Yazar Sultan Komut: Öykülerimde gelenekler altında ezilen "kadınadamlar" var
Şerif Karataş, Yazar Sultan Komut'la ilk öykü kitabı Öte'yi konuştu.
Fotoğraf: Ayyub Ebrahimi | Kolaj: Evrensel
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Sultan Komut ilk öykü kitabı “Öte”de, kadınların konuştuğu ve konuşulduğu konuları anlatıyor. Geleneklerin ve iktidarların baskılarına karşı itirazlarını ezberleri kırarak dile getiriyor. Bunların yanına Roboskî, ana dil ve işsizlik gibi temaları da ekliyor.
Everest Yayınları’ndan çıkan kitabıyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Komut “Öykülerimin çoğunda gelenekler altında ezilen ‘kadınadamlar’ var. Gelenekler ve iktidarların baskılarıyla posası çıkarılmış, kendilerine bile öteki olmuş bireyler bunlar” diyor.
İlk öykü kitabınızın ismini “Öte” koymanızın nedeniyle başlayalım. Neden “Öte”?
Kelimenin yaptığı benim kitapta yapmaya çalıştığım şeyle çok bağlantılı geliyor bana. Hem bu haliyle hem ötelemek fiili olarak hem de öteki pozisyonunu anlatması açısından öykülerle kol kola giden bir isim oldu Öte. Benim için Öte bir çeşit ikili olma hâli ayrıca. Hem burada hem burada değil; içeride olduğu kadar dışarıda, zihnimin derinliklerinde olduğu kadar dilimin ucunda, yanımda olduğu kadar uzağımda. Ötelemek anlamına da benzer ikilikler üretebiliyorum, ötelediklerimiz en çok yapmak istediklerimiz ya da en çok yapmaktan kaçındıklarımız gibi geliyor. Yapmak isteyip yapmadıklarımız, yaparsak büyüsü bozulacaklar ya da tam tersi yapmaya can attıklarımız ama asla yapamadıklarımız. Zor bir soruyla başladık, karmaşık bir cevap oldu. Affedin.
Çokça tartışılan “üç çocuk” veya “kürtaj” tartışmalarına dair kesitleri yalın bir dille anlatıyorsunuz. Güncel ve çokça tartışan konuları öyküye taşımayı neden tercih ettiniz?
Öykülerle ilgili yapılan yorumların hemen hepsi tarz olarak, biçim olarak farklı ve yenilikçi oldukları yönünde. Bunu sevinçle karşılıyorum. Ancak geleneksel tarzdaki öykülerde de postmodern ögeler barındıran öykülerde de ortak olan bir şey var bence: Gelenek. Gelenek derken sözlük anlamından yararlanarak söyleyeceğim: “...Yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar” dan bahsediyorum. “Yaptırım gücü” vurgusu önemli. Öykülerimin çoğunda bu güç altında ezilen “kadınadamlar” var. Gelenekler ve iktidarların baskılarıyla posası çıkarılmış, kendilerine bile öteki olmuş bireyler bunlar. Çok uzağa bakmaya gerek yoktu. Hepimiz birer posaya dönüşmüştük ve bizi öykülere taşımayacaksam ne yapacaktım ki?
Bu nedenle öykülerinizde cinsiyetçi tutuma karşı tavır alıyorsunuz...
Benim yüksek lisans tez konum Türkiye’de ve Amerika’da kürtaj söylemlerinin karşılaştırmalı bir incelemesiydi. O tezi yazarken henüz Türkiye’de kürtaj sular altında yüzen bir konuydu. Doktora tezimde Sevim Burak ve Ursula K. Le Guin’in eserlerindeki feminist temaları inceledim. Feminist bir birey olarak cinsiyete dair eleştiri yapmadan yazmak elimden gelmezdi sanırım. Öyle olsun diye bir hedefim yoktu. Az önce bahsettiğim baskı mekanizmaları en çok bedenler ve cinsiyetler üzerinden kurgulanıyor ve bizi bir cenderenin içine sokuyor. O cenderenin sebep olduğu seslerden biri de bu.
Öykülerinizde erkek egemen anlayışın kadına biçmek istediği role karşı itirazlar var. Bu itirazınız toplumda nasıl karşılık buluyor?
Erkek egemen anlayış ile ilgili çok söz söylemek mümkün. Ben öykülerimde bunu çeşitli kılıflara sokmadan ve kanırtmadan yapmaya çalıştım. Net olmayı tercih ettim. Altı çizilecek, sosyal medyada dolaşacak cümleler yerine okuru rahatsız edecek ama aklında yer edecek cümleler kurmaya gayret ettim. Haklı itirazın toplumda karşılığı bu olmalı diye düşünüyorum. Olmalı, lakin öyle değil. İtirazımızı bile net olarak dile getirmemizin yasak olduğu bir toplumun üyeleriyiz. O itirazı, toplumun normlarına uyumlu hâle sokmaya çalışırken eğip bükerek yumuşatıyoruz. Sesimiz duyulsun ama tonumuz onlara uysun istiyoruz. Yanlış olan belki de bu. Dolayısıyla toplumda karşılık bulmaya yetecek itirazlar yapamıyor olabiliriz.
ROBOSKÎ, ANA DİL, İŞSİZLİK...
Kitapta kadın temalı öyküler dışında Roboskî, ana dil ve işsizlik üzerine öyküleriniz de yer alıyor.
Muhtemelen hem kitabı hem de söyleşiyi okuyan/ okuyacak kişiler “Roboskî kitabın neresinde?” diye düşünecek ve bazıları bulamayacak da. Çünkü aslında orada ama orada değil. İşte “Öte”de hedeflediğim şeye büyük ölçüde ulaştığımın bir göstergesi bu soru. O öykü yazıldığında Roboskî henüz yaşanmıştı, acısı ve imgeleri çok tazeydi. Bugün üzerinden yedi buçuk yıl geçmiş. Diyeceğim şu: Öykülerle ilgili temel temennim okurun kendi yorumunu yapmasına olanak sağlayabilmeleri. Açık kapılar bırakmaya çalıştım. Kim hangi kapıyı görüp girmek isterse oraya girebilsin diye. Ve siz gelip yedi buçuk yıl sonra orada “Roboskî var.” diyorsanız işte bu ikimizin de derdidir. Benim aralık bıraktığım kapıdan siz girmişsinizdir. Hakeza ana dil ve işsizlik konuları da öyle. Bu ülkede yaşayan Türk ve hatırı sayılır bir iş sahibi bir birey olmam; ana dilini okulunda öğrenemeyen veya iş bulamadığı için ailesine bakamayan ve intihar etmek zorunda kalanlara karşı kör olmak anlamına gelmemeli. Birileri öyledir, demiyorum; ben öyle olmamayı tercih ettim, diyorum.