Bukalemun: Sevgi ve nefret ekseninde bir kardeşlik hikayesi
Nuray Atacık’ın ikinci romanı ‘Bukalemun’ iyi işlenmiş karakterleriyle polisiye okurlarının ilgisini hak ediyor.
Nuray Atacık (Kolaj: Evrensel)
Özlem ERTAN
Türkiye’nin en önemli kadın polisiye yazarlarından Nuray Atacık’ın yeni romanı ‘Bukalemun’da da ilk romanı ‘Fener Balığı’ndan tanıdığımız Emniyet Amiri Murat Karasu var. İstanbul’dan sonra Burdur’a gönderilen Karasu, eski görevine iade edilmenin özlemi içindeyken kendini gizemli bir kaçırılma vakasının içinde bulur. Yeşim, bir akrabasını ziyarete giderken Antalya’da ortadan kaybolmuştur. Olay, gerçekleştiği yer itibariyle Antalya Emniyetindedir, ancak kaçırılan kadın Murat Karasu’nun gönül bağıyla bağlı olduğu Nazlı’nın yakın arkadaşıdır.
Yeşim’in kimler tarafından ve neden kaçırıldığı üzerinde çalışırken polislerin karşısına otuz üç yıl önce İstanbul’da işlenmiş bir cinayet çıkar. Şimdi sırada iki olay arasında nasıl bir bağlantı bulunduğunu çözmek vardır. Sadece polisler değil, internet üzerinden her türlü bilgiye ve gizli dosyaya ulaşabilen iki hacker da olayın üzerindeki gizem perdesini aralamaya ve Yeşim’i henüz hayattayken bulmaya çalışmaktadır.
Atacık’la aynı zamanda sevgi ve nefret ekseninde ilerleyen bir kardeşlik hikayesi olarak da tanımlayabileceğimiz, Oğlak Yayınları’nın Maceraperest Kitaplar serisinden çıkan ‘Bukalemun’ ve polisiye hakkında konuştuk.
Neden polisiye yazmayı seçtiniz?
Cesaret edip yazmaya başladığımda polisiye birçok açıdan bana uygun gözüktü: Olay örgüsünün maceracı yanı insanı içine çekiyor, sinematografik anlatıma imkan veriyor ve sürükleyici. Diğer yandan edebiyatta benim asıl merakım insan halleri ve hikayelerini anlamak, aktarabilmek. Polisiye yazarken karakterleri zor şartlarda sınayacak, gerçekte kim olduklarını meydana çıkartacak ortamı yaratabiliyorum.
Profesyonel olarak yazmaya başlamadan önce elektrik mühendisi ve üst düzey yöneticiydiniz. Polisiye kurgularken, teknik bir işle uğraşmış olmanın faydasını görüyor musunuz?
Mühendisliğin analitik yaklaşımı, bilgi ve mantığa dayanması polisiye yazmama katkı sağlıyor. Yöneticilik ise pek çok ayrı konuyu bir arada değerlendirebilme ve şartları optimize edebilme becerisi ile insanları hızlı ve doğru anlamayı gerektiriyor. Tüm yaşam deneyimlerim yazdıklarıma bir şekilde yön veriyor, yer yer içine sızıyor.
‘Bukalemun’, her ne kadar tek başına okunabilecek olsa da ‘Fener Balığı’yla başlayan bir serinin devamı. Serinin devamı gelecek mi?
Yazmaya başladığımda seriyi üçleme olacak biçimde düşündüm ve kurguladım. İlk ikisi yayımlandı, sonuncuyu yazmaya niyetliyim. ‘Bukalemun’da üçüncü romanın ipuçlarını verdim, bugünlerde detaylarını tasarlamaya çalışıyorum. İlk iki romandaki gibi yine bağımsız okunabilir biçimde yazacağım, tek roman üç ciltte yayımlanmış gibi olmayacak. Baş kahraman Murat Karasu yazıya başladığım dönmede biraz da pratik yapmak için kaleme aldığım ilk öykülerde bile vardı. Giderek daha canlı, bu dünyaya ait, bizden birine dönüşüyor, hikayesinin bütünlüğü benim için önemli. Aklımı çelmeye çalışan diğer hikayeleri şimdilik bir kenara not ediyorum, gelecekte bir gün değerlendirmek üzere saklıyorum.
Olay örgüsünün ve kurgunun yanı sıra karakterlerin psikolojik derinliğine de önem veriyorsunuz. Yazarken nasıl bir çalışma yapıyorsunuz?
Benim için olay örgüsü, kurgu ve anlatının sürükleyici üslubu romanı ayakta tutan iskelet. Yapı nihai amacım değil, karakterlerin içinde var olabilecekleri ortamı yaratmak için kuruyorum. Baş rolleri romana almadan daha iyi tanımak için haklarında kısa öyküler yazıyorum. Öykülerdeki olaylar genellikle romanda yer almıyor ama kimlikleri ve sesleri hakkında bana fikir veriyor. Gözümde canlanmaya başladıklarında romana girmelerine izin veriyorum. Bazen sona yaklaştığımda karakteri daha iyi algılamaya başladığım için romanın baş kısımlarını yeniden yazıyorum. Bir türlü arzu ettiğim kadar tanıyamadıysam da romandan çıkarıyorum veya rolünü azaltıyorum. Genellikle karakterlere müdahale etmekten çok, bütünlüklerini bozmamaya uğraşıyorum.
Bir de masal var bu kitapta. ‘Düğüm Cini’ masalı romandaki kardeşlik temasıyla bağlantılı olarak karşımıza çıkıyor. Masal kullanmak nereden aklınıza geldi?
Yazdığım süre boyunca romanın adı ‘Kardeşlik’ti. Bu adla yayınlanmasını düşünmüyordum ama, başka isim de bulamamıştım. Bir arkadaşım ‘Bukalemun’ adını önerince çok sevdim. Ancak kardeşlik kavramı ortadan kalkınca asıl temayı vurgulayan bir bağlayıcı ihtiyacı meydana çıktı. Romandaki kardeşliği vurgulayacak, ön yargısız ve koşulsuz sevginin sihrini gösterecek farklı bir anlatımın iyi olacağına karar verdim. Masalı yazmam ve tamamlanmış romanın içine nakşetmem epey zamanı aldı ama sonuçta yakıştığına inanıyorum. Sert polisiye anlatısının içine çocuksuluk ve masumiyet katıyor. Kardeşlik de esasen çocukluk dönemine ait bir kavram. Yetişkinlikte karmaşıklaşan insan tabiatı kardeş olmanın samimiyetini deforme ediyor. Bu sebeple bir masal üzerinden temaya dönmek bana doğru geldi. Tabii asıl sebep bir masal yazmayı hep istemiş olmam.
‘Bukalemun’un bazı bölümleri Cemal Süreya’dan alıntılarla başlıyor. Şiir seviyor olmalısınız. Peki, Cemal Süreya’yı seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Edebi türler içinde en geç şiir okumaya başladım. Şiirden haz alabilmek emek ve özen istiyor, henüz yetkin bir şiir okuru sayılmam. Cemal Süreya’nın ‘Yarım Ada’ şiiri bana hep umut vermiştir. ‘Bukalemun’ umutsuzluğun ve çaresizliğin ön planda olduğu bir roman ama başına felaket gelenler en sıkıştıkları anda yine hayaller aracılığıyla umuda tutunuyorlar. Ben de Cemal Süreya gibi “Son kötü günleri yaşıyoruz belki, İlk güzel günleri de yaşarız belki” diyenlerdenim.