24 Haziran 2019 02:35
Son Güncellenme Tarihi: 24 Haziran 2019 03:26

Nuray Sancar 23 Haziran sonucunu değerlendirdi: Bir seçimden daha fazlası

Nuray Sancar'ın 23 Haziran seçimi değerlendirmesi: Normal koşullarda bir partinin bir yerel seçimi nasıl kaybettiğinin sorulmaması gerekir ama bizde AKP’nin İstanbul’u kaybetmesi elbetteki bir olaydır

Fotoğraf: Mehmet Eser/AA

Paylaş

Nuray SANCAR

31 Mart’ta “bu kadarcık farkla seçim kazandım havasına girilmez” derken bugün 700 bin küsur farkla boy ölçüşmek zorunda kaldı Cumhur İttifakı. O gün iktidarın kendi eliyle devirdiği sandığın altında kalan 27 yıllık bir belediyecilik serüveninin “aya iki şeritli yol yaparız deyince inanacak yurttaşlar var” hoyratlığı ile devam etmesinin mümkün olmadığı anlaşılıyordu.

Aradan geçen üç ay içinde rakibi zan altında bırakan oyların çalındığı mavalı, YSK’yi kendi müziğinde dans etmeye zorlamalar, seçim kurulu ve hatta seçmen mevzuatını terörize etmeler, ağızda gevelemeler, çamur at izi kalsınlar… derken, aya iki şeridi geçtik ama İstanbul’daki yolların fatihi olarak oy isteyen Binali Yıldırım belediye başkanlığını dolduracak kalıpta bulunmadı halk tarafından. İstanbul’a atadan babadan miras, 1453’te sadece kendilerine müjdelenmiş gibi davrananlara seçmen kenti İmamoğlu’na vererek yanıt verdi. Beşer hafızasına kıymet vermeyen aday sahipleri için, seçmenin hızlı tren kazaları, borç içinde yüzen köprüler, o yollar yapılsın diye kesilen milyonlarca ağaç gibi küçük ayrıntıları hatırlamayacağı umuluyordu ama öyle olmadı. Yapılacakların garantisi olarak şimdiye kadar yapılanların gösterilmesi pek işe yaramadığı gibi aşklı-meşkli partili-liderli afişleri de İstanbul seçmeni “AKP’nin aşkı öldürür” mesajıyla okudu.

İstanbul seçimi, Cumhur İttifakının adayı kazanamadığı taktirde tek adam rejiminin tartışmaya açılacağını söyleyen Devlet Bahçeli’nin kaygısını haklı çıkaracak bir siyasi olaydır. Referandumdan bu yana yüzde 50’lik iktidar bloku karşısında ortak tutum almaya çalışan muhalefet kesimlerinin çabaları Cumhur İttifakının kronik seçmenlerinden de çözülmeler yaratarak sayısal bir çoğunluğu fazlasıyla sağladı. Bu homojen olmayan birlik hali propaganda çalışmalarının başından bu yana Millet İttifakına sıkışmamaya dikkat eden, CHP’nin adını çok az anan, Kürt seçmenlere ve HDP’ye sıcak davranan İmamoğlu’nu İstanbul belediye başkanlığına taşıdı. İmamoğlu’nun bu kadar geniş bir çevreye hitap edebilmesinin nedeni tek adam rejiminin sınırlanması gibi ortak ve acil bir hedefin varlığıysa diğeri de İmamoğlu’nun seçmenlerin hayal gücünü harekete geçirerek, onların istediği içerikle doldurmalarını teşvik eden ve herkesin adayı imgesini üreten propagandasıydı. İmamoğlu bütün taleplerin yerine kendisini geçirdi ki bunun sonraki süreçte sorunlar yaratmayacağını söylemek zor değil. Çok sınıflı, çok kültürlü, çok kimlikli bir kentte herkesi memnun etmek o kadar kolay değil. Bunu göreceğiz.

Normal koşullarda bir partinin bir yerel seçimi nasıl kaybettiğinin sorulmaması gerekir ama bizde AKP’nin İstanbul’u kaybetmesi elbetteki bir olaydır. Onun için sorulur?

Kente taşı toprağı altın muamelesi yapan, büyük bir rant kaynağı olarak sömürdükçe sömüren bir iktidarın kenti kaybetme korkusuyla nasıl paniğe düştüğünü birkaç aydır görüyoruz. Ama özellikle sahaya çıktığı son hafta içinde Erdoğan’ın Öcalan’dan Ahmet Kaya’ya kadar her konuda mesaj vermeye kalkması ve ama bunların temelsizliği, Bahçeli’nin de Erdoğan pragmatizmine sessiz kalması bir seçim için hangi kırmızı çizgilerin çiğnenebileceğini bu liderlerin kendi seçmenlerine sordurdu. İktidarın oy deposu Karadenizli yurttaşların milliyetçi hassasiyetini Pontus muhabbetiyle dağıttıktan sonra Kürtlere Öcalan mesajı taşımalar doğrusu ancak aya iki şeritli yola inanacak seçmenleri kandırabilirdi. Bu hamlelerin karşılığı İstanbul’da Karadenizli ve Kürt seçmenlerin yaşadığı ilçelerdeki sonuçlarla sabittir. Oralarda kaybetmiştir Binali Yıldırım.

Tabii ki AKP İstanbul’u kaybetmeyi istemezdi, bunun için de çok ısrarlı davrandı. 31 Mart’ta ortaya çıkan sonucu kabul edip etmeme konusundaki tereddüdü çözülünceye kadar parti içi/devlet içi muhasebenin sonuçlarını bütün memlekete de yaşattılar. Seçimin yenilenmesi 31 Mart sonuçlarını kabul etmek ile etmemek arasında bölünmüş bir partinin kendi bekası adına İstanbul halkına ödettiği bir diyettir ancak halktan aldığı yanıt bundan daha ağır olmuştur.

İstanbul seçimi şimdiye kadar kendisini rejim ve devletle özdeşleştirmeyi başaran, hayli kalabalık bir seçmeni de buna inandıran AKP iktidarının sınırlarını da göstermiştir artık. Çünkü İstanbul sadece İstanbul seçmeni açısından değil Türkiye’nin geneli için de önemliydi ve seçimlerin Binali Yıldırım’a kazandırılmaması konusundaki inat İstanbul dışında da paylaşılıyordu. İnisiyatifinin ufku şimdilik sandıkla sınırlı bir sosyolojik tabanın rejim mekanizmalarına, olmayan yasalarına, adaletsiz adaletine yönelik inancının sürekli sınamalardan aşındığı bir zemin de oluşmuş görünüyor. Ekonomik krizle birlikte giderek daha ağır bir yük altına giren, genç nüfusun yüzde 25’inin kendisini geçindiremez hale geldiği, emekçilerin yoğun bir basınç ve baskı altında kaldığı bu zeminde sözü edilen sistem mekanizmalarının güvenirliğini yitirmesi sandığın önemli bir belirleyen, bir değişim ufku ve aracı olmaktan çıkması anlamına gelir. AKP seçim-sandık ufkuyla sınırlamayı başardığı bir toplumsal tabanı kendi iktidar hırsı yüzünden bu menzilden dışarı çıkaracak bir rol oynamanın eşiğine gelmiştir şimdi.

Fakat AKP asıl bu tabloya yenilmiştir. İstanbul’u vermemek için elinden geleni ardına koymamanın da bir sınırı vardır nihayetinde. Sistemin asıl sahipleri sistemin asıl sahibiymiş gibi göz önünde duran parti iktidarının İstanbul gibi bir mevziden geri çekilmesini kuşkusuz teşvik ettiler. Çünkü giderek derinleşmekte olan kriz ortamında sosyal barışı imkansızlaştıracak her durum gerçek bir beka sorunu yaratabilir. İstanbul’da bir değişikliğe AKP biraz zorlanarak da olsa rıza gösterdiyse bundandır. Dolayısıyla hiçbir şeyin değişmemesi için bir şeylerin değişmesi gerektiğine razı oldu. Erdoğan’ın hep hatırlattığı gibi; ekonominin, siyasetin, devletin başında hala tek adam olacaktı ne de olsa. Esas olan tek adamcı rejimdi.

Bu bir avunma olabilir. İstanbul’u vermeyen halk bu avunma konularını da sorgulamaya müsaittir. Bu süreç iktidarın da İstanbul seçmeninin de (aslında bütün yurttaşların) kendi sınırlarını yeniden göreceği, buna göre olanaklarını genişletmeye çalışacağı bir süreç olacaktır.

İstanbul yeni bir deneyime hazırlanıyor; İmamoğlu’nun 18 günlük mazbatalı döneminde başlayan halka açık Meclis toplantılarının devamı, Meclislerde toplanmış İstanbulluların talepleriyle şekillendirilen belediyecilik, halkın belediye yönetimine katılmasının olanaklarının artırması kentin bunca yıllık tahribatını gidermese de ona yapılan en büyük yatırım olabilir: Özgüvenli kent emekçilerinin bunları hiç kimsenin lütfuna bırakmadan hayata geçirmesi, kendi işini kendi görmesi için bir seçim başarısıyla yetinmekten daha fazlasını yapması gerekir. İstanbul ancak o zaman sahibinin olur.

ÖNCEKİ HABER

İstanbul seçimini kazanan Ekrem İmamoğlu: Barışmaya, uzlaşmaya geldik

SONRAKİ HABER

23 Haziran seçimi | "Ekonomi 31 Mart’tan sonra daha da kötüye gitti"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa