Gelecek yüzyılda göç, mültecilik ve sağlığa yansımalarını Çukurova’dan okumak
Genç Hayat'ın bu sayısında Tıp Fakültesi öğrencilerinin hazırladıkları “Gelecek Yüzyılda Göç, Mültecilik ve Sağlığa Yansımalarını Çukurova’dan Okumak” başlıklı sunumun sonuçlarını inceledik.
fotoğraf:pexels
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi
Tıp öğrencilerinin düzenlediği “Gelecek” konulu bir tıp kongresinde iki arkadaşımla birlikte “Gelecek Yüzyılda Göç, Mültecilik ve Sağlığa Yansımaları: Çukurova’dan Okumak” başlıklı sunumumuzda karşılaştığımız sonuçları sizinle paylaşmak istiyorum.
Öncelikli hedefimiz göç ve mültecilik sağlığı konusunda genel bir bilgi sahibi olmak ve Türkiye’nin bugünkü sağlık durumunu anlayabilmekken; mülteciler ile ilgili doğru bilinen yanlışları bir nebze düzeltebilmeyi, günlük pratiğimizde baş başa kalabileceğimiz göç sağlığı ve olağanüstü durumlarda hekimlik konusunu zihinlerde bir farkındalık yaratabilmeyi amaçladık. Üniversitemiz öğretim görevlileri, hastane servislerinin Suriyeli mülteciler ile dolup taştığını, bazen de onların getirdiği hastalıkların ülkemiz sağlığını bozduğunu bizimle paylaşıyorlar. Bu ikirciklik kafamızı karıştırarak bizi biraz daha bu konu ile ilgili düşünmeye ve araştırmaya yöneltti.
SAVAŞ SONRASI KOŞULLAR MERMİDEN DAHA ÇOK ÖLDÜRÜYOR
Savaşlar neticesinde kişilerin hayatları ve sağlıkları etkileniyor ve yaşadığımız yüzyılda savaşa bağlı ölümlerin sadece %20’si savaş esnasındaki şiddet kaynaklı. Yani %80’lik bir çoğunluk ve de ağırlıklı olarak kadın çocuk ve yaşlılardan oluşan nüfus, savaş sonrasında oluşan olumsuz yaşam koşullarından etkilenerek sağlıklarını/hayatlarını acı bir şekilde kaybediyorlar. Acı olan bir başka şey ise bu değişkenlerin değiştirebilir, önlenebilir olması. Türkiye Nisan 2019 verilerine göre yaklaşık 6 milyon mülteci/sığınmacıya ev sahipliği yapmakta.
SOSYAL VE EKONOMİK ÇEVRE SAĞLIĞI DOĞRUDAN ETKİLİYOR
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sağlık tanımı: Kişinin fiziksel, psikolojik, biyolojik ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olması. Kendi içinde bile bu kadar ütopik ve idealist olan bu tanımdan hayli uzak bir halde yaşam süren savaş mağdurlarının sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Sağlığı etkileyen parametrelerden bahsedecek olursak ,%15 değiştirilemez olan biyolojik ve genetik faktörler, %25 oranında ise hekimlerin direkt sorumluluk alanında olan sağlık hizmeti etkili. %10 fiziki çevre, %50 sosyal ve ekonomik çevre kişinin sağlık durumunu belirliyor. Hal böyleyken mülteci sağlığı başlığında en dramatik olan ve en etkili olan sosyal ve ekonomik çevre ile ilgili yeterince fikir sahibi olduğumuzdan ve bunun iyileştirilmesini gözetiyor olduğumuzdan emin olmak gerekir.
AYRIMCILIĞI GÜÇLENDİRİYOR
Türkiye’de göçle arttığı iddia edilen bazı hastalıkların aslında artmadığını, bazılarının artışının altında başka nedenler olduğunu ve bazılarının ise sadece olumsuz şartlarda yaşayan mültecileri mustarip ettiğini gördük. 2005’te gerçekleştirilen kızamık aşı günleriyle vaka sayılarının nerdeyse sıfırlandığını gördüğümüz kızamık virüsü, 2013 yılında Türkiye’de bir salgına neden oldu. Bu salgından en çok etkilenenlerin mülteciler olması düşündürücü olsa da Türkiye’deki salgından izole edilen kızamık suşu (virus alt tipi) Avrupa kaynaklı bir suş olup bu salgından daha fazla etkilenen mültecilerin etken olarak gösterilmesi ve bu yönde haberler yapılması ayrımcılığı güçlendiren bir yanılgıdır. Görülme sıklığı major olarak artan hastalıklar arasında ise Leishmania (şark çıbanı) sayılıyor. Kalabalık yaşam ve olumsuz barınma koşulları nedeniyle artan bu hastalık, bazı mültecileri mustarip etmiş ve düzeltilebilir olması açısından önemlidir. Bulaşıcı hastalıklarla ilgili olarak en iyi korunma yöntemi: aşılanmak. Kayıtsızlık ve sağlık hizmetine ulaşımla ilgili mevzuatın bilinmemesi aşılanma ve takiple ilgili olumsuzluklar oluşturabilmekte.
“GELECEK” ÖNGÖRÜLERİ
“Gelecek” temalı bu kongrede bu konuyu işlememizin nedeni ise; gelecek yüzyılda farklı değişkenlerce dünya nüfusunun daha mobilize halde, etkileşimler içerisinde yaşayacağını öngörmemiz. Gelecekte göçlerin artacağını öngören değişiklikler; küreselleşen dünyada adaletsiz dağılan ekonomi, iklim değişikliği, savaş endüstrisinin gelişmesiyle derinleşebilecek savaşlar. Gelecek yüzyılda göç ve savaş başlıklarıyla ilgili yaptığımız araştırmada Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler gibi sağlıkla ilgilenen kuruluşların yanı sıra devletlerin, tarihçilerin de göçle ilgili varsayımları, beklentileri ve araştırmalarına rastladık. Ancak en detaylı ve en incelikli araştırmaları ekonomistlerin yürüttüğünü gördük. Göçlerin sadece sağlık alanını ilgilendirmediği, farklı disiplinlerce de incelendiği göz önünde bulundurulduğunda sağlık kaygısı gütmeden uygulanan politikalar bireylerin ve toplumların sağlığı adına tehlike oluşturabilir.
Gelecek toplum sağlığı, sağlıkta eşitlik kaygısı güden hayat boyu öğrenme nosyonuna sahip dünya hekimlerine ihtiyaç duymakta. Kendi perspektifimizden bu bulgularımıza baktığımızda aslında tıp eğitimimizde bir eksiklik fark ediliyor. Mültecilik ve göç sağlığı konusu fakültelerin çekirdek eğitim programı dahilinde değil. Çukurova Üniversitesi’nde 1. Sınıfta gördüğümüz Ayrımcılık ve Sosyal Cinsiyet dersinin 2 saatlik bölümünde mültecilik sağlığı konusunu tartışıyoruz. Bu iki saatten maksimum verimde yararlansak bile gelecekte hekimlik uygulamalarına başladığımız zaman ihtiyacımız olan yeterliliği kazanmamız için eksik kalacağını şimdiden öngörebilmek çok da zor değil. Amerika’da eğitim alan tıp öğrencileri eğitimleri süresince aldıkları hem teorik hem pratik uygulamaların yapıldığı 4-5 gün süren bir modül programı ile göç ve mültecilik sağlığı konusunda yeterli bilgi ve becerileri kazanıyorlar. Biz de bu modülleri biraz değiştirip “bizleştirerek” bir modül önerisinde bulunduk ve modern sosyal hekimliğin babası olarak anılan RudolfVirchow’un “Hekimler tüm meslek gruplarından daha çok barış ve insanlık elçisi olmalıdır.” sözüyle sunumumuzu bitirdik. Bu araçla size de ulaşıp kafanızda bir soru işaretini fitillediysek ya da bir soruya cevap bulabildiysek ne mutlu bize!