Macron şimdi de işsizlere karşı!
Fransa'nın yeni ekonomi paketi, İngiltere'de başbakan seçimi ve Alman'yada Vali Lübcke'nin öldürülmesi Avrupa'da tartışılan konuların başında geliyor.
Fotoğraf: Dursun Aydemir/AA
Avrupa’da neoliberal önlemlerini ciddi halk tepkisine rağmen sürdüren Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve hükümeti, yeni bir tasarı daha gündeme aldı. Sarı Yeleklilerin taleplerine cevap verme adı altında sunulan “işsizlik reformu” bir kez daha toplumun en yoksul kesiminin sırtından “tasarruf” yapmayı planlıyor. Hükümet işsizler üstünden 3,4 milyar kemer sıkacak. Ayrıca işsizin “Aktif iş aradığını kanıtlaması”na yönelik dayattığı katı kurallar koyarak yüz binlerce işsizi, işsizlik kurumu kayıtlarından silme hesabı yapıyor. Bir kez daha işsizliğe karşı mücadele “işsize karşı mücadele”ye dönüşmüş durumda. Humanite gazetesinden çevirdiğimiz yazı, bu tasarının sunulduğu gibi reform değil, tersine karşı reform olduğunu belirtiyor.
İNGİLTERE BAŞBAKAN SEÇİYOR
İngiltere’de yeni başbakan arayışı son aşamasında. Muhafazakar Parti üyelerinin bir dizi oylamasından sonra Dışişleri Eski Bakanı Boris Johnson ve yerini alan Jeremy Hunt son iki aday olarak kaldılar. Parti üyelerinin oylaması sonucu başbakan önümüzdeki ay belli olacak. Parti tabanının favorisi olan Boris Johnson, başbakanlığı garantilemiş gibi görünse de kazananın Brexit konusunda elleri bağlanmış olacak görünüyor.
Almanya’da Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke’nin yakın mesafeden başına ateş edilerek öldürülmesi aşırı sağ cinayetleri tekrar gündeme getirdi. Dosyayı devralan Federal Savcılık Sözcüsü, gözaltına alınan 45 yaşındaki zanlının daha önce aşırı sağcı şiddet olaylarına karıştığını belirtti.
FRANSA: GERİCİ İLERİCİLİK
Pierre CHAILLAN
Humanite
Bir reform ne işe yarar? Genel kabul gören tanımlamaya göre, olumlu bir değişim elde etmek için yapılan değişikliktir. Olumlu bir değişim mi? Gündeme gelen işsizlik maaşı reformu, Başbakan Edouard Philippe’in belirttiği amaçlara göre “İşsizlerin sayısını 150 bin ile 250 bin arasında azaltmayı ve 2019-2021 dönemi içinde 3,4 milyar avro tasarruf yapmayı” amaçlıyor. Fiili olarak bu amaçlar birçok işsiz açısından (beş işsizden birisi için) haklarının yok edilmesi ve kimileri için işsizlik maaşının süre içerisinde giderek düşmesi, diğerleri için ise hiçbir maaş alamamaları anlamına geliyor.
Bunları gizlemek için ise serbest işçiler ve işinden istifa edenler için kimi ufak tefek haklar öne sürülüyor. Bu “reform”, işsizlik girdabına düşmüş ve kronik sosyal güvencesiz işlerde çalışmak zorunda olan işçilerin zaten kötü olan durumunu daha da kötüleştirecektir. Kendisini “ilerici” diye tanıtan bir hükümet açısından utanç verici bir durumdur. Sosyal ve insani açıdan genelleştirilmiş bir gerilemeye neden olacak önlemler nasıl “reform” diye tanıtılabilir ki?
Hükümet artık bu ikiyüzlüce yalanlara bizleri büyük oranda alıştırdı. Daha da kötüsü tamamen muhasebeci bir hesap içinde olan bu sözde “iyileşme”, büyük sermaye lehine yapılan vergi muafiyetlerinin işsizlik kurumunun bütçesinde doğurduğu dengesizliği bir kez daha işsizlerin sırtından elde etmeye çalışıyor.
İnsani politika karşıtı bir yaklaşımın doruk noktası ise işsizlik verilerini düşürebilmek için işsiz insanların, onlara verilmesi gereken sosyal korumadan dışlanmasıdır.
İş hakkında, toplu taşıma kamu hizmetinde, eğitim sisteminde yapılan sosyal gerilemelerden sonra, işçilerin (işsiz ve emekli) haklarında gündeme gelen bu gerilemenin ismini doğru nitelendirmek lazım: gerçek gerici bir karşı reform.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
İNGİLTERE: JOHNSON VE HUNT KAÇINILMAZ GENEL SEÇİMİ KAZANMA YARIŞINDA
Anand MENON
Alan QUGER
The Guardian
Brüksel’de perşembe günü buluşan Avrupa liderlerinin yoğun gündeminde Brexit önemli bir yer tutmuyordu. Lakin, kabul etmeseler de akşam İngiltere’den aldıkları haberler ürkütücü idi. Geriye kalan iki başbakan adayının da Brexit vaatleri, Avrupa’nın kabul edeceği türden değil. Dahası, kazanan (Eski Başbakan Theresa) May’in yaşadığı parlamento ikilemlerinin aynılarıyla yüzleşmek zorunda kalacak.
Avrupa’nın Brexit görüşmelerinde uzun dönemdir “bilinen bilineni” Johnson’du. Eğer favori kazanırsa ve söylediğini ciddiye alacak olursak, Avrupalı ortaklarımızı önümüzdeki aylarda yoğun bir dönem bekliyor. Johnson, başbakanlığı üç yıllık Brexit görüşmelerinin üç aylık ‘en iyi’ turunu vadediyor.
İlkin, backstop (İrlanda’da fiziki bir sınırın önüne geçebilmek için öngörülen acil durum mekanizması) iptal edilecek; Kuzey İrlanda sınırında kontrollerin yerine iki yıllık geçiş sürecinde kararlaştırılacak olan alternatif aranjmanlar getirilecek. Sorunsuz geçiş için May’in başarıyla kazandığı 24 aylık süreç, İngiltere’nin sınıra alternatif bulması için bir zaman limitine dönüşecek.
THATCHER’IN ÇANTASI YERİNE BORIS’İN CÜZDANI
Avrupa bunu beğenmezse B planı hazır; Thatcher’ın çantası yerine Boris’in cüzdanı Brüksel’de ortaya çıkacak. 39 milyonluk boşanma çeki önce AB’nin önünde sallanıp sonra yırtılıp atılacak. Parayı unutun, bize Kanada usulü bir serbest ticaret antlaşması verin denecek.
Çek manevrası da tutmazsa plan C bile mevcut. AB, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kurallarını yırtıp atmaya ikna olacak. Anlaşmasız bir Brexit’i, koşulların aynı kaldığı bir geçiş süreci takip edecek; hiç ekonomik acı çekmeden tüm politik kazanımlar elde edilecek. Ne yazık ki AB böyle bir anlaşmayı bize sunmayacak; yasal olarak sunması da mümkün değil.
Dahası, Boris, salı günkü televizyon tartışmasında “Tarifeler, kotalar olmayacak çünkü GATT 24 (AB Genel Tarife ve Kota Antlaşması), ya da benzeri uyarınca serbest ticaret antlaşması yapılana kadar, var olan koşulları devam ettirmek istiyoruz.”
“Benzeri uyarınca”! Tam da müstakbel bir başbakandan beklenen türden bir açıklık. Fakat Johnson hatalı, çünkü GATT 24 uygulanmadan önce AB’nin yeni ticaret antlaşması müzakereleri kararı almış olması ve süreç üzerine anlaşılması gerekiyor. AB ise bunu yapmayacağını açıkça belirtti. Dahası, Michael Barnier, İngiltere’nin anlaşma olmaksızın AB’den çıkması koşulunda ticari anlaşmayı tartışmaya başlamadan önce üç ana ayrılma konusunun çözüme ulaşması gerektiğini söyledi.
Bugüne kadar “bilinen bilinmeyen” ise Johnson’un karşısında kimin olacağı idi. Şimdi biliyoruz ki Hunt, May’in yerini alma yarışında ikinciliği neredeyse garantiledi. O da Brüksel’e dolu dolu bir yaz vadediyor. European Research Group (Avrupa Araştırma Grubu, Muhafazakar Parti içerisinde AB karşıtı milletvekillerinin bir oluşumu) ve DUP’nin (Demokratik Birlik Partisi, İrlanda) dahil olduğu yeni bir müzakere grubu, backstop görüşmelerinde üstün gelecek; Brüksel çok şanslı. Eğer bu süper ekip bile başarılı olamazsa Hunt “Ticari kuruluşlar ve adanın birliğine karşı teşkil ettiği riskten dolayı gönülsüzce” anlaşmasız Brexit’e yönelecek.
MUHAFAZAKARLAR HER ŞEYİ KURBAN ETMEYE HAZIR
Hunt’ın Brexit politikaları çok da önemli değil aslında, çünkü çok büyük bir olasılıkla kaybedecek. YouGov anketlerine göre Muhafazakar Parti üyeleri Brexit’in gerçekleşmesi için her şeyi -birliği, ekonomik büyümeyi, hatta Muhafazakar Partinin kendisini- kurban etmeye hazır. Johnson, Mr.Brexit, üyelerle aynı görüşteki adam olarak görülüyor. Parti üyeleri arasında yapılan anketlerde büyük ara önde gitmesi çok doğal.
Aslında stratejilerin çok önemli olmamasının daha temel bir sebebi var. Adayların Brexit hikayelerinin gerçek dünya ile bağlantısı yok. Cevabı aranan anlaşma sağlamaktan çok başarısızlığı ‘en iyi’ kimin taşıyacağı sorusu.
İki aday da anında iki çarpıcı gerçekle yüzleşecek: Talepleri müzakere edilebilir değil ve hiçbir çoğunluğun sağlanamadığı bir parlamentodan geçmek zorunda.
Downing Street’in (başbakanlık ofisi) anahtarlarını almak için Muhafazakar Partiden tezkere almak yeterli olabilir. Fakat oraya vardıktan sonra bir şeyler yapabilmek için parlamentoda sayıları değiştirecek türden bir tezkereye ihtiyaç var.
Bu parlamento bir anlaşmayı ya da anlaşmasızlığı engelleyecek rakamlara sahip. AB’nin tasvip etmediği çözümleri destekleyebilecek ya da yeni bir referandumu reddedebilecek bir parlamento. Dolayısıyla, adayların ne dediği değil parlamento çıkmazını nasıl çözecekleri önemli.
Johnson ve Hunt’ın planları belirginleştikçe ortaya çıkacak olan gerçek şu: Muhafazakar Parti üyeleri Brexit’i düzeltecek olan için değil Brexit’in düzelmesi için gerekli olan seçimi kazanacak olan için oy verecekler.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
ALMANYA: SÖZCÜKLER ZEHİR ETKİSİ YAPTIĞINDA
Ferdos FORUDASTAN
Süddeutsche Zeitung
Evet, Walter Lübcke cinayetini çevreleyen koşulların açıklığa kavuşturulması biraz zaman alacak. Soruşturmayı yürütenler Kassel Bölge Valisi Lübcke’yi öldürdüğü zannıyla göz altına alınan Stephen E’nin gerçek suçlu olup olmadığını, suçu tek başına işleyip işlemediğini ve ardında aşırı sağ bir örgütün bulunup bulunmadığını öğrenmek için epey zamana ihtiyaç duyacaklar. Ancak gerçek olan; Lübcke olayının Almanya’nın aşırı sağcılıkla ilgili büyük bir sorunu olduğunu gösteren yeni acı bir kanıt olduğu.
Yetkililerin çok uzun süredir sağ tehlikeyi hafife aldıkları gerçeği bilinmekte. On yıllar boyunca, polisin ve istihbarat servislerinin gözleri yalnızca şiddet yanlısı solcular ve İslamcılara dikilmişti. Aşırı sağ şiddet çok ender gözlerine çarptı. Bu kör nokta, NSU’nun engel olmadan katliam yapmasına izin verdi, ırkçıların yabancı kökenli insanları hırpalamasını kolaylaştırdı. Ayrıca Stephan E’yi mültecilere yönelik hoş geldin kültürünü savunan bir politikacıyı öldürmeye teşvik etti. Elbette, aşırı sağ saldırıları sadece istihbarat ve güvenlik örgütlerinin neyi görüp görmediğine, kime hoşgörülü yaklaştıklarına ve ihmalkarlıklarına bağlamak kolaycılık olur. Nefret ve şiddete hazır olma atmosferi, sadece polis ve istihbarat servislerinin nasıl işlediğine bağlı değildir. Aynı zamanda sürdürülen politika ve toplumun bu konuyu nasıl tartıştığı da büyük önem taşır: Tek yanlı tartışma, bakış açıları, adil olup olunmadığı alayla başlayıp nefret ve kışkırtma ile devam edip edilmediği şiddetin ‘meşru savunma’ gibi görünmesine yol açabilir.
BU ATMOSFERİN SORUMLUSU POLİTİKACILAR
Sosyal medyada Walter Lübcke ilgi olarak ölümünden önce ve sonra yazılanlar aşağılama, alay, nefret ve kışkırtmadan başka bir şey değildi. Yazılanlar, bölge valisini öldürdüğü zannıyla göz altına alınan Stephan E’nin doğru bulduğu ve onu motive eden sözlerdi. Yazanların, yayımlayanların haklarında herhangi bir soruşturma açılmayan sözlerdi bunlar. Şimdilerde pek çok politikacının bu türden söylemleri mahkum etmesi olumlu. Ancak ülkedeki atmosferin sorumluları, bu sözlerin yazarları kadar, bu şekilde tartışılmasına izin veren -rol model olan- politikacılar ve soruşturmaya gerek görmeyen güvenlik ve istihbarat örgütleridir. İltica ve göç konusunda söylediklerini özellikle tartmalıdırlar. Bunu halkı kışkırtmak ve peşlerine takmaktan başka yöntemleri olmayan Almanya İçin Alternatif (AfD) politikacılarına söylemek abes kaçar. Ancak kendilerine demokrat diyenler söz konusu olduğunda İçişleri Bakanı Seehofer’in (CSU); “Tüm sorunların anası göçtür” ve “Sınırlarımızda son kurşunumuza kadar illegal göçle mücadele edeceğiz” açıklamaları unutulmamalıdır. Seehofer de meslektaşı Markus Söder gibi mültecilerle ilgili kontrolün kaybedildiği açıklamasını yapmıştı
Söylenenleri kelime kelimesine doğru bulup vaziyetten vazife çıkaran vatandaşlar var. Dijital ağlarda, falanca politikacı böyle söylerse ben de söyleyebilirim ve yapabilirim diye harekete geçmeye hazır kişiler var. Vicdan, ahlak veya demokratik tutumdan yoksun olanlar hakkında konuşmanın anlamı yok zaten. Hepsi sosyal medyaya sular seller gibi akıyor. Zehir etkisi yapan sözlerin çokluğu karşısında Facebook ve Twitter’ın nefret söylemlerinin silinmesi servislerinin yetersiz kalmasına kimse şaşmamalı.
Bu olaydan çıkarılacak ders hiçbir şeyin kendiliğinden ortaya çıkmayacağı olmalıdır. Aşırı sağ saldırılar da gübreli toprak olmasa yaşayamaz. Almanya’da böylesi bir atmosfer var ve bu atmosferin sorumluları takma adlarla sosyal medyada dolaşanlar kadar sağa karşı kör olan güvenlik ve istihbarat örgütleri ve tartısız konuşan politikacılar.
(Çeviren: Semra Çelik)