Şair ve yazar Veysel Çolak: Şair, sorumlu bir toplumsal öznedir
Veysel Çolak'ın, “Kalbim Hoşça Kal”, “Şair, Şiir, Hayat” isimli kitaplarından hemen sonra “Şiir Diyalektik Değilse” adlı kitabı okurlarla buluştu.
Veysel Çolak'ın Şiir Diyalektik Değilse kitabının kapağı
Ömür ÖZÇETİN
Veysel Çolak üretken bir şair. Şiirlerinin yanı sıra şiir üzerine yazdığı yazılarla sanat ve insan ilişkisini sorgulayıp duruyor. 2019’da “Kalbim Hoşça Kal”, “Şair, Şiir, Hayat” isimli kitaplarından hemen sonra “Şiir Diyalektik Değilse” adlı kitabı okurlarla buluştu. Kitapta şairin sorumluluğuna, şiirin bireysel ve toplumsal işlevine dikkat çekiliyor. Bu bağlamda Veysel Çolak’la söyleştik.
Şöyle başlayalım: Size göre şiir mi hayatı, hayat mı şiiri dışlıyor?
“Şiirin hayatı, hayatın da şiiri dışlaması”, kendiliğinden olmaz. Her sonuçtan sorumlu birilerinin olması gerekir. Şiir söz konusu olduğunda ilk usa gelenler şair ve şiir ilgilileridir, sonra da bütün toplum. Şair, kapitalizmin karşı olduğu şiirin içeriğini kavramazsa, yazdığı şiirin yaşamı dışlaması kaçınılmazdır. Yaşananların ise hiçbir suçu yok. Yaşanan, bütün çıplaklığıyla orada, ortada duruyor. Her şey insanda başlayıp insanda bitiyor yani. Sorun insanda.
George Thomson’un “Gerçek olan çirkindir, güzel olan ise gerçek değildir.’’ paradoksundan yola çıkarak kapitalist toplumun ürettiği gerçekliğin çirkinliğine vurgu yapıyorsunuz. John Keats (1795-1821) ise “Hakikat güzelliktir, güzellik de hakikat” diyor. Çelişir gibi görünen bu iki paradoksu göz önünde alarak şairin toplumsal yeri hakkında neler söylenebilir?
Geoge Thomson’a ait bu söz, paradoks içerikli. John Keats’inki öyle değil. Her ikisi de İngiliz ama karşıt dünyaların insanı. George Thomson, Marksist bir yaklaşımla toplumbilimden yapıyor çıkışına, yaşanan gerçekliğe dikkat çekiyor. Yaşamın ve sanatın içeriğinden söz ediyor. Şiir dilini ustaca kurduğu, şaşırtıcı imgeler oluşturduğu söylenen John Keats’in sözü ise yaşanana ilişkin değil. İdealistçe bir yaklaşımla, duyu organlarıyla algıladıklarının güzel olduğunu söylüyor. Dayanak olarak da doğayı gösteriyor. Yani, “Çiçekler, ormanlar, denizler, kuşlar... güzeldir.” demeye getiriyor. Oysa güzellik / çirkinlik söz konusu olduğunda; estetik ölçütler işlerliğe girdiğinde, üzerinde durulması gereken sanatçıların yaratıları olmalı. Şairin bu bilinçle toplumsal bir özne olmayı seçmesi gerektiğini düşünüyorum.
Peki şair, metafizik bir yaratıktır yargısında bulunanlara karşı siz şairi toplumda ve evrende nasıl konumlandırıyorsunuz?
Maddi dünyayı az çok kavramış insanın anlamadığı, açıklayamadığı ama düşlediği durumlar karşısında içsel, metafizik dünyalar oluşturur. İnsanî açıdan bakıldığında anlaşılır bir durumdur bu; ama bilimsel açıdan bakıldığında, insanoğlunu maddi dünyanın, toplumsallığın, üretim ilişkilerinin, toplumsal- kültürel yapıların, sınıfsal çatışmaların belirlediği görülür. Metafizik kültür; insanı maddi dünyanın, yaşananın dışına çıkartıyor. Benim kabul etmediğim bu.
“İçeriğin Zenginliği, Biçimin Olgunluğu” başlıklı yazınızda “Uzun zamandır yazınsal yapıtları gündeme getiren yazıların hiçbirinde Marksist kavramların hiçbiri kullanılmıyor.” saptamasını yapıyorsunuz. Bu kanıya varırken dayanaklarınız nelerdir?
Aynı noktada buluşan birçok nedeni var böyle olmasının: Çoğunlukla şairlerin bir dünya görüşünden yoksun olmaları, insanî açıdan politikleşmiş şiire uzak durmaları, sınıfsal açmazları, uzlaşmaz çelişkileri görmemeleri ve bunları şiirlerinin konusu/ teması kılmamaları; Marksist değerlendirme yapmanın önünü kesiyor. Ayrıca bu alanda ideolojik savaşıma işlerlik kazandıracak özneler, neredeyse, yok gibi. Şiiri, bir oyalanma edimine indirgemenin de payı var bunda. Şairin politik geri çekilişi, şiirin yaşamın dışına çekilmesine neden oluyor. “Bu da öylesi şiirlere ilişkin Marksist kavramlarla bir değerlendirme yapmayı olanaksızlaştırıyor” diyen görüşe katılmak olanaksız. Böyledir ama bu Marksist kavramlarla konuşmayı, yazmayı engelleyemez. Sorun, insanların Marksist kavrayıştan uzaklaşması olmalı.