunu söyledi. Konuşmanın içeriği değil de gizli çekilmiş olması ve yaygınlaştırılmasını suçlu ilan etti. Bu yüzden sağcı popülistler, İbiza videosunun mesajının insanların özel yaşamına müdahale ve kişisel haklarının çiğnenmesi olarak görüyorlar. Sorun bu insanların (Strache ve diğerleri) ne düşündüğünün zaten biliniyor olması. Taraftarları bile biliyor bunu. Ancak önemsemiyorlar, hatta hoşlarına gidiyor.
Strache ve partisi FPÖ’nün nasıl bir düşünceye sahip olduğunu ve neler yapabileceğini Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz da bilmekteydi. Ancak koalisyon hükümeti kurarken bunları hiç önemsemedi. Strache, daha önce Wiking gençliği ve aşırı sağ parti Alman Halk Birliği (DVU) ile ilişki içindeydi, Neonazilerin savunma tatbikatlarına bizzat katılmıştı. Ancak bu nedenlerle istifa etmedi, ya da istifaya zorlanmadı. Kronen Zeitung’da Nisan ayında yayınlanan röportajında Ari ırkın dışındaki ırkların kovulmasından bahsetmesi de Kurz’un onu istifaya çağırmasına yol açmadı.
KANITLANMIŞ APTALLIK NEDENİYLE İSTİFA
Strache maalesef uzun zamandır bilinen aşırı sağ düşünceleri nedeniyle istifa ettirilmedi. Tanınmayan bir zengine ülkeyi peşkeş çektiğini gösteren videosu yayınlandığı için istifa etti. Kanıtlanmış aptallığı nedeniyle kendinin neden olduğu bir istifaydı bu. Eğer tüm Avrupalı sağ popülistler, Avusturya’daki kardeşlerinin başkanları kadar salak olsalar, Strache’nin istifası gerçekten de büyük bir dinginliğe ve rahatlamaya neden olabilirdi. Ama kabul edelim: Birleşik Krallık’taki Brexit palyaçosu Nigel Farage anketlerde başı çekiyor, Fransa’da milliyetçi Le Pen cephesi, İtalya’da sağcı Liga ve Polonya’da sağ PiS oldukça ön sıralarda yer alıyorlar. Ve hiçbir şey, Almanya’da AfD’nin çöktüğünü göstermiyor. AfD şefi Jörg Meuthen’in de İbiza videosunda yer alması bizi ne kadar sevindirirdi. Ama herkes aşırı sağcıların nasıl düşündüğünü ve nasıl davranacağını biliyor aslında; onlar milliyetçi, dar kafalı, Avrupa Birliği’ne ve toplumlarımızın farklı etnik ve dini kökenli yapısına karşılar. Seçilme nedenleri de bu zaten. Avrupa’nın yeniden nefes alabilmesi, bu durumun değişmesine bağlıdır.
(Çeviren: Semra Çelik)