Madımak'ta ne kalemler yakılabildi, ne mızıkanın sesi susturulabildi
Bugün, Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te 33 aydın ve iki otel çalışanının ölümüyle sonuçlanan Madımak Katliamı’nın 26. yılı.
2 Temmuz 1993'te yayınlanan haber bülteninden ekran görüntüsü.
Hakan GÜNGÖR
1993 temmuzunda düzenlenecek Pir Sultan Abdal Şenlikleri için sanatçılar Sivas’ın yolunu tutarken, iki farklı hazırlık vardı. Bir taraf konuşmalarına hazırlanıyor, türkü repertuvarlarını gözden geçiriyor, karikatürler için kalemlerini sivriltiyordu. Diğer taraf ise kışkırtıcı bildiriler, nefret dolu manşetlerle bir katliamın senaryosunu yazıyordu. Farklı şehirlerden “getirilen” kimi tarikat mensupları yurtlara, konukevlerine taşınmıştı. Lütfi Kaleli’nin 28 Şubat belgeselinde anlattığına göre, “Sivas dışından gelen militanlar, Hizbullah, İBDA-C, Aczimendiler de dahil olmak suretiyle belediye tarafından konuk edilmişti.” Erdoğan Aydın Kimlik Mücadelesinde Alevilik kitabında aktardığına göre, İBDA-C katliamdan sonra, “Sivas’ta insanlarımız yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır” açıklamasını yapacaktı!
Sanatçılar daha kente ulaşmadan başta Aziz Nesin olmak üzere konukları hedef gösteren bildiriler dağıtılmaya başlanmıştı bile. 1 Temmuz sabahı ise Hakikat gazetesi fitili ateşledi.
Aziz Nesin bir süre önce Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri romanını Aydınlık gazetesinde tefrika etmeye başlamıştı. Hakikat’in sürmanşeti hedef gösteriyordu:
“Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar”.
Şenlik kapsamında söyleşiler sürerken, Aziz Nesin kendisine mikrofon uzatan İhlas Haber Ajansı muhabirine Hakikat gazetesini gösterdi, başkalarının görüşlerine saygı duyduğunu ama başkalarının da kendi görüşlerine saygı duyması gerektiğini belirtti. Muhabir ise ortamı daha da gerecek sorularla Aziz Nesin’in üstüne gitti. O sırada orada bulunan bir kişiyle Aziz Nesin arasında bir “saygı” tartışması başladı. Fitil yavaş yavaş ateşleniyordu.
Ertesi gün olacaklar tarihin kapkara sayfalarından birini oluşturacaktı…
‘LAİKLERE ÖLÜM, YAŞASIN ŞERİAT!’
2 Temmuz günü cuma namazının ardından camiden çıkanların dağılmadığı görüldü. Birkaç dakika içinde sayıları yüzü aştı ve tekbir getirerek yürüyüşe geçtiler. Önce Valilik binasına gidip valiyi istifaya çağırdılar, sonra Arif Sağ’ın konser verdiği kültür merkezine yöneldiler.
Çok geçmeden yürüyüşüne devam eden kalabalık artık gemi azıya almış gibiydi. Yüzlerce kişilik kitle, kültür merkezine vardığında iki bin kişiyi buldu. Konseri izlemeye gelenlere taş attılar. Kalabalık arttıkça daha azgın hale geliyorlardı.
Bir grup Ozanlar Heykeli’ne yöneldi. Heykeli kırdılar, sürüklediler, parçaladılar. Ve sloganlar atarak Madımak Oteline doğru yürüyüşe geçtiler. Sloganlar kan donduran cinstendi: “Sivas laiklere mezar olacak!”, “Laiklere ölüm!”, “Yaşasın şeriat!”, “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak!”, “Sivas Aziz’e mezar olacak!”
'GAZANIZ MÜBAREK OLSUN'
Sloganlar atarak otele ulaşan kalabalık artık tam 15 bin kişiydi ve otele taşlarla saldırdı. Tüm bunlar olurken, kimse kılını kıpırdatmıyordu. Anlaşılan o ki, “her yönü hesaplanan plan” bazıları için “tıkır tıkır” işliyordu. Aynı zamanda bir telefon trafiği söz konusuydu. Vali gerekli mercilere durumu bildirmişti ancak kimse harekete geçmiyordu. Aydın ve sanatçılar tanıdıkları milletvekillerini arıyorlardı. Ama sonuç yoktu…
Halen Saadet Partisi Genel Başkanı olan Temel Karamollaoğlu, Sivas Belediye Başkanı’ydı. Kalabalığa bir konuşma yapacağı söylendi. İçerideki aydın ve sanatçılar bir an olsun umutlanmıştı. Karamollaoğlu Refah Partiliydi ve kitlenin onu dinleyebileceğini düşünüyordu. Can Dündar’ın hazırladığı O Gün belgeseline konuşan Zerrin Taşpınar o anı şöyle anlattı: “Belediye Başkanı konuşuyor diye duyduğum anonsun ardından bir ses ‘Gazanız mübarek olsun dedi.” Karamollaoğlu ise bu ifadeyi kullandığını daha sonra reddedecekti.
ASKER MÜDAHALE ETMEDİ
Saatler ilerlerken askerler olay yerine geldi. Ancak 15 bin kişinin karşısında sadece 150 asker vardı. Bir yüzbaşı saldırganlarla konuştu, sonra o da geri çekildi otele gelip, “Otelin içinde asker var mı?” diye sordu. Olmadığını öğrendikten sonra askerleri alıp götürdü. Kitleden “En büyük asker bizim asker” tezahüratları yükseldi. Artık gözü dönmüş grupla aydınlar arasında hiçbir bariyer kalmamıştı.
Derken o korkunç adım atıldı ve otelin pencereleri tutuşturuldu. Bazı saldırganlar otele girdi, yangını büyüttü. Fırsat bu fırsat oteli yağmaladılar! Dışarıdaki gericiler ise alkışlarla ve seslenerek bu kişilere destek veriyordu. İçeride can pazarı yaşanırken dışarıdan “Cehennem ateşi işte!” diye bağırıyorlardı.
‘KALANLAR, ÖLENLER İÇİN ŞİİR YAZAR’
Saldırılar esnasında içeride panik hakimdi. Dışarıdaki azgın kalabalığa karşı ne yapılabileceği konuşuluyordu. Peki kendilerini nasıl koruyacaklardı? Hayatları boyunca hiçbir canlıyı incitmemiş, kimseye zarar vermemiş naif insanlarla devlet destekli caniler karşı karşıya gelmişti. Dışarıdaki azgın kalabalık “Lan yakın!” diye bağırırken, mesela Şair Metin Altıok, eline geçirdiği fır çayla kendini koruyup koruyamayacağını düşünüyordu. Asaf Koçak ise, mızıka çalarak arkadaşlarını sakinleştirmeye çalışıyordu. Dışarıdakilerin histerik çığlıklarını, Koçak’ın mızıkasından çıkan nağmeler bastırmaya çalışıyordu…
16 yaşındaki Menekşe Kaya, 12 yaşındaki kardeşi Koray’a sarılmıştı. Menekşe’yle yaşıt Asuman Sivri, onlardan bir iki yaş büyük Özlem Şahin ve Yasemin Sivri umutla kendilerini kurtaracak bir yardım eli bekliyordu. O esnada “Şimdi bizi burada öldürseler ne olur?” diyen arkadaşına Metin Altıok, “Kalanlar ölenler için şiir yazar” dedi.
AZİZ NESİN’İN DİRENCİ
Aziz Nesin ise ölüme gururla yürümenin yollarını arıyordu. Arkadaşı Lütfi Kaleli’ye, “Beni şu yatağa yatır, bu güruha kötü bir ceset vermek istemiyorum. Korkarak ölen bir adam gibi görünmeyeyim. Köşeye büzüşmüş bir adam gibi ölmeyeyim” diye seslendi. Daha sonra Aziz Nesin o anı şu sözlerle anlatacaktı: “Bu kaçıncı öldürülüşüm bilmiyorum fakat ölüme en yakın olduğum anı artık görebiliyordum.”
Korku ve şaşkınlık had safhadaydı. 8 saati aşkın süredir beklenen yardım bir türlü gelmemiş, ölüm kapıya dayanmıştı. Otel büyük bir hızla yangına teslim olurken duman oteldekilerin ciğerlerine dolmaya başlamıştı. Ne bir yardım eli ne bir çıkış vardı… Duman bazılarını ciddi şekilde etkilemişti. Can havliyle bir çıkış yolu ararken yan binaya geçmenin mümkün olabileceğini fark ettiler. Havalandırma boşluğunu geçip binaya doğru ilerlemeye çalıştılar. Ancak geçmeye çalıştıkları yer Büyük Birlik Partisinin il başkanlığıydı ve karşılarında ellerinde sopalarla, “Gidin otele!” “Yanın!” diyenler vardı. O anda biri eli sopalıları uzaklaştırdı ve yardım etmeye çalıştı.
ORGANİZE KATLİAM
Bir süre sonra itfaiye geldi. Ancak aslında bu da bir yardım eli değildi. Sağ kalanlar dikkatle pencereden itfaiye aracına geçmeye çalışırken Refah Partisi Meclis Üyesi Cafer Özçakmak, Nesin’i gördü ve “Asıl öldürülecek hayvan burada!” diye bağırdı. Bunun üzerine itfaiye görevlisi Nesin’i tutup çekerek düşürdü! Nesin tekmelendi, yumruklandı… Ardından araya başkaları girdi ve canını kurtarabildi…
Bazı aydın ve sanatçılar bu yolla otelden kaçabildi. Aralarında Metin Altıok, Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin’in de bulunduğu 33 aydın ve sanatçı ile 2 otel çalışanı öldürüldü.
Bu organize bir katliamdı, polisinden askerine, itfaiyesinden belediyesine herkes adeta zemin hazırlamış, gayet öngörülebilir ve engellenebilir bu katliam adeta ilmek ilmek işlenmişti. Şehre taşınan tarikat mensupları, nefret dolu gazete ve bildirilerle başlayan sürecin bu noktaya geleceği önceden belliydi. Ali Balkız’ın 28 Şubat belgeselinde anlattığı gibi, kalabalığı dağıtmak için “havaya ateş açmak yeterdi, ses bombası, sis bombası, göz yaşartıcı bomba atmak, bir helikopterin dolanması ya da itfaiyenin tazyikli su sıkması yeterdi.” Ama Alevilerin ve laiklerin katliamlarla sindirildiği, gerici güçlerin harekete geçirildiği, derin devletin tekrar yapılandırıldığı bir dönemde, muktedirin tavrı ortadaydı.
Öte yandan meseleyi sadece “birtakım karanlık odakların” işi gibi göstermek, “kandırılıp kışkırtılmış insanlar” argümanına zemin hazırlıyordu. İşin aslı elbette böyle değildi, gericiler histerik çığlıklar eşliğinde bile isteye insanları yakmış, öldürmüştü.
Nihayetinde devlette devamlılık esastı. Hakikat manşeti atmış, yetkili “gazayı” kutsamış, gericiler yakmış, müstakbel milletvekilleri savunmuş, Çiller arka çıkmış, sonunda Erdoğan “hayırlı” ilan etmişti… Biz ise biliyorduk ki, bu yangın ne kalemleri yakabildi ne katliam çığlıkları müziğin sesini susturabildi. Yangından daha büyük bir aydınlık 93’ten bu yana hâlâ Hasret Gültekin’den, Metin Altıok’tan, Nesimi Çimen’den yayılıyor...
SİYASİLERİN TAVIRLARI
ÇİLLER: OTELİN DIŞINDAKİLER ZARAR GÖRMEDİ!
Başbakan Tansu Çiller, katliamın ardından yaptığı açıklamada, “Çok şükür otelin dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir” dedi. Hayır, bu onun meşhur gaflarından biri değildi. Sözlerini şöyle sürdürdü: “Halktan kimsenin burnu kanamamıştır. Ve ölenler de çıkan yangından boğularak ölmüştür. Olayı bu kadar büyütmek yanlıştır.”
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Çiller’in sözlerini tamamladı, “Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş...” diye konuştu. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ise Nesin’i halkı galeyana getirmekle suçladı.
ZAMAN AŞIMINA ERDOĞAN YORUMU: “HAYIRLI OLSUN”
Gazeteci Uğur Mumcu’nun, Milletvekili Adnan Kahveci’nin, JİTEM’in kurucularından olan ve itirafçı olmaya hazırlanan Cem Ersever’in öldürüldüğü 1993 yılında derin devlet yeniden ve korkunç yöntemlerle yapılandırılıyor; en büyük darbe aydınlara, sanatçılara vuruluyor, Aleviler katlediliyordu. Çiller’in ve Demirel’in büyük bir şevkle savunduğu ve “kıllarına zarar gelmediği” için mutlu olduğu saldırganların bazıları hiç yakalanamadı, bazıları ceza bile almadan kurtuldu.
Saldırganları savunan avukatlar ilerleyen yıllarda RP ve AKP’den milletvekili, bakan olacaktı. Sonunda Madımak Katliamı Davası zaman aşımına uğradı. Recep Tayyip Erdoğan bu kararı, “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı” diye yorumlayacaktı.