OHAL'le ihraç edilen yaşamlar: İnsanlar bize selam vermekten bile korkuyor
İnsan Hakları Ortak Platformu’nun ihraç edilen kişiyle yaptığı görüşmelerde, insanların ihraç edilen kişilere selam vermeye bile korkar hale geldiği, yakınlarının kendilerinden uzaklaştığı belirtildi.
Fotoğraf: Evrensel
Derya KAYA
Ankara
Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında ihraç edilenlerin anlattıkları, iktidarın on binlerce insanın yaşamını nasıl tecrit ettiğini gözler önüne seriyor. İnsan Hakları Ortak Platformu'nun çok sayıda ihraç edilen kişiyle yaptığı görüşmelerde, insanların ihraç edilen kişilere selam vermeye bile korkar hale geldiği belirtildi. Yakınlarının kendisinden uzaklaştığını anlatan bir kişi: “Kimsenin olmadığı bir sokakta karşılaşırsak o zaman sarılıyorlar. Ama yüz yüze gelmek, selam vermek, telefon etmek bile istemiyorlar” dedi.
15 Temmuz darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHAL’in üzerinden neredeyse 3 yıl geçti. Binlerce kamu emekçisinin ihraç edildiği, derneklerin, sivil toplum örgütlerinin, gazetelerin, televizyonların kapatıldığı, hak ihlallerinin yaşandığı OHAL dönemi geçtiğimiz yıl sona erse de uygulamaların birçoğu ve etkileri devam ediyor. OHAL sürecinde sosyal ve ekonomik haklar açısından neler yaşandığını anlamak için İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) kamudan ihraç edilenlerin yanı sıra 3 dernek ve 1 kapatılan yerel gazeteden 27 kadın, 12 erkek, 39 kişiyle odak ve derinlemesine görüşme yaparak alan araştırması gerçekleştirdi. Çalışmayı da OHAL KHK’leriyle üniversitelerden ihraç edilen akademisyenler yaptı. İhraç edilenlerin yaşadıklarını çalışmanın yürütücüleri, İHOP Genel Koordinatörü Feray Salman ve kendisi de KHK ile ihraç edilen akademisyen Hülya Kendir ile konuştuk.
Bu çalışma nasıl bir ihtiyaçtan ortaya çıktı?
F.S: Daha önce de OHAL dönemleri oldu ama ne olduğunu derli toplu ortaya koyacak çok fazla olanağımız yoktu. Ancak bu dönemin OHAL’i mutlaka kayıt altına alınmalı diyerek başladık. Bir yandan da kayıt altına aldığımız şeyler OHAL’de ortaya çıkan bütün haksızlık ve hukuk dışı şeylerin üzerine de gitmemizi sağlayacak bir çeşit yol haritası oluşturmamızı sağlayacaktı.
Yaptığınız görüşmelerde öne çıkanlar ne oldu?
H.K: İlk olarak konuştuğumuz herkes bir şekilde iş yerinde bir sıkıntı hissediyor, bazılarına soruşturma açılıyordu. Bu soruşturmalar çoğunlukla iş yeriyle ilgili değil, siyasi görüşleri, üye olduğu sendika, etnik kimliğinin, cumhurbaşkanlığı seçiminde kime oy verdiğinin sorgulandığı soruşturmalardı. Konuşmanın başlarında “kötü hissetmedim, öngörüyordum” diyen bile o 48 saatin şok olduğunu anlattı. Güvencesiz kalma sorunu vardı. İhraç edildiğinizde sadece 100 gün daha muayene olabilirsiniz, bu insanlar ilaç yazdırmak için 100 günü yakalamaya çalıştı. Sonrasında eşin çalışıyorsa eşinin ya da evli olmayan kadınlarda anne-baba üzerinden geçebiliyorsun ama diğerlerinde tek çare GSS sistemine dahil olmak. Bu da ücrete tabi. İnsanlar çok endişeliydi, “İyi ki hastalanmadık” diye anlatıyorlar o sıkıntıyı. Emeklilik meselesi de özellikle bir sürenin üzerinde çalışan kamu emekçileri için ciddi sıkıntı. 3-4 yılı kalanlar yaşı bekleyenler ne yapacağını hiç bilemiyordu, iş bulsalar bile sigortasızdı.
EVİNİ VEYA ŞEHRİNİ DEĞİŞTİRENLER YAYGIN
Yaşantıları nasıl değişmişti?
H.K: Ev kapatılmış, aile yanına taşınılmıştı. Şehir değiştirme, ev birleştirme, ev-araba satma çok yaygındı. Çocukların okulu değiştirilmişti, tabi bunların hiçbiri tercih değildi. Çok zorlanarak aileden destek alınmıştı. Bu erkekler için de, kadınlar için de zor. Bu kadınlar yıllarca eğitim görmüş, bir şekilde ekonomik bağımsızlığını da kazanmış, dönüp tekrar ailesine muhtaç duruma düşürülmüştü.
F.S: Yalnız annelerde çocuğunu annesine bırakıp başka şehirde çalışanlar vardı. O parçalanmanın boyutu inanılmaz, çocuklar üzerine etkisi hiç ölçülmedi bile.
Nasıl tepkiler gözlemlediniz?
H.K: Çocuğu olanların hepsi çocuklarının yaşantılarının değişmesinden, okul başarısının düşmesinden acı duyuyordu. Çocuklarının geleceğinden kaygılılardı. Kendileri Türkiye’den hiç gitmek istemese de “Çocuğumun gitmesini isterim, bunun yollarını da araştırıyorum” diyenler vardı. Konuşmanın en sıkıntılı olduğu kısımlar bu oldu. İkincisi; yaşlı anne babalar teselli etmişler ama “Biz sizi okuttuk, sen yıllarca çalıştın bunun için miydi” düşüncesi oluyor. Ciddi sağlık sorunları ortaya çıkan anne babalar olmuş. Bu açıdan görüşmecilerin “Annem bu yüzden kalp krizi geçirdi” demesi aşırı bir yorum değil. Ailesinden ciddi tepki görenler de vardı. Yalnız bırakılanlar çok sıkıntı içerisindeydiler, ‘Bir daha yüzlerini görmek istemiyorum’ ifadeleri oldu.
SELAMI KESEN ÇOK OLMUŞ
Nelerle karşılaşmışlardı?
H.K: Sosyal çevreden selam alamamak çok yaygındı. Bu çok ağır geliyordu insanlara. Çoğu örnekte: “Kimsenin olmadığı bir sokakta karşılaşırsak o zaman sarılıyorlar, ama yüz yüze gelmek, selam vermek, telefon etmek istemiyorlar” diye anlatılıyordu. Görüştüğümüz bir kamu çalışanı oturduğu apartmanda 3 genç üniversiteli komşusuna hep destek olmuş, yemek göndermiş. “Hala tabaklarımız onlarda duruyordur ama bana ihraç edildikten sonra bir kez olsun geçmiş olsun demediler, bana ağır geldi” diye anlattı.
KESK ÜYELERİ DAHA GÜÇLÜYDÜ
Farklı sendikalara üye emekçiler nasıl değerlendiriyor?
H.K: Genel olarak KESK üyeleri daha güçlü hissediyordu. Destek gördüklerini söylediler ama onlarda da bir takım sıkıntılar vardı. Diğer yandan sendikaya hem yurt içinde kamuoyu yaratma hem de uluslararası alanda bu konuyu daha çok gündeme getirme konusunda eleştirileri vardı.
Sizi en çok etkileyen ne oldu bu çalışmada?
F.S: Mesela bir derneği kapatıyorsunuz. Biz, o derneğin hizmetinden yararlanan bir çocuğun hikayesine tanık olduk. Aslında ona verdiği gücü ve sonra onun elinden nasıl alındığını gördük. Hizmet verdiği 5 bin kişi vardı. Bu 5 bin insanı görmeyen sistemin içerisinde yaşıyor olmak beni hakikaten öfkelendiriyor.
H.K: Direngenlikleri ve vazgeçmemeleri çok etkileyiciydi. Biri, “iki oğlum var, çocuklarım çok rahatlardı. Rahat para harcıyorlardı ama şimdi çok dikkat ediyorlar. Tuhaf bir kazanım, çocuklarım olgunlaştı” diye anlatmıştı. Bunu anlatırken bile bir mağduriyet hikayesi çıkarmıyor bundan.
‘YARGI REFORMUNDA BİR KELAM YOK’
Neler yapılması gerekiyor adaletin sağlanması için?
F.S: Bu insanların gerçekten somut olarak uğradıkları haksızlığın bir an önce giderilmesi, üzerlerindeki etiketin kaldırılması, kayıtların silinmesi gerekiyor bu anlamda. Kişi olarak, bir kişi olmanın sahip olabileceği hiçbir şeye sahip değiller. Bu gerçekten ağır bir sonuç. Yapılan haksızlığı tespit edecek bağımsız mahkemelere ihtiyaçları var. Çok zor olduğunu biliyoruz ama bunu sürekli olarak talep etmeliyiz. Bu olmadığı zaman bu insanların eski hallerine dönmeleri mümkün olmayacak. Hukukun üstünlüğü meselesi yıprandı. Yargı yönetenin ideolojisi üzerinden, onun baskısı altında hareket ederken buradaki bir ihlali gidermen mümkün değil. Yargı reformu stratejisine bakıyorsun, bir kelam laf yok. Fakat ısrarla talep edeceğiz.
'ÜZÜM TOPLAMAYA BİLE GÖTÜRMEDİLER'
İhraç edildikten sonra iş arama sürecinde neler yaşanıyor?
H.K: Çok ciddi sıkıntılarla karşılaşıyorlar. Mesela “Bravo ne kadar cesursunuz ama biz size iş veremeyiz, duyulursa bizim için sıkıntı olur”, “Alalım ama sigorta yapmayalım” ya da “Aynı işi yapandan daha az ücret verelim” gibi şeylerle karşılaşanlar olmuş. Görüştüğümüz insanlar içinde bir tane sigortalı çalışan vardı. Diğerleri genel olarak kayıt dışıydı. Gerçekten bir işsizlik halinin sürekli yeniden üretilmesi var. Buldukları işler ise daha çok yakın tanıdık üzerinden, tanıdık bir kafede “Gel bulaşık yıka, bahşiş senin olsun” gibi. Üzüm toplamaya bile götürülmediklerini söyleyen vardı. Bunlar da toplamda hak ihlallerinin süreklileşmesini yaratıyor.
ÖZEL SEKTÖR DE DOLAYLI KATILDI
F.S: Kadınların bir kısmı kooperatif kurmuşlardı. Kadınların geleneksel olarak bilmek durumunda olduğu yemek, dikiş gibi işleri yapmaya çalışıyorlardı. Bir kooperatif kurduğunuzda KOBİ desteğine çok rahatlıkla ulaşabilirken görüştüğümüz kadınlardan KOBİ desteği için ön görüşmeye gidenlere “Başvurmasanız daha iyi olur” gibi bir durum olmuş. Dolayısıyla özel sektör alanında bile etkisi olan bir şey. Özel sektörün de dolaylı bir biçimde KHK’lerin uygulanması sürecine katıldığını gösteriyor aslında.
TACİZE UĞRADI AMA KARAKOLA GİDEMEDİ
Kadınlar nasıl yaşıyor bu süreci?
H.K: Özellikle boşanmış, tek başına çocuk büyütmek zorunda kalan kadınlar için daha ağır. Çoğu kadın “Ben okudum, emek verdim nasıl olur?” diye soruyordu. Hepsine “Evin kızı” konumuna düşmek çok ağır geliyor. Çünkü parası yok, başka bir yere gidemez, artık bağımsız olamaz, çocuklarının bakımı için eski eşiyle ya da ailesiyle belki istemediği bir ilişkiyi sürdürmek durumunda... Örneğin; 25 yıl çalışmış genç bir kadın ihraç edildikten sonra çok evlenme teklifi aldığını ama “Demek ki ben daha çok muhtaç, korunmasız görünüyorum, önceden bir statüm vardı” diye üzülerek anlattı.
Kadınların bir de anneliklerinin sorgulanması vardı. “Sen nasıl annesin çocuklarını hiç mi düşünmedin” ya da çocuklarının kendisinden “Anne senin daha normal bir anne olmanı isterdim” sözleri gibi. Hiçbir erkek kamu çalışanı babalığının sorgulandığını bir hikaye anlatmadı.
Neler hissediyorlar peki?
H.K: “Ben bu ülkenin yurttaşı mıyım değil miyim?” Çok açık bir şekilde bunu söylediler. Konuştuklarımız çok vurucu anlar da paylaştı. Örneğin; biri tatilde tacize uğradığını ama karakola gitmediğini anlattı. Çünkü bir KHK’li olarak karakola gittiğinde bu hikayenin bile nasıl anlaşılacağından emin olamadığını, normalde bu gücünün olduğunu ama bu durumda yapamadığını anlattı bize.