Hocam sizin “film”lerde hiç sınıf kavramı geçiyor mu?
Kapitalizm boyunca üniversitelere toplum bilimleri alanında biçilen rol kapitalizmin işleyiş yasalarını topluma sosyal, ekonomik ve politik açıdan tek gerçeklik olarak sunmakla sınırlı kaldı.
fotoğraf:pexels
Yazı başlığını geçtiğimiz günlerde sosyal medyada iktisat alanındaki üç akademisyen arasında geçen bir tartışmadan alıyor. Mahfi Eğilmez’in ekonomik bir konuyu anlamak adına sunduğu “gereklilikler” arasına olaylara tarafsız bakarak sadece gerçeği öğrenmeye çalışmayı koyması, başka iki akademisyen arasında “Sosyal bilimlerde tarafsızlık mümkün müdür?” tartışmasına yol açmış ve bir akademisyenin “tarafsız” olmayanı film olarak tabir etmesi ve diğerinin bu yazının başlığıyla cevap vermesiyle devam etmişti. Aslında basit bir tweet atmak olarak görülen bu mesele, bizi “Sosyal bilimlerde tarafsız olmak mümkün mü?” sorusuna yönlendiriyor.
KİMİN “BİLİM”İ?
Üniversiteler kuruluşlarından bu yana “bilim yuvası” olma misyonunu dile getirmiştir. Bilimin çeşitli dallarında öğretim yapan ve meslek eğitimi uygulayan kurumlar olan üniversiteler, toplumun bilimsel bilgisinin toplanıp geliştirildiği kurumlar olma iddiasında. Kapitalizm boyunca üniversitelere toplum bilimleri alanında biçilen rol kapitalizmin işleyiş yasalarını topluma sosyal, ekonomik ve politik açıdan tek gerçeklik olarak sunmakla sınırlı kaldı. Bu durum ise kökünü sınıflı bir toplum olan kapitalizmde her şeyin olduğu gibi bilimin de egemen sınıfın çıkarlarına göre biçimlenmesinden alıyor.
2008 krizinin derinleşmesinde büyük rol üstlenen Beyaz Saray Ekonomik Danışmanlar Konseyi Başkanı Glenn Hubbard (aynı zamanda Colombia Business School’da öğretim üyeliği yapıyordu), bugün çoğu üniversitede iktisada giriş derslerinde okutulan bir kitabın yazarıysa ve kitabın içeriğinde sadece arz-talep eğrileri üzerinden bir ekonomi modeli sunulurken kapitalizme dair en ufak bir eleştiriye bile rastlanılmıyorsa akademinin bugün açısından sınıflar mücadelesinde nasıl bir rol üstlendiği oldukça açıktır.
“OBJEKTİF” DENİLEN...
Özellikle İİBF ve SBF gibi fakültelere bağlı bölümlerdeki derslerin içeriklerine baktığımızda bu durum net olarak karşımıza çıkmaktadır. İktisat bölümünde kapitalizmin değişmez ve yenilemez bir sistem olduğu öğretisiyle birlikte sistem içerisinde sayabileceğimiz sayısız sorunun sistemin işleyişinden değil, devletin sistemin işleyişine engel olan dışsal müdahalelerinden, rasyonel olmayan insan davranışlarından kaynaklandığını savunan neoklasik iktisat görülüyor. Uluslararası İlişkiler alanında hâkim olan realizm anlayışı ise insanlara bencil bir doğa atfediyor. Devletlerarası ilişkileri kabaca güç arttırmak olarak açıklayarak liberalizm öğretisinin akademideki etkisini bir kez daha gözler önüne seriyor. Siyaset bilimi bölümünde ise işçi sınıfının devrimci rolünü yitirdiği, sınıf kavramının güncel olmadığı ve yeni toplumsal hareketlerin(kadın, LGBTİ+, çevre vs) toplumsal mücadelede belirleyeceği olduğuna yönelik tartışmalar egemen hale getiriliyor. Bunun ufak da olsa dışarısında kalan Marksizm tartışmalarında ise Marksizmin “ekonomik indirgemeci” olduğu savı ile karşı karşıya kalınıyor. Yani aslında biz öğrencilere derslerde “objektiflik” adına sunulanlar iki sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişkinin üzerine perde çekmek ile somutlaşıyor. Ders içeriklerine baktığımızda karşımıza çıkan durum akademisyenlerin tutumunda da karşımıza çıkıyor. Genellikle YÖK tarafından belirlenen müfredatlar çerçevesinde kendilerinin “tarafsız” olduğunu derslerinde çokça vurgulayan birçok akademisyenin anaakım adı altında toparlayabileceğimiz konuların dışında bir ders işleyişi gerçekleştirmediği çokça karşılaştığımız bir durum halinde.
MARKSİZM PERSPEKTİFİNDEN BAKMAK
Bu yanıyla üniversiteler ve üniversitelerde kapitalizmi aklayan böylesi bir sosyal bilim anlayışı, sınıflar arasındaki çelişkinin yansımalarını görebileceğimiz bir alan, aynı zamanda bu çelişkinin yok edilmesinin önemli bir parçasıdır. Buradan yola çıkacak olursak bugün “tarafsızlık” adına gördüğümüz burjuva ideolojileri karşısında biz öğrencilerin de bugün yaşadığımız ekonomik, politik ve sosyal konulara bir söz söyleyebilmesi için Marksizmin perspektifinden bir bakışa sahip olmak ve önümüze Marksizm adı altında sunulan Marksizm dışı akımlara karşı fikri bir mücadele de yürütmek oldukça önem taşıyor.
Başlangıçtaki üç akademisyenin tartışmasına geri dönecek olursak üniversitede aldığımız eğitimden de görebileceğimiz gibi bizim “bilim”lerde “sınıf” kavramı geçirilmek istenmese bile geçiyor. Topluma dair söz söylemeyi amaç edinen sosyal bilimlerde iki sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişki akademinin dışında bir gerçeklik olarak kaldığı sürece doğru ve bilimsel bir analiz yapabilmek ise gerçek dışı kalıyor.