30 Haziran 2019 00:14

Üç Kırık Dal

Bolu F Tipi Cezaevinden A. Rezak Gülmez, Ferhat Temel ve Ercan Doğan Evrensel Pazar'a İdris Baluken’in ‘Üç Kırık Dal’ adlı romanını yazdı.

İdris Baluken'in Üç Kırık Dal kitabının kapak görseli

Paylaş

A. Rezak GÜLMEZ
Ferhat TEMEL
Ercan DOĞAN*

Burada İdris Baluken’in ‘Üç Kırık Dal’ adlı romanından söz edeceğiz. Baluken’in barışa, insanın iyicil doğasına yaslanan bu politik romanı; bir yandan gerçekliği sorunsal hale getirip bireysel bakışı ve kurmacanın kendisini öne çıkartırken diğer yandan toplumsal ilişkiler ağını, ülkenin yakın politik tarihini bireyselden doğru görmenin imkanlarını sunuyor.

Öncelikle belirtmeli; Metin üç ‘dal’ üzerinden yükselir ki bu hem gerçek hem de mecaz anlamlarıyla okunabilir. Ana gövdeden, yani ağaçtan boşluğa doğru uzanan üç dal... Hayatlarının baharında Deniz tıp, Cengiz gazetecilik, Alican hukuk okumak için arkalarında derin kökler bırakarak Amed’e giderler. Yolları ortak ev tutma ereğiyle kesişir. Erdoğan’ın üç ‘dal’a katılmasıyla ev minimal ülke görünümünü alır. Mekanın ve yazarın kimliği karakterleri geçmişe ve geleceğe doğru sorgulatır. Karakterler geçmişe doğru aile hikayelerini omuzlarken geleceğe doğru ise meslekleriyle yabancılaşarak ruhsal-toplumsal bir çelişmeyi yaşamaya yazgılı dururlar. Ülkenin sosyolojik fay hatları hareket ettikçe roman kişileri büyük sarsıntılar geçirir. Alican “ağaçsal modele” uygun olarak bir gelişim hattına girer. O, dimağında büyüyen ağacın bir dalıdır. Kök sapsal bir görüntü verirken dönüşür. Babasının hikayesinden çıkmış gibidir. Hukuk okumasının nedeni budur. Dersim Kürt’üdür. Yok yere cezalandırılıp zindana konan babasının ‘kaderi’ haline gelen hukuksuzluğu avukat olduktan sonra aynı hukuk sistemi içinde kalarak bir tür ‘mutlu son’la romandan çıkması okurda eksiklik duygusu uyandırır.

Roman, Deniz’le açılır Cengiz’le kapanır. Metin ilerledikçe Deniz’in eksen karakter olduğu, yazarın onu apaçık olarak severek çizdiği ayan olur. Yazar gibi karakterin doktor olması aralarında doğal bir akrabalık oluşur. Deniz’i olumlamak kadar onunla yazar arasındaki ilişkiyi takip etmek okur açısından oldukça üretken bir alan açıyor. Deniz Kırşehir’li bir Türk gencidir. Köken metnin dip dalgasıdır. Altı çizilir. Deniz, ilk sefer bir Kürt kentine gelir. Hem ‘olağan’ hem de edinilmiş bir tedirginlik yaşar. Bu tedirginlik okura geçmez. Zira yazar devreye girer. Tıpkı şefkatli baba gibi elinden tutup yol gösterir, kenti tanıtır. Yazar, henüz çocukken babasını yitirmiş Deniz’in yetimliğini bilir. Hakim ulus bireyi olarak Deniz’in Amed’deki yabancılığı, tedirginliği, korkusu insani olması yanında tuhaftır. ‘Hakim’ olan tedirgindir. Yazar, “hakim ulusun insanının” ruhsal portresini Deniz üzerinden çözmeye girişir. Deniz’in tedirginliği, kentin onu kucaklamaya hazır kocaman kolları, yazarın duyduğu imrenmeyle romanın hissettirdiği, derin, sessiz bir katman haline gelir. Okur bu sessizliği gümbürtüyle duyar. Alan açılmıştır, okur sorar: Bir kent, bir insanı bu kadar kısa sürede, bu kadar derinden etkiler mi? Coğrafya ile kaderin cümle olduğu topraklardan, makineli tüfek tarrakasıyla uykusu sürgit bölünen bir kentten söz ediyoruz. Bir insan ile kentin kaderi kesişince etki ‘kırılma’ eşiğine varır. Kent başlı başına bir karakter olup çıkar; öfkesi, coşkusu, isyana yakın duruşuyla kanlı-canlı oradadır. Deniz, çabuk adım dönüşürken okuru da dönüştürür.

Deniz, yazar ve okurun elinden tutarken yalnızca kendi kaderini yaşamaz; yaralı bir kentin, yasaklı bir ülkenin yazgısını da yaşar ve onu çepeçevre saran dünyanın, geride kalan insanların yükünü de sırtlar bir bakıma. Deniz gözünü takarak Sur’a bakar mesela. O Sur ki artık yok. O, Picasso’nun Guernica’sı, El Greco’nun Toledo üzerinde fırtınası gibi çizerini bekliyor. Deniz kente kendisi ve okur için bakarken görülmeyen her olayın, susulan her hikayenin bir başkasının çığlığına nasıl dönüştüğünü gözleriyle görür, aklıyla tartıp kalbiyle yazar. Bakan ile bakılan özdeşliği doğar. Öyleyse kent karakterlerinin kurulumlarına etki eder. O kadar ki roman kişilerinin bütün duyuş ve düşünüşleri, arzu ve deneyimleri, mekansal ve toplumsal sürecin parçaları olarak öne çıkar. Bireysel bakışta yansıyan tarihsel ve toplumsal hikaye, roman boyunca akar. Hikaye sardıkça roman yazarı roman kişisi olan Deniz ile daha fazla özdeşleşir. Ona kendi hayatının olaylarını verir, onu fikirleriyle, duyuş, hissediş ve okuduklarıyla besler.

İkisi de doktordur: Metne sonradan Erdoğan girer. Bu karakter bir bakıma Orhan Pamuk’un ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ adlı romanındaki Aktaş ailesinin Turgut’unun siyam ikizi gibidir. Bir taslak bir eskiz olarak kalmasına karşın metnin en enteresan bireyidir. Tekmil eyleyişleriyle Deniz’i tamamlamak üzere arada olsa da aslında o ‘taşeron’ kişiliğiyle ülkede dolaşımda olan resesif tiptir. Şöyle de denebilir: Deniz Türk bireyinin somut gerçekliğinin bir yanını, demokratik bireyi imlerken; Erdoğan da somut gerçekliğin diğer yanını, milliyetçi bireyi temsil eder. Onun hasta olması Doktor Deniz ile yakınlaşmasını sağlar. Demokratik yaklaşımın sağaltıcı etkisi onu iyileştirmeye yetmez. O, suyu bir yerlerden gelen bir çeşmeyi andırır. Okur sürekli suyun tükenmesinden ve geriye bir şey kalmamasından endişe eder. Deniz onu sağaltmaya çalışırken Cengiz’in yumruk göstermesi bir yelpaze açar. Kibar ve çabuk öfkelenen Cengiz düşünme halindeyken, Erdoğan’ın adının bir yerde geçmesine dahi tiksintiyle ürperir.

Cengiz düşünme halindeyken eyleyen kavgada ve kucaklaşmada aceleci Kürt mizacını taşır. Bireysel özgürlük ile toplumsal kurtuluş arasındaki tümel çelişki, Cengiz’in bilincinde verili birey olmakla kendi olmak arasında tikel bir çelişki olarak uyanır. Onun için düzen bireyi olmanın cari olan bireysel ve toplumsal düzeyden özgürlüğünü kazandıracak bir çözüm ya da kurtuluş yolu getirmediğini deneyler ve anlar. Barışı meydanda bulamayınca kendisine bir patika açar. Barış mitingine yapılan saldırı kaygı verici, hüzünlü ve büyük bir insanlık trajedisine dönenir. Bu bir son başlangıçtır; barış girişiminin sonu savaşın başlangıcıdır. Bu Cengiz’in epifanisi olur. O da yazarla özdeşleşerek kuvvetli barış isteminin biçimlendirdiği kimlik arayışının turnusolü niteliğine bürünür. Bir yolculuğa çıkar. O, romanda acının hakikat yolcusu olarak addedilir. Yeri gelmişken eklemeli: Bütün roman kişilerinin yolculukları fiziksel ve içsel bir yolculuk olmanın yanı sıra engebeli, çalkantılı toplumsal bir yolculuktur. Roman, Cengiz’in biricik yol deneyimini okura bireysel duyuşla toplumsal ilişkileri aynı anda sunması bakımından başarılıdır. 

Üç Kırık Dal, geçmese hep içinde kalsak dedirtecek anları yakalayamıyor. Bu düzlemde okunduğunda hemen bütün karakterlerin hikayesini var eden trajedidir. Bu kimsenin kaybetmeden içinden çıkamadığı durumdur. Öyleyse belirtilmeli: Baluken, Doktor Deniz ile Keje Ana’nın trajik imgesinden çok etkili, içe işleyen bir atmosferi koruyor. Öte yandan kökleri anne evlat olan bir tür yeniden anlamlandırma çabasına giriliyor. Şair Ahmet Telli’nin hiç unutmayacağım dediği Baluken’in Keje Ana’sı Kemal Tahir’in Emey Ana'sına, Yaşar Kemal’in Meryem Ana’sına, Fakir Baykurt’un Irazca Ana’sına, Gülazer Akın’ın Dilber Ana’sına selam çakıyor. Eğer Deniz’le karşılaşan Keje Ana değil de başka bir tip olsaydı romanın öyküsü bu ölçüde inandırıcı olmazdı.

Savaş metnin hikayesinin zamanı etkilemede hayat, onun olaylarına yön verse de Üç Kırık Dal merkezi, ana teması itibarıyla hem insanın iyicil tarafına hem barış umuduna sarsılmaz inancın romanı. İdris Baluken, bu eserinde okuru kendiyle yüz yüze getirirken onun iyicil doğasına samimiyet ve zarafet ile seslenir.

* F Tipi Cezaevi/Bolu

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Gizli tanık teşhis edemedi ama üniversiteli Baran Barış Korkmaz 59 yıl ceza aldı

SONRAKİ HABER

Mahallenizin hip-hop'cusu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa