“Korkularak” takip edilenlerin ardındakiler
Avrupa’da uzun süredir sağ popülist, faşist partilerin yükselişi “korkularak” takip ediliyor, tartışılıyordu.
Görsel: Pixabay
Burak BAĞÇECİ
Yıldız Teknik Üniversitesi
Avrupa’da uzun süredir sağ popülist, faşist partilerin yükselişi “korkularak” takip ediliyor, tartışılıyordu. Son AP seçimleri Avrupa’da aşırı milliyetçi, faşizan hareketlerin yükselişinin sürdüğünü bir kez daha gösterdi. Özellikle Doğu Avrupa’dakiler olmak üzere birçok ülkedeyse böylesi partiler halihazırda hükümetler ya da koalisyonlardalar. Türkiye’de Erdoğan ve onun tek adam rejimi, ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsonaro da elbette birer tesadüf gibi görülerek değil, tüm bunlarla ilişkili şekilde kavranabilir. Tüm bu otoriter, tekçi, faşist anlayışların “moda” oluşunu da, Türkiye’deki tek adam tek parti rejiminin inşasını da ancak sermayeyle işçi sınıfı arasında seyreden sınıf mücadelesine bakarak anlamak olanaklıdır.
SERBEST REKABET VE BURJUVA DEMOKRASİSİ
Feodalizmin içinden çıkıp büyüyüp gelişen burjuvazi, siyasal egemenliği de devrimlerle ele geçirirken, feodalizmin kurumlarını yıkıyor ve yeni bir devlet tipini de yaratıyordu. Çünkü ağır ticaret vergileri, dil ve para birimi farklılıkları ile karakterize feodalizmin siyasal parçalanmışlığı, kişiye ve toprağa bağımlılık ilişkileriyle birleşince kapitalist üretim ilişkilerinin serbestçe gelişmesini engelliyordu. İmparatorlukları parçalayan burjuvazi, içinde ulusal pazarların oluşabileceği parlamenter cumhuriyetleri kuruyor ve bu pazar içinde ticaret serbestliğini garanti altına alıyordu. Meta üretimine dayanan kapitalizmde burjuvazi kendi arasında serbestçe rekabet edebilmeli, öte yandan “özgür” hale gelen işçiyle emek gücünü kaça kiralarsın pazarlığını yaparken tüm kişiler “eşit” olarak karşı karşıya gelebilmeliydi.
İşte, kapitalizm serbest rekabetçi dönemini yaşarken burjuva parlamenter cumhuriyetler artık ortadaydılar. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözünde ifadesini bulan ekonomik liberalizm devlet yapısına böyle yansıyordu.
Elbette burjuva demokrasisinin halkın yaşamına yansıması hiç kolay olmadı. İşçi ve emekçiler, uzun mücadelelerle demokratik hak ve özgürlüklerini koparıp almayı başardılar. Nitekim yükselen işçi hareketinden korkup feodal gericilikle uzlaşan burjuvazi başka türlü bu hakları onlara vermezdi. Bugün burjuva demokrasisinin olmazsa olmazı kabul edilen genel oy hakkı bile bu mücadeleler sonucu kazanılmıştır.
TEKELCİ KAPİTALİZMİN SİYASAL TEKELCİLİĞİ
Ne var ki kapitalizm, 20. yy.’ın başından itibaren artık tekelci aşamasına geçti. Pazarda birbiriyle rekabet eden kapitalistlerin yerini, büyük tekeller ve onların pazar hakimiyetleri aldı. Tekel, rekabetin doğal sonucuydu. Sermayesini en çok büyütenler, rekabette geride kalanları ya iflas ettirdi ya yuttu ya da kendine bağımlı hale getirdi. Sonunda sermaye yoğunlaşıp merkezileşti, banka ve sanayi sermayesi kaynaştı, mali sermaye oluştu ve tüm toplumsal hayata egemen oldu. Tekelci kapitalizm, bu döneminde yeni bir yönetim biçimi ortaya çıkarmıştır. Bu, devlet yönetiminde de merkezileşmeye ve tekelciliğe dayanan bir yönetim biçimi olan, faşizmdir. Faşizm, Komintern’in tahliline göre finans kapitalin en saldırgan, en gerici yönetim biçimi, açık terörcü diktatörlüğüdür. Komintern faşizmin sınıfsal özünü ve onun tekelci kapitalizm dönemine özgü olduğunu ısrarla vurgular. Bu aynı zamanda, faşizmin proleter devrimler çağına özgü olduğu anlamına da gelir ki bunun da ayrıca vurgulanması gereklidir.
Tarihsel olarak faşizm, tekelci kapitalizmin genel eğilimidir. Demokrasiye eğilim, serbest rekabetçi dönemle birlikte sona ermiştir. Oluşan bu mali sermaye, bürokratik ve militarist aygıtla da bir birlik gerçekleştirmiş, tüm iktidar mali oligarşinin elinde toplanmıştır. İşte yükselen faşist hareketlerle otoriter yönetimlerin artması ne Erdoğan’ın, ne Trump’ın, ne de Le Pen’in kendi kişilikleriyle açıklanabilir. Siyasette gericilik ve faşizm eğilimi, siyasetçilerin ya da partilerin istek ve arzularına indirgenemez ama tekellerin ve mali oligarşinin egemenlik çağına özgüdürler.
TÜRKİYE’DE TEK ADAM TEK PARTİ REJİMİ
Tüm bunların ışığında Türkiye’de 2016 Referandumu’yla birlikte kurumsallaşan tek adam-tek parti yönetiminin gerici faşist bir rejimin inşasına yönelmesini de, elbette AKP’nin ve Erdoğan’ın kendi siyasal çıkarlarıyla birlikte ama esas olarak büyük sermaye gruplarının çıkar ve yönelimleri temelinde anlamak olanaklıdır. Her şeyden önce Türkiye tekelci burjuvazisi, değişen uluslararası dengelerde güçlü mevzilenmek istemektedir. Çin, Rusya ve İran ABD’nin mutlak hakimiyetini temelden sarsmıştır, öte yandan AB “çatırdamaktadır”. Türkiye’de tekelci burjuvazinin işbirlikçileri buradaki çatışmaların arasından nüfuz alanlarını arttırmak istemektedir. Tıpkı dönemin Alman, İtalyan tekelleri gibi, emperyalist saldırganlık onların da temel karakteridir. Bunun için sermaye birikimi daha da arttırılmalı, yani zaten ucuz emek cenneti olan Türkiye’de işçi sınıfının kıdem tazminatı dahil geriye kalan bütün hakları da ellerinden alınmalıdır. İş cinayetlerinde Avrupa lideri olmak tekellere yetmemiş olacak ki, mevcut iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı bile kaldırılmıştır.
Ama tüm bu saldırı dalgası kendi karşıtını elbette yaratacaktır. Bugün Türkiye işçi sınıfı hareketi dönemin Alman, İtalyan, İspanyol işçilerininkinden çok geri olabilir. Ama “bu halktan bir şey olmaz” diyen aydın muhalifliğinin göremediğini tekelci burjuvazi görmekte, uzun suskunluk dönemlerini fırtınalı günlerin izlediğini iyi bilmektedir ve en küçük bir greve bile azgınca saldırması bundandır. Tekelci burjuvazi hiçbir direnişle karşılaşmamak için grev, örgütlenme, eylem ve gösteri gibi demokratik hak ve özgürlükleri, basın ve fikir özgürlüğünü daraltılmalıdır. Kara alma süreçleri hızlandırılmalı, devlet daha da merkezileştirilmeli ve parlamenter lafazanlıklarla vakit kaybedilmemelidir. Madalyonun diğer yüzünde işçi sınıfının devrimci hareketi vardır. Burjuvazi kendi düzeninin güvenliği için mümkün olduğunca demokratik kanallarla ülkeyi yönetmek ister. Böylesi bir rejimin inşa ediliyor oluşu, tüm korkutuculuğuna rağmen, burjuvazinin artık demokratik yollarla ülkeyi yönetemeyecek duruma gelmiş olduğunu göstermektedir. İşçi, emekçi ve gençler için elzem olan, burjuvazinin gördüğünü görüp demokratik bir ülke mücadelesini yükseltmektir: Uzun suskunluk dönemlerini fırtınalı günler izler.