Fransa’da sınıf ve kitle sendikası olarak CGT tartışıldı
Fransa Genel İş Konfederasyonu (CGT) 13-17 Mayıs tarihleri arasında 52. kongresini Dijon kentinde gerçekleştirdi. Kongre, kritik tartışmalara ev sahipliği yaptı.
Fotoğraf: Eren Araman/Evrensel
Deniz UZTOPAL
Paris
Fransa’da 1895 yılında kurulan Genel İş Konfederasyonu (CGT) 13-17 Mayıs tarihleri arasında 52. kongresini Dijon kentinde gerçekleştirdi.
Kongre beklendiği gibi yoğun ve tartışmalı geçti. Üç konu tüm tartışmaların merkezinde yer aldı: 1-) CGT’nin son yıllarda meslek seçimlerinde gerilemesi ve 1945’ten bu yana Fransa’nın en büyük sendikası iken bugün yerini, neredeyse açıktan hükümet lehine tavır belirleyen bir sendika olan CFDT’ye bırakması, 2-) CGT’nin Sarı Yelekliler hareketinin dışında kalması; esas olarak emekçi hareketi olan bir hareketin önderi olması gerekirken ona mesafeli yaklaşmasının nedenleri ve 3-) Avrupa Birliğinin resmi kurumları ile el ele çalışan Avrupa Sendikalar Konfederasyonu CES’e 1995’te üye olduktan sonraki bilançosu.
Aslında tüm bu sorular tek bir soruna cevap vermeyi hedefliyordu: Sınıf hareketine nasıl bir CGT gerekli?
SARI YELEKLİLER VE SINIF SENDİKACILIĞI
Fransa’da, bundan 6 ay önce Sarı Yelekliler hareketi kendiliğinden bir hareket olarak patlak verdiğinde sendikal cephede tüm örgütler buna mesafeli durmuştu. Kuşkusuz hareketin yapısı ve eylem biçimi, taleplerinin giderek sosyal nitelik kazanarak farklılaşması ilk anda bu hareketi anlama açısından birçok zorluğu da beraberinde getirdi. Fakat bu, işçi ve emekçilerin çıkarlarını savunduğunu iddia eden, bu yönde gerçekten önemli adımlar atmış olan CGT’nin bu hareketin dışında kalması için geçerli bir neden değildi.
Fransa’da işçi ve emekçilere bu kadar yoğun saldırıların yaşandığı bugünkü koşullarda sermayenin saldırılarına karşı bu kadar kapsamlı bir hareketin çıkması, üstelik toplum düzeyinde yüzde 70-75’lere kadar destek alması, buna karşılık CGT gibi bir işçi sendikasının hareketin dışında kalması kabul edilemezdi. Bunun kongreye yansımaması da mümkün değildi.
Nitekim böyle de oldu. Fakat sendikanın Genel Sekreteri Philippe Martinez’in sunduğu raporda bu konu bilinçli bir şekilde göz ardı edildi. Bu bile yönetici organların bu süreci nasıl değerlendirdikleri konusunda bir fikir sahibi olmaya yetiyor. Kuşkusuz sendika yönetimi üye erimesi ve son mesleki seçimlerde oy kaybı yaşamasını haklı olarak dert ediyor. Ama bu sorunu kendi başına sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap verme sorunundan bağımsız ele alarak yanlış temeller üzerinden gündeme getirdi. Yanlış bir soruya doğru cevap verilmez. Nitekim CGT, sınıflar mücadelesi perspektifiyle bir sınıf sendikası olarak işçi sınıfı ve tüm emekçilerin çıkarları için aktif olduğu tüm dönemlerde hem üye sayısını hem de toplum içinde etkisini arttırmıştı.
CGT YÖNETİMİ BİRÇOK KONUDA AZINLIKTA KALDI
Philippe Martinez’in yönettiği Konfederasyon, aslında önemli bir değişikliğin olmasını istemiyordu. Fakat 6 aydır istikrarlı bir şekilde süren Sarı Yelekliler hareketi bu hesapları altüst etti.
Sendikanın 800 civarındaki yerel şubesi, bu sosyal hareketle birçok bölgede bağlar kurdu, ortak talepler etrafında mücadele verdi. Merkezin mesafeli duruşuna karşın en mücadeleci şubeler, Sarı Yelekliler hareketine başından beri katılıyordu. Hareketin talepleri emekçiler lehine netleştikçe, CGT içerisinde kongrenin çok öncesinden tartışmalar zaten başlamıştı. CGT’nin merkezi yönetimi, bu kongrede bölge sendika yönetimlerinin merkeze daha yakından bağlanmasını sağlayacak bir öneride bulunmayı tasarlamıştı, fakat öyle olduğu durumda bu, Sarı Yelekliler hareketine katılan örgütlenmelerin hareketini kaçınılmaz olarak sınırlayacaktı. Bu nedenle öneri reddedildi.
Yönetim raporunda olmamasına rağmen, kongrenin sonuç bildirgesinde Sarı Yeleklilere açıktan destek verildiğinin belirtilmesi de aslında merkezin son aylarda izlediği çizginin sert bir eleştirisi oldu.
Sonuç itibarıyla bu eleştirilere rağmen yönetimin raporu onaylandı, fakat belirtmek gerekir ki bu onay ancak yüzde 60’lar düzeyinde, yani CGT tarihinin en düşük oranlardan birisi olarak kaldı.
CGT’nin kongresinde yaşanan tartışmalar bir yandan sınıfa ihanet eden çizgileri reddetmeyi gündeme getirirken, diğer yandan da sınıf sendikacılığının bugün ne anlama geldiği konusunda hâlâ derin bir kafa karışıklığının yaşandığına işaret ediyor. Ama her şeye rağmen yüzde 80’den fazlasının ilk kongresi olan 1000 delegenin yürüttüğü yoğun tartışmalarda “sınıf mücadelesi”, “kapitalist sömürünün varlığına” yapılan vurguların büyük alkışlarla karşılanması Fransa’daki sınıf hareketinde yeni bir döneme doğru gidildiğine işaret ediyor.
ULUSLARARASI İLİŞKİLER SORUNU ÜZERİNDEN ÇİZGİ TARTIŞMASI
CGT kongresinde gündeme gelen önemli tartışmadan birisi de CGT’nin uluslararası düzeyde hangi sendikal örgütlenmeye üye olacağıydı. Mesele, 1945’te kurucuları arasında yer aldığı ve 1995’te terk ettiği Dünya Sendikal Federasyonu FSE’ye mi yoksa Avrupa Sendikalar Konfederasyonu CES’e mi üye olacağı tartışmasıydı. Ancak bu aslında CGT’nin hangi sendikal çizgiyi izleyeceği sorusuna verilecek bir yanıttı.
CES, 1973 yılında kuruldu ve esas amacı da inşası hızlanmaya başlayan “AB kurumları içinde işçilerin çıkarlarını savunmak”. Yani CES’in işçilerin çıkarları için mücadele etme diye bir amacı zaten yoktu. AB resmen kurulduktan sonra CES tamamen resmi, bürokrat bir sendikal birlik oldu ve “Sosyal Avrupa” gibi bir umudu masa etrafında savunmaktan öteye hiçbir zaman gitmedi. Tabandan tepkilerin arttığı dönemlerde ise öfkeleri dindirmeye yönelik gösteri çağrısında bulundu.
CES’İN BAŞINA HÜKÜMET YANLISI BAŞKAN
21-24 Mayıs’ta 14. Kongresini Viyana’da toplayan CES’in başına Fransa’nın hükümet yanlısı sendikası olan CFDT’nin başkanı Laurent Berger seçildi. Berger, son yıllarda Fransa’da patlak veren tüm emekçi hareketlerine yönelik ihanetiyle, hükümet lehine aldığı tavırlarla, en gerici işçi düşmanı reformları savunmasıyla tanınan biri. Böyle birinin CES’in başına getirilmesi kuşkusuz sendikanın izlediği ve izleyeceği çizgiye dair bir fikir veriyor.
Bu CGT açısından bir çelişki; işçi çıkarlarına defalarca ihanet etmiş CFDT ile aynı uluslararası sendikal örgütlenmeye üye, peki alınan kararlar, birçok açıdan birbirine çok uzak olan bu iki sendikal örgütü nasıl tatmin edecek; bunlar Fransa’da nasıl uygulanacaktır?
FSE DE SEKTER BİR ÇİZGİYE KAYDI
Diğer yandan FSE’nin çizgisi de sorunsuz değil. FSE, kuruluşunda, sınıf sendikacılığını savunuyordu fakat sosyalist kamptaki ideolojik bulanıklıkla giderek sınıf ve kitle sendikacılığını terk etti, daha sekter bir çizgiye kaydı.
Kuşkusuz bugün CES’e göre daha “solcu” ve “radikal” söylemleri var, fakat bu onun sınıf sendikacılığı çizgisinde olduğu anlamına gelmiyor. FES’e yeniden üye olunmasını savunan Kimya ve Gıda Federasyonlarının bu konuda daha geniş bir perspektiften değerlendirmeye ihtiyaçları var.