‘İlahi iktidar’ terledi ama program daha iyi yönetilebilirdi
Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, yoğun ilgi gösterilen ortak yayını Ekrem İmamoğlu, Binali Yıldırım ve İsmail Küçükkaya açısından değerlendirdi.
Ekran görüntüsü: Youtube
Fatih POLAT
Bir televizyon programına olası etkisinin çok üzerinde anlamlar yüklemek, onu daha baştan ne çıkarsa tatmin etmeyecek hale getirir. Öyle de oldu.
İsmail Küçükkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı ve Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım’ı karşı karşıya getiren program, iktidarın bir strateji olarak rakipleriyle yayına çıkmama tavrı nedeniyle yıllar sonra gerçekleşen ilk program olması bakımından kuşkusuz önemliydi. Ancak siyasi tercihlerin önemli ölçüde şekillendiği bir zamanda bir programın seçmen eğilimlerini etkileme düzeyine yüklenen anlam ya da ‘demokrasimizi’ güçlendirmeye dair katkısı bağlamında yapılan analizler bir soru işaretini gerekli kılıyordu.
Adı da zaten bir ‘karşılaşma’ olarak konulan ve haftalar öncesinden kuşatılarak adeta siyasi bir boks maçı havasıyla gelinen programda neler oldu, geriye kaldı?
Çeşitli açılardan notlar halinde sıralamaya çalışalım.
Öncelikle belli bir zaman sınırlaması ve kullanılan yöntem programı daha çok bir panel formatına soktu. Küçükkaya’nın Binali Yıldırım’ın, rakibinin sözlerini kesme ve iktidar olmanın yarattığı avantajı kullanma çabaları karşısında kural hatırlatarak aralara girmesi olumluydu. Yani bu yönüyle Küçükkaya’nın bir dik duruş sergilediğini not edelim baştan. Ancak bu format, programdaki tartışmanın derinleştirilmesini de zorlaştıran bir formattı.
Küçükkaya’nın programa başlarken tarafların babalar gününü kutlaması ve iki adayın da birbirinin babalar gününü kutlayarak, karşılıklı hediyeler verilmesi, fazlasıyla gergin gidilen bir seçimin ikliminde seçmen karşısında olumlu bir izlenim yaratmaya dair bir hareketti.
Küçükkaya’nın Binali Yıldırım’a Sayıştay raporu üzerinden sorduğu soru karşısında Binali Yıldırım’ın kendisine bu raporu okuyup okunmadığını sorması üzerine okumadığını söylemesi ciddi bir hazırlıksızlık göstergesiydi. Ancak programın devamında Ekrem İmamoğlu o Sayıştay raporunu gösterdi ve alıntı yaparak konuştuktan sonra Yıldırım’a raporu okuyup okumadığını sorunca Yıldırım da okumadığını söyledi. Böylece bu faslın kazananı İmamoğlu oldu.
Küçükkaya’nın kadınlara dair sorduğu soruyu kreş meselesine sıkıştırması da başka bir sorundu. Bu sadece zaman sınırlılığı ile açıklanamaz. Ayrıca Yıldırım, ulaşıma dair İstanbul’da yaptıklarını anlatırken, pek çok yönüyle tartışılan yeni havaalanı konusunda moderatörün derinleştirici bir soru sorması gerekirdi. Böyle bir soru sormayınca Yıldırım’a bu kısımda bol bol propaganda yapma imkanı kalmış oldu.
Küçükkaya’ya dair diğer bir nokta da, soru sorarken yaptığı ‘Kürt kökenli vatandaşlar’ vurgusu. ‘Muhafazakâr Kürt seçmen acaba kime oy verecek’ dendiğinde yani Kürtler üzerine soru işareti konduğunda net olarak ‘Kürt’ denilebiliyor da, nötr olarak ifade edildiğinde neden hemen ‘köken’e dönülüyor?
Adaylarla devam edelim. Binali Yıldırım, programın özellikle ilk bölümünde iki kez sinirlenerek ‘kardeşim’ ifadesini kullandı. Daha önce programcılara karşı ‘Bu nasıl soru?’ gibi iktidarını ima eden sorularıyla da tanıdığımız Yıldırım, tek adam yönetimine dayalı iktidar yapısının kendisi üzerinde yarattığı sonuçları da programda çeşitli biçimlerde yansıttı. Rakibine karşı araya girerken ya da tepki gösterirken kullandığı üslup bunun bir işaretiydi. Ama süresinin sınırlandırılmış olması ve bugüne kadar alıştığı pas sorulardan farklı bir formatla karşılaşmış olmak Yıldırım’ın elinden o ‘ilahi iktidar’ gücünü almış oldu.
Ekrem İmamoğlu’nun temel stratejisinin ise, AKP tabanını etkilemek bakımından rakibini sıkıştırırken rencide etmemeye, üzerine çıkıp çiğnemeye varan tutumlara girmemeye özen göstermek üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkün. Bununla birlikte dersine iyi çalışmış bir performans sergileyen İmamoğlu, 31 Mart gecesi Anadolu Ajansının uzun süre veri paylaşımını kesmesine dair sorduğu sıkıştırıcı sorularla Yıldırım’ı ‘Veri kesilmesi doğru olmamıştır. Ama bu konuda açıklama yapması gereken AA’dır’ demek zorunda bıraktı. Hatta program sırasında AA da hiç ikna edici olmasa da bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Bu İmamoğlu’nun hanesine yazılan bir artıydı.
Diğer yandan beklendiği gibi program sırasında sosyal medya da bir yan kulvar olarak işledi. Örneğin İmamoğlu’nun kravatının mavi beyaz olması üzerine troller bol bol Yunanistan benzetmesi yaptı. Oysa bu renkler İstanbul’un logosunun renkleriydi ve kaldı ki Yunanistan da Türkiye’nin bir komşusudur.
İmamoğlu rakibine kıyasla daha güler yüzlü ve hazırlıklıydı ancak, onun da, 23 Haziran’a kadar sürekli gündemde olmaya yönelik bir strateji izlemesinin yarattığı gerilimin yıpratıcı etkisi hissediliyordu. Rakibine göre zamanı daha iyi kullandı, çok daha hazırlıklıydı ve yine de nispi bir tutukluk gözleniyordu.
İmamoğlu’nun belediyelere dair sosyal mekanlarda içki kullanımına kendisinin de izin vermediğini söylemesi ise AKP tabanı dikkate alınarak kullanılan bir söylem olsa da, iktidarın bugüne kadar mekanın ve yaşam biçimlerinin muhafazakârlaştırılmasına dair yaptığı basıncın bir sonucuydu aynı zamanda. Sosyal demokrat bir partinin adayının AKP tabanını etkilemeyi dikkate alsa da söylemi buralara kadar vardırmaması gerekirdi.
Programda Fethullah Gülen üzerinden sorular bağlamında aslında şunu da hatırlatabiliriz. Yıldırım itham edici olmasa da, rakibini bu konuda sıkıştırma ve teste tabi tutma hakkına sahip olma duygusuyla davrandı. Çünkü, iktidar zaten İmamoğlu’nun sıkıştırma ve hatta kazandığı seçimi iptal ettirme stratejisini de bunun üzerine kurmuştu. Oysa örneğin, Fethullah Gülen’in kardeşi Nidai Gülen’in 14 Ekim 2012 günü düzenlenen cenaze törenine katılan 3 AKP’li bakandan birisi Binali Yıldırım’dı. Yine 2013 yılında Türkçe Olimpiyatlarına katılarak Fethullah Gülen hakkında övgü dolu sözler söyleyen de kendisiydi. Bir cenazeye katılınır ama rakiplerinizi tam bu noktalardan sıkıştırmayı bir siyasi strateji olarak benimsiyorsanız o zaman bu sorulara da yanıt vermeniz gerekir. Bu soruları Küçükkaya sormadı, biz hatırlatmış olalım.
Programın sonunda Küçükkaya’nın iki katılımcıya da, kendisinin programı yönetme biçimine dair izlenimlerini sorarak, ‘teşekkür’ü çekip alması da çok şık olmadı. Zira moderatör orada kamuoyunun sorularına yanıt aramak, tercüman olmak göreviyle bulunuyorsa, programın katılımcılarından teşekkür beklemez, bunu ancak izleyiciden umabilir.
Bu program seçmen davranışlarını nasıl etkiler? Doğrusu seçimlere bir hafta kalan eğilimler büyük oranda şekillenmiş durumdu. Bu açıdan nicelik olarak dikkate değer bir sonuç yaratabileceği kanısında değilim. Ama ‘sıfır’ etkisi olur demek de anlamsız olur herhalde.
‘İlahi iktidarın’ rakibi karşısında terlediği bir program izledik, demokrasi adına bir artıdan söz edebileceksek bunu not edebiliriz.
Küçükkaya açısından da, iktidar karşısında eğilen bir noktaya düşmemesini önemli bir mesleki artı olarak bir daha vurguladıktan sonra, işin ‘şölen’ kısmı ve zaman kullanımı yönetimi dışında soru içerikleri bakımından dersine iyi hazırlanmadığını da yazıyı bağlarken bir kez daha hatırlatalım.